Ezgi’nin gülüşü, Alican’ın alamadığı parkası, ve İncirlik’i bir kez daha Amerika’ya verdik. Artık çok açık görebiliyoruz ki, Suruç’ta bomba patlamadan önce anlaşma yoldaydı. Peki, Erdoğan onca ayak dirediği yoldan nasıl döndü; Türkiye Ezgi’nin gülüşünü, Alican’ın hayallerini ararken, acısını ve parçaları toplamaya çalışırken, sokağa öfkesini taşırken, hayır, sorumluyu aramıyor, biliyordu.
Erdoğan, Obama’nın hedef tahtasına Esad yerine IŞİD’i oturttuğunu ilan etmesiyle ve düne kadar kendisine destek olmasına alıştığı Kürt siyasetinin, bu kez kendisine karşı yükselmesiyle büyük güç yitirmiş ve köşeye sıkışmışken patladı bomba. Gezi’de gözünü kaybeden Çağdaş’ın sevgilisi Büşra’yı, Validebağ direnişinin bordo-mavi sevdalısı Koray’ı, tam 32 canı aldı; Erdoğan’ın hem IŞİD hem de Kürt politikasında keskin dönüş hesaplarının yolunu açtı. Hepimiz biliriz, bu coğrafya kanlı tesadüflerin coğrafyasıdır.
Erdoğan seçimde aldığı büyük yenilgiden sonra Amerika’nın taleplerine teslim olmak zorunda kaldı. Peki, tüm dünyanın onca sene beslediğini açıkça söylediği IŞİD’e birden sırtını dönmenin sonuçları? Erdoğan, “iki ay, bilemedin iki yıl içinde Şam’da namaz kılma” iddialarından, vatandaşlarına “bineceğiniz metro ya da metrobüs her an patlayabilir” uyarılarında bulunma noktasına geldi. Koca bir halka “toplu taşıma araçlarınız bizim Şam hayallerimiz nedeniyle patlatılma tehlikesi altındadır” nasıl denir? Bu coğrafya kanlı tesadüfler coğrafyasıdır, yanıtları yoktu, Suruç geldi.
Erdoğan, Kürtlerini kaybetti. Gezi’de darbeci bulan, Reyhanlı’da “hükümetin yanındayız” açıklamaları yapan, başkanlık pazarlığında umut kapısı olan Kürt siyaseti, Suriye cephesini yaramayıp yöntem değiştirmek zorunda kalan Amerika ile birlikte bir başka “telden” çalmaya başladı. Ayrıntılı açıklaması diğer yazılarımda var, ancak eninde sonunda Erdoğan’ın duyduğu önce “Seni başkan yaptırmayacağız” ve sonra “Hükümet ve cumhurbaşkanı arasında köklü kırılma var” sözleri ve gördüğü, seçim sonuçlarıdır. De facto bir diktatörlük kurmazsa nasıl kurtulacak ve de facto bir diktatörlüğü nasıl kurabilir? Bu coğrafya kanlı tesadüfler coğrafyasıdır, yanıtları yoktu, Suruç geldi.
Perde kanla açıldı ve Erdoğan, IŞİD’e karşı gönülsüz ama zorunlu savaşını aynı zamanda PKK’ye saldırı ile başlattı. Amerika’nın “PKK polislere saldırdığı için” demesi, Erdoğan’ın yaptığına göz yumsalar da PKK ile savaşın kendi programlarının bir parçası olmadığını vurgulamak içindir ve bu ikili çıkış Amerika için değil, ama Erdoğan için bir madalyonun iki yüzüdür: Bir yanda, toplu taşıma araçlarına binmekten korkmak zorunda kalan vatandaşına “teröristlere” üzerlerinde şehitlerin adlarının yazdığı bombaları attığını söylemek ve diğer yanda, varoluşunu kalıcı kılmanın tek yolu olan diktatörlüğün yolunu açabilmek için HDP’nin altını oymaya çalışmak zorundadır.
İşe yarar mı, freni patlamış politikalarıyla kendi metrosunu IŞİD hedefi haline getirmiş bir adam, hırsı ve cehaleti nedeniyle kendisini yükselten güçler tarafından dahi sorunlu görülen, barajından medyasına her şeyiyle mevcut iktidarı korumak üzere tasarlanmış bir seçimde dahi büyük darbe yemiş bir adam başta kalabilir, hatta gücünü arttırabilir mi? Çok zor; ancak kolaylaştırmaya çalışanlar olduğunu görüyoruz: Kimilerinin, belki de uygun bir kavram bulamadıkları için, isimlerini hâlâ “muhalefet” kavramı içinde zikrettiği odakların önemli bir kısmı Erdoğan’ın değirmenine su taşıyor.
Suruç’un ardından insanlar “Hesap soracağız!” derken, “Gün suçlama günü değildir” diyen Kılıçdaroğlu ile “açılım” meselesi dışında her konuda AKP’nin bir uzantısı olduğunu bir kez daha açıkça ortaya koyan MHP’yi bu yazıda bir yana bırakıyor ve Erdoğan’ın ülkeyi soktuğu karanlığa ilişkin farklı boyutları ele alma fırsatı verdiği için, birbirini düşman olarak gören, ancak savundukları ile Kürt siyasetini kâh ABD ve kâh AKP kucağına iten iki çevrenin “gaflet ve dalaleti” üzerinde durmak istiyorum.
Bir yanda, PKK bombalanıyor diye Erdoğan’ı alkışlayan ve bunu utanmadan vatanseverlik diye sunanlar var. 1) Erdoğan, PKK bombalıyorsa, bu başka bir nedenle değil, Kürtler, “Seni Başkan yaptırmayacağız” dedikleri içindir. 2) Amerika Ortadoğu’da Suriye-İran-Rusya cephesi karşısında zafer kazanamadığı sürece bölgede denge gözetmek zorunda kalacaktır ve kısa vadede hiçbir ülkeden resmi bir Kürdistan koparıp alamaz. 3) Amerika’nın de facto Amerikancı Kürdistan’lar istediği doğrudur ve ancak bunu engellemenin yolu, kuşkusuz, Erdoğan’ın can simidi olarak sarıldığı “Kürt savaşının” diğer yüzü olan İncirlik’in Amerika’ya verilmesi değildir. 4) Türkiye egemenlerinin Kürtleri Amerika’nın kucağına itmeyi bir politika bildiğini artık hiçbir kuşkuya yer bırakmadan söyleyebiliriz. Havadan operasyon ile PKK “temizlenemez” ve Amerika’nın da bu faslın çok uzamasına ya da büyümesine izin vermesi pek zordur. Erdoğan’ın bu macerasının sonu, Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün dediği gibi, İncirlik eliyle PYD’nin korunması olacaktır. Türkiye, nasıl Irak Savaşı’nda İncirlik’i Amerikan uçaklarına açarak Barzani Kürtleri’nin korumasını Amerika’ya verdi ise, şimdi de Suriye Kürtleri’nin korumasını Amerika’ya vermiş bulunmaktadır. 5) Amerika’nın geleceğini ilan ettiği Musul savaşı kapıdadır ve Amerika’nın, kendisinin ve müttefiklerinin bölgedeki gücünü belirleyici savaşlardan biri olacak Musul savaşına elinde İncirlik ile girecek olmaktan pek memnun olduğunu düşünebiliriz. 6) Kürtleri Amerika’ya itmenin çözüm olmadığını bilen İran’ın Erdoğan’ın Kürt savaşına karşı çıkışının altında bunlar yatmaktadır. 7) Dış siyaset dengeleri bir yana, alkışçı çevrelerin yaptığı, Erdoğan’ın de facto diktatorya çabasına destek vermektir.
Ancak bu kadar değil, bir de “öte taraf” var. Erdoğan, AKP’ye karşı sesini yükselten ve CHP yönetiminin topyekün terk ettiği cumhuriyetçilerin desteğiyle siyaseten de yükselen HDP’yi yalnızlaştırabilmek ve Kürt siyasetini bir kez daha AKP yoluna mahkum etmek umuduyla saldırırken, bir yandan da Başaran’ından Çandar’ına, Nuray Nert’inden Barzani’sine “müzakereee”, “çözüm süreciii” feryatlarının yükseldiğini görüyoruz. Bu isimlerin “feryatları” normal görülebilir, varoluş nedenleridir, ancak “AKP ile müzakereye dönüş” kimi sol çevrelerce de dillendiriliyor ve öyleyse, şunlara dikkat etmemiz gerekiyor: 1) Müzakere dedikleri “Çözüm süreci” AKP ile Kürt siyasetini birbirine bağlayan ve tılsımı bundan ibaret olan bir süreçtir, Gezi’de darbeci, Reyhanlı’da hükümete destek, Said-i Nursi heykelleri, islam şemsiyeleri çıkarmıştır. 2) Obama Doktrini sonrasında ise “müzakere/Çözüm süreci” dedikleri garabette ikili bir denge arayışı vardır: Kürtler Erdoğan’ı ve AKP Kürtleri uysallaştıracak, emperyalist literatürdeki karşılığı ile “demokratize edecek”, tabii AB ve ABD’nin Erdoğan’a uyarıları ve çağrıları geçikmemektedir. Erdoğan Kürt savaşında ısrar ederse, uyarı ve çağrılarda sertleşme bekleyebiliriz. 3) Şu anda yükseltilen Kürt savaşı, Erdoğan’ın sıkışmışlığı ile devletin Kürtlerin sekülerliğe ve sol ile temasa dönmesini asla istememesinden kaynaklanmaktadır ve Akdoğan’ın şu sıralar sıklıkla açıkladığı gibi hedef, bildikleri ve sevdikleri Öcalan ile bildikleri ve sevdikleri HDP’ye dönmektir. “Sopa ile terbiye” deniyorlar ve pek zordur. 4) Paris cinayetleri üzerine yazdığım yazıda ayrıntıları bulunuyor, Kürt hareketinde sola yakın kanat emperyalist cephenin her bileşeni için her dönem, ve büyük dönemeçlerde her zaman özellikle hedeftir ve Suruç’ta hedeflerden biri Kürt hareketi-sol yakınlaşmasıdır. 5) Çözüm sürecine dönülmesi, Kürt siyasetinin Türkiye ilericileriyle birlik yolunun kapanması ve Kürt siyasetinin son seçimlerdeki kazanımlarının silinmesi anlamına gelir. Çözüm çözümsüzlüktür.
Liberal cephenin, Akdoğan ve Barzani’nin tüm feryatları, “AKP çözümüne destek veren Öcalan” arayışları, Öcalan’ın AKP’nin ve MİT’in elinde rehin tutulmasının tüm Türkiye’ye zararını gözler önüne serecek niteliktedir. Genel af sosyalistlerin çağrısıdır ve olmaya devam ediyor. Ancak Kürt hareketi “çözümü” ya AKP, ya Türkiye ilericileri ile arayacak. Ortası bulunmuyor. Suruç, budur.