Sade, açık ve akılcı bir taleptir barış. Naif ve çıplaktır. İnsani duyarlılığın en ilkel, en basit haliyle harekete geçmesidir.
Bebeklere, çocuklara, yarınlara dair kaygılarla yüklü bir düşüncedir. Onların yetişip serpileceği ortama dair, geleceklerine dair endişelenme halidir. Ölümün kol gezeceği bir ortamda gencecik canların yitip gideceğine, herkesin tehdit altında olacağına/kalacağına dair bir korkudur aynı zamanda. Bu endişe ve korkuların ortadan kalkması için mücadeledir kimileri için.
Ölümlere, katliamlara, kör şiddete, hepsinin yaydığı dehşete karşı bir tepkidir yani. Bunlardan çıkar sağlayanlara, ölümle, katliamla, kör şiddet ve dehşetle iktidarda kalıp koltuğunu sağlamlaştıranlara karşı durabilmektir.
Zengin-yoksul ayrımı basitliğinde sınıf da vardır barış savunusunun içinde. Garibanları düşünerek savunulan içten bir taleptir. Öyle ya, zenginlerin çocukları bir şekilde yırtar askerlikten, savaştan, cepheden vesaireden; olan yoksul halkın çocuklarına olur hep. Bunun duygusu ve bilincidir.
Halktan çocukların, gençlerin ölmesine dayanamamak, isyan etmektir bazen. Acı içerisinde feryat eden bir anneye, babaya bakamamak, içi parçalanmaktır. Canından bir can kopanın acısıyla kahrolmaktır. Haykırmak, bağırıp çağırmak, bazen aklını kaçırmaktır! Yine de dönüp dolaşıp, aklıselim çağrısına katılmak, ille de barış diye tutturmaktır.
Anarko-komünizan bir bilinçtir bazen de: “Uluslar arasında savaşa, sınıflar arasında barışa hayır!” diyen. Sınıflararası savaşın sürekliliğini gören bir barıştır! Devlet denen devasa ve de köhne organizasyondan tüm hücreleriyle nefret eden. Onun kumpaslarının nereye kadar varabileceğini bilen. Devletlerden değil, insanlardan, ezilenlerden, halklardan, eşitlikten ve özgürlüklerden yana olunması gerektiğini tekrar eden.
Kardeşliğidir insanların, komşuların, halkların… Kışkırtılan tüm düşmanlıklar, aslında tepedekilerden, iktidardakilerden, iktidarın asıl sahibi varlıklı kesimlerden, yönetenlerden kaynaklanmaktadır. Dostluk ve kardeşlik ise halklar arasında olmalıdır. Halkları birbirine boğazlatanlar, yani tepedekiler, yüzde 1’in içindekiler… silahlarıyla, istifledikleri para ve mallarla savaş sayesinde kârlarına kâr katarlar, koltuklarını korurlar, iktidarlarını ve korkunun gölgesini büyütürler… bunların farkındalığıdır. Bu farkındalığı tüm yüzde 99’a anlatabilme çabasıdır.
Dildir biraz da. Kucaklayıcı barış dilidir. En öfkeli anda bile özen göstermektir bu dilin zarar görmemesine.
Milliyetçi kışkırtmalara karşı, halkların ve kardeşliğin yanında akıl ve ses olabilmektir özetle.
En doğal ve insani tepkidir. İnsan olmanın mütemmim cüzü gibidir. Öyle ya, kim ister ki aksini? Savaşı, ölümleri, dehşeti ve sürekli şiddeti yani?
Var işte isteyenler! İstemekle kalmayıp başlatanlar, yayanlar ve genişletenler. Onları da bilmektir, tanımaktır, tanıyarak büyümektir. Onların, barış talebinde bulunanları “sıkıştırma” ve giderek “mahkûm etme” girişimlerine de direnebilmektir. Fırsat bu fırsat diyip, kendine siyasi alan açmaya çalışanların kurnazlığını ve kofluğunu görebilmektir aynı zamanda.
Savaşın iyice azdığı bir dönemde, savunmanın, yanında durmanın, haykırmanın zorlaştığı bir taleptir barış. Tehlikelidir böyle zor dönemlerde yani!
Savaşın gölgesini her yere yaydığı bir dönemde, “savaşın taraflarından biri durumuna düşmek” şeklinde de yansıtılabilir, bu şekilde de gösterilebilir barış talebi! Genelde de savaşın başlatıcısı ve güçlü tarafı tarafından yapılır bu! Bizler ve onlar ayrımının keskinleştirildiği, bizden değilsen onlardansın dayatmasının güçlendiği dönemlerde yapılır.
Orada olanlar ile burada olanları ayırt etmemektir barış halbuki. Orada ölenler ile burada ölenleri. Orada olunca bir şekilde burada olacağını da bilmektir. Hiçbir yerde olmaması için çabalayıp didinmektir.
Çabalayıp didinmek, sesini naifçe yükseltmek yeterli midir peki? Somut olarak nasıl katkı konabilir ona, barış talebi nasıl daha somut hale getirilebilir, nasıl ete kemiğe bürünebilir? Şiir mi yazılır, etkili bir imza kampanyası başlatıp o mu yayılır, sürekli sokağa mı çıkılır, tencere tava mı çalınır, tribünlerde savaş karşıtı şarkılar mı söylenir, barış akademisyenleri arasına mı katılmak gerekir, barış anneleriyle birlikte mi yürünür, Ali İsmail’in barış tişörtüyle mi dolaşılır, sürekli barış şarkıları mı söylenir Türkçe ve Kürtçe ve diğer dillerde, savaşın gerçek yüzü ve acımasızlığını, barışın su gibi, hava gibi bir ihtiyaç olduğunu anlatan Nâzım ve Brecht şiirleri mi paylaşılır durmaksızın, bildiri mi dağıtılır sabah akşam, çıkarları için savaşı çıkartan(lar)a karşı ortak muhalefet mi yükseltilir, savaştan nemalanan(lar) deşifre mi edilir, savaşın muhataplarını bir masa etrafında oturtmak için elçilik mi yapılır… ne yapılır, nasıl yapılır, nasıl somutlaşır? Sürekli düşünmek ve eylemektir barış.
Kolay değildir böyle zamanlarda onu savunmak. Zordur.
Zorlukların üstesinden gelip, inadına ve illa ki BARIŞ diyebilmektir bu yüzden de…