Mart 2014 yerel seçimlerinin hemen ardından, alışılageldiği üzere, Amerika think-tanklerinden Washington Enstitüsü’nde, Amerika’nın eski Türkiye elçisi James Jeffrey’nin de katıldığı bir değerlendirme paneli düzenleniyor ve konu CHP’ye geldiğinde Jeffrey, kendilerinin CHP için özlediği formülü pek açık bir dille ortaya koyuyordu: Kürt meselesinde ve İslam konusunda daha esnek bir CHP. Aradan geçen zamanda, CHP önce bir Ekmeleddin ve daha sonra kadın kotasından bir Bekaroğlu çıkardı; “çözüm” söz konusu olduğunda tek bir itirazını görmedik. CHP’nin CHP olmaktan çıktığı eleştirisiyle ayrılıp yeni bir parti kuran Emine Ülker Tarhan’ın, net cumhuriyetçi söylemlerini özellikle bu iki başlık üzerinde daha da sertleştirmesi beklenirken Tarhan’ın yeni partisinin liderliğinde bu söylemlere yer olmadığını da çok geçmeden anladık; gücü ve meşruiyeti kendisini destekleyen halkta değil, sermaye ile Amerika’nın kabulünde arayan nice muhalif girişim gibi bir ölü doğuma tanık olduk. Ve şimdi El Cezire, Alper Taş ile yaptığı röportajı sunarken başlığa “Solun İki Sorunu” sözlerini taşıyor ve demek Alper Taş tahlilde, ve El Cezire atfettiği önemde, Jeffrey ile anlaşıyor: Solun iki sorunu Kürt meselesi ve İslam imiş.
Doğan medyasından ‘sol’ dersleri
Heveslileri hemen heyecanlanmasın; Alper Taş’ın, söylemi Jeffrey’den aldığını söylüyor değilim. Yapmaz, ancak bir seçimden diğerine ilerlerken tüm Batı medyası ile birlikte, Payzın, Gürsel, Özdemir et al.’ın “Türkiye solu” üzerine hiç susmamacasına konuştukları ve aynı formülü, zihinlere çivi çakar misali yineledikleri bugünlerde böylesi paralellikleri es geçemeyiz, geçmemeliyiz.
Yeni gözağrısı
Amerika’nın CHP’ye biçtiği kılıf değişmiş değil; ancak yeni “sol” parti etiketiyle yükseltmeye çalıştığı yeni gözağrısının HDP olduğunu hiç saklamıyor; Ortadoğu planları ile uyumludur ve CHP kurmaylarının pek kaygılandıklarını düşünebiliriz. Yeni Türkiye’deki yerini altı okunu kırıp atarak almaya çalışan CHP’nin bu kaygıları elbette hiç yersiz değil. Türkiye’de sırtını sermaye ile Amerika’ya yaslayarak yükseldiği yerde kalabileceği hesapları kuran hiçbir “muhalif” özne ders alıyor görünmüyor: Amerika, kullanır ve atar, atar ve yine kullanır; sermaye ile Amerika’nın kendi çıkarları vardır. Tarhan ile CHP yöneticilerine bir Machiavelli okuması öneriyoruz: Kendi gücüyle değil de başkalarının gücüyle yükselme peşinde koşanlar, yükselebilseler dahi, ancak yaslandıkları gücün çıkarları bunu gerektirdiği sürece ayakta kalabilirler. Siyaset bilimine giriş dersidir ve “kolay gelsin” diyoruz.
‘Sınıftan kaçış’
“Yeni sol”, “new left” arayışlarının hiçbir coğrafyada yeni olmadığını biliyoruz. Sözünü ettiğim, elbette kavgada cüretkarlık arayanlar değil; Ellen Meiksins Woods’un 80’li yılların sonunda kullandığı terim ile “sınıf’tan kaçanlar”. Yakın tarihimizde bu arayışların ağırlıklı bir kısmının solu sağa çekerek, kitlelerin kustuğu bir düzene payanda yapma sonucu verdiğini açıkça söylemek gerekiyor. Gelinen noktada, devletçiliğe, hatta laikliğe faşizm diyen “solcular” var. Kamu çıkarı yerine insan hakları; cumhuriyet yerine demokrasi; sınıf yerine kimlik; yeni “literatür” uzayıp gidiyor. Şimdilerde, emperyalizmin kendine karakol kurma arayışına, halkların kendi kaderini tayin hakkı diyorlar ve demek işte böyle özgürlükçüler, “kapatma özgürlüğünün” ardından emperyalistlere karakol kurma özgürlüğü tanıyorlar; bir kısmı handiyse Türkiye topraklarından kendisi kesip verecek. Sosyalizmi bırakalım, materyalizmin temeli “hangi koşullarda” sorusudur; “yeni sol” cenah ise evrensel, soyut ve maddi hayatta karşılığı bulunmayan ya da daha kötüsü, karşılığını yalnızca tekellerin çıkar dünyasında bulan bir değerler silsilesi içinde yuvarlanıp gidiyor.
Esnek sol: Çözümofil ve islamofil
Jeffrey, daha çözümofil ve daha islamofil olun, diyor; ne yazık, Alper Taş ekliyor: Sol olarak çözmemiz gereken iki mesele Kürt meselesi ile İslam meselesidir. Röportajdan anlaşıldığı kadarıyla Alper Taş, solu Türkiye’nin bu iki meselesini çözme iddiasında görmekten ziyade, solun bu iki mesele üzerine kendi bakışını düzeltmesi gerektiğini vurguluyor. Alper Taş’ın sözleriyle “Kürt mücadelesinin ortaya çıkardığı dinamikleri Batı’da milliyetçi eksene kaydırmayacak” ve bir başka röportajından tamamlayarak alıyorum, “halkın islamına” dokunmayacak.
Başkanlık mı, sistemi mi
Alper Taş’ı bırakalım, eninde sonunda Jeffrey’nin yutamayacağı bir lokmadır. Ancak bu çözümsever ve islamsever “yeni sol” projesini bırakamayız. Demirtaş’ın bu “yeni sol” arayışında kendine yer açma çabasında olduğu ortadadır; yakın zamanda Kemalistlere ve daha dolaylı olarak sola, AKP ile nasıl bir mücadelenin doğru olup olmayacağı konusunda ders verme çabasına girdiğini biliyoruz. İşyerinde iş güvenliği aramanın Allah’a güveni sarsacağına dair hutbelerin okunduğu, dört yanı imam-hatipleştirilmiş ülkemizde, “ortada islamileştirme olmadığını” ve anti-kapitalist mücadelenin AKP’ye “bu kadar islami bir kimlik vehmederek” yapılamayacağını böylelikle öğreniverdik. Şimdi, bir başkanlık tartışmasıdır gidiyor ve aynı Demirtaş, tam da Amerika’nın da demediği zamanda, “Tayyip for president” demediği için bayram ediyoruz. TÜSİAD’ın yakın zamanlı açıklamalarını unutanlar olsa da, çok değil, bir gün sonra Eczacıbaşı’nın bile “Erdoğan” demediğini görüveriyoruz. Sermayenin dersleri Payzınlar’ın ve Demirtaş’ın derslerinden daha verimlidir ve Eczacıbaşı, önemli olan başkanın kendisinden çok, sistemin kendisidir, diyor. “Desantralizasyon” kapıdadır ve kimi “yeni sol”, Türkiye ve Ortadoğu açısından sonuçlarını hiç umursamazcasına, mahçup mahçup alkışlıyor, kimi kızıl bayraktan emperyalistlerin önüne serilecek kırmızı halı çıkarmaya çalışıyor.
Duyduğumuz, Washington’un çok da yeni olmayan umutlarının türküsüdür: “Ey ‘yeni sol’ gençlik! Birinci vazifen, ‘çözümünü’, ‘seküler vitrinli islamlaştırmayı’ ve çözülüşünü sevmektir. Mevcudiyetinin yegane temeli budur. Ve bu temel benim pek kıymetli hazinemdir.”