Üniversite, insanın düşünsel gelişiminin en önemli duraklarından/konaklarından biri. Sunduğu bilgi ve kültür kaynakları, harekete geçirdiği araştırma merakı, birikimimize yaptığı çok boyutlu katkıları vb. bir yana, sağladığı kapsamlı tartışma olanaklarıyla, kişide “yöntem bilinci”nin ve eleştirel bakışın gelişimine destek olabilmesiyle, bu bağlamda soru sormayı öğretebilmesiyle vb.
Biraz daha devam edelim: Tek bir “alan”a, “disiplin”e ya da “yerelliğe” tıkılı kılmadan, farklı ve geniş ufuklara, evrensel olana açılabilmesiyle; özgürleştirici potansiyeliyle; özgürlükle diyalektik ilişkisinde zorunluluk ve (halka karşı) sorumluluk bilincini de geliştirebilmesiyle; bilimsel araştırma imkânlarıyla; kişinin hayal gücünü geliştiren sanatsal etkinliklerle daha içten bir ilişki kurmasına dönük sunduğu olanaklarıyla; bazı üniversitelerin bilim ve sanat alanlarında oluşturduğu köklü gelenekleri ve ekolleriyle, o tarihsel geleneğin içinden yine de yenilikçi yaklaşımları, yeni ekolleri çıkarabilme kapasitesiyle vb. vb.
Tüm bunları sunabilmek için: Hocası ve arkadaş çevresiyle elbette.
Okuyacağınız üniversiteyi ve bölümü seçerken, üniversitenin binasını, amfilerini, laboratuvarını, havuzunu, tenis kortunu, manzarasını vb. değil, eğitimin niteliğini seçmeye çalışıyorsunuz herhâlde. İlgi ve yatkınlık duyduğunuz alan (meslek seçimi) tamam diyelim, ama sizi bir yandan bu ilgi ve yatkınlık alanınızda geliştirirken, diğer yandan üniversitenin yukarıda andığımız asıl kimliğiyle buluşturacak olan kişi ve kişiler en önemlisi. Hocalar/öğretmenler/akademisyenler yani. Soru sormayı öğrenmenize, tartışmalarınızı geliştirmenize yardımcı olan “rehberler”. Üniversitenin gerçek gücü ve niteliği.
Bir de kantin ve kütüphane! Onların da “binası” değil tabii ki; içindeki “kitap öğretmen”i, “süreli yayın öğretmen”i, “arkadaş öğretmen”i, “yoldaş öğretmen”i, “sevgili öğretmen”i, “arkadaş çevresi öğretmen”i, “eylem öğretmen”i… Diğer rehberler ya da tartışma/sorgulama arkadaşları.
Kantinin ve “yoldaş öğretmen”in önemine dikkat çeken –hangi kitaplarındaydı şu anda tam hatırlamıyorum ama– Yalçın Küçük idi. Ankara’da SBF kantininde sadece İktisat’taki ya da fakültedeki arkadaşlarından değil, komşu üniversitelerden kantini ziyarete gelenlerden, kendilerinin komşu kantinlere ziyaretlerinden ya da üst sınıflardaki Ece Ayhan’lardan vb. öğrendiklerini anlatan pasajları vardı. Hocalardan, kitaplardan, Mülkiye geleneğinin temsilcilerinden öğrendikleri kadar, onların da ayrı bir değeri ve önemi olduğuna işaret ediyordu.
Üniversitenin iki temel direği, “öğretmenler” ve “yoldaş öğretmenler” diye sadeleştirip devam edecek olursak, ilki açısından bir hayli sıkıntılı, KHK’li bir dönemdeyiz malum. Üniversitelerden uzaklaştırılan, atılan yüzlerce iyi hoca. 12 Eylül sonrası ve 1402’likler dönemi gibi. Belki daha beteri. “Türkiye’de üniversite bitti,” sözünü dillendiren bir hayli insan var. Ama bir yandan da orta öğrenimini bitirip Türkiye’de üniversiteye giren, tercihler yapan, geleceğe yönelik arayışları ve umutları olan on binlerce genç var.
Üniversite sonuçlarının açıklandığı, yerleştirme ve tercih işlemlerinin sonlanmakta olduğu bir haftada bu çelişik duruma değinirken, başlıktan ve yazının akışından da anlaşılabileceği üzere “yoldaş öğretmen”in artan önemine dikkat çekmek istiyorum. Yalçın Küçük’ün kullandığından biraz daha geniş bir anlamda.
Kantin ve kütüphaneyle birlikte,
- yayınevlerini ve ülkemizde “eleştirel düşünce”ye katkı sunan yayıncılığı;
- sol/sosyalist çevrelerin, gençlik örgütlerinin üniversitelerde bir ağırlık oluşturabilmesini;
- farklı çevrelerin birlikte “okuma programları” geliştirebilmesini, tartışabilmesini ve uzaklaştırılan hocaları da kapsayarak bunları başka seminer vb. programlarıyla destekleyebilmesini;
- yine, uzaklaştırılan hocalar için başka alternatif kanallar oluşturulabilmesini;
- internet ve sosyal medya olanaklarının daha etkin kullanımını vb. işin içine katarak “yoldaş öğretmen”i daha geniş kavrayabiliriz sanırım.
Üniversitelerin içi, “içerisi” boşaltılıyorsa, bu boşluğu doldurabilecek biçimde “dışarıdaki” her imkânı daha iyi değerlendirerek, daha etkin kullanarak; içeride de kantine, “içerideki yoldaş öğrenci”ye abanarak! Değerli hocalar üniversitelerden “resmî” olarak uzaklaştırılırken, bir anlamda gayriresmî yolları ve yordamları geliştirip genişleterek.
Özellikle edebiyat ve sosyal bilimlerde – tarih, felsefe, siyaset ve sosyoloji de içinde– yayın dünyasının gerek telif gerek çeviri eserlerle çok kapsamlı bir yayıncılığı söz konusu aslında. Buradan iyi, yeni ve yaratıcı “okuma ve tartışma programları” çıkarıp, daha genç ve geniş bir okur kesimiyle buluşturmak mümkün. Fikir Kulüpleri Federasyonu, Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti gibi yapıların birlikte bu programları daha da etkinleştirmesi ve yaygınlaştırması mümkün. Tek bir kantin, kampüs ya da şehirle sınırlı kalmadan, internet ve sosyal medya aracılığıyla bunları ülke genelinde yaymak da mümkün. Her adımında işin içine üniversiteden uzaklaştırılan hocaları dâhil etmek tabii ki mümkün. Yayınevleriyle işbirliği içinde, geçmişteki Bilar, Özgür Üniversite, Nâzım Üniversitesi gibi alternatif üniversite çalışmalarını canlandırmak da mümkün. Tüm bunları, kampüste, kantinde, kütüphanede “yoldaş öğretmenler”le tartışarak, onların katılımını artırarak yaygınlaştırmak da elbette mümkün.
Bunca “mümkün olan” şeyin yanında –benim burada afaki biçimde önerdiklerim ve önerebileceklerim bir tarafa– üniversiteli gençliğin yaratıcı aklı ve deli fişek karakteriyle geliştirebileceği, somut olarak ilerletebileceği daha onlarca şey de vardır herhâlde ve mümkündür. Sadece mümkün değil, “üniversitenin bitmemesi” için zorunludur da!
Yoksa “İyi ve gözde bir mesleğim olsun, mezun olunca kolay iş bulayım, talibim çok olsun, iyi para kazanayım,” diyenler için üniversite –iyi bazı hocaları uzaklaştırılmış olsa da– büyük ölçüde yine aynı üniversite.
“Okumuş insanlar halka karşı sorumludur” diyenler ve “düşünsel gelişiminin en önemli durağında/konağında” ilerlemek isteyenler için ise üniversite, daha geniş anlamda kavrayabileceğimiz “yoldaş öğretmen”le birlikte devinmeli bugünlerde.