Biraz ötede bir genç kız; bir ayağı yanmış, diz kapağına kadar sargılar. Ağlıyor, çömelmiş. O da yanan evinin külleri üzerinde… Biraz ötede bir kadın, iki çocuğu ile. Kızının eli yanmış, kendisi ve öteki çocuğu da hafif yanıklar almış… Bunlar Mahkeme’den cani Amerikalıları mahkum etmelerini istiyorlar.
Yukarıdaki satırlar Mehmet Ali Aybar’ın Vietnam Günlüğü’nden. Hangi mahkemeden mi söz ediyor? Russell Mahkemesi’nden…
Aybar’ın Vietnam Günlüğü’nde bilyalı bombalar, fosfor ve napalm bombalarıyla parçalanan uzuvlar, yüzler, bebekler; kreşlerin, okulların, hastanelerin en kalabalık oldukları saatlerde hedef alınması var; yine de Vietnam Savaşı’nın bütün vahşetini ortaya koymakta her tekil kayıt gibi yetersiz kaldığını düşünebiliriz. Ancak tarihin en dehşetli ve en haksız saldırılarından biri Vietnam halkını tüm dünyanın gözü önünde olanca acımasızlığıyla vurmaya devam ederken, Amerika’yı işlediği ve işlemeye devam ettiği suçlar nedeniyle sanık sandalyesine oturtacak bir mahkemenin bulunmadığını - en azından Russell Mahkemesi’ne kadar bulunmadığını - tahmin etmek zor olmayacaktır.
Kanun vardı, ama kanunları uygulayacak bir yargı organı oluşturulmamıştı. 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Nürnberg’de uluslararası ilişkilerde zora başvurulması yasaklanmış; barışa karşı suçlar, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar kategorilerine giren fiillerin işlenmesinin idam cezasıyla karşılanacağı karara bağlanmış; Amerika Birleşik Devletleri kararları tanıdığını açıklamıştı. Nürnberg’de Amerika’yı savcı olarak temsil eden yargıç Jackson, Nürnberg kanunlarının yalnızca Nazi liderleri için çıkarılmadığını; bu suçları işleyen bütün devlet adamlarına ve Amerika bu suçları işlediği takdirde ona karşı da uygulanacağını dünyaya ilan etmişti. Öte yandan, Jackson’ın bu ilanıyla, Hiroşima’ya atılan atom bombasının aynı günlere rastlaması bir büyük kara mizah örneği değil, kaskatı emperyalizm gerçeği idi.
Gücü elinde bulunduran ve oluşturduğu şebeke, kendi yargılanmasını önlemek için hukuk ve yargıyı elinde tutarsa ne olur?
Sol görüşlü filozof Bertrand Russell, 1966 yılında dünyanın dört bir yanındaki aydınlara, birlikte bir Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi oluşturmak için davet gönderdi. İçlerinde önemli hukukçularla birlikte Jean-Paul Sartre’ın, Simone de Beauvoir’ın, tarihçi Isaac Deutscher’in, yazar James Baldwin’in, oyun yazarı ve yönetmen Peter Weiss’ın, Barışçıl Öğrenci Koordinasyonu Komitesi Başkanı Stokely Carmichael’ın ve Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın da bulunduğu bir grup aydın aynı yılın Kasım ayında Londra’da bir araya gelerek mahkemenin statüsünü ve programını hazırlayıp Vietnam’a tahkik komisyonları göndermeyi kararlaştırdı. Aybar’ın Vietnam günlüğü, bu komisyonlardan birinde görevli olarak gittiği Vietnam’daki gözlemlerini ve Russell Komisyonu’na sunduğu raporu içeriyor.
Russell Mahkemesi, Fransa ev sahipliği yapmayı reddedince, Londra, Stockholm ve Kopenhag’da yapıldı. Mahkeme süresince, aralarında Amerikan askerlerinin de bulunduğu 30’dan fazla kişi tanıklık yaptı, sunulan raporlar ve belgeler incelendi. Amerika, savunma yapmaya çağrılmış olmasına rağmen mahkemeyi tanımadı.
Aybar, tıpkı Russell ve Sartre gibi, cezai açıdan yaptırım gücü olmayan bir mahkemenin kararın ne işe yarayacağı sorulduğunda şu cevabı veriyordu: “Bu mahkemeyle, pervasızca suç işlemeye artık göz yumulmayacağı anlaşılmıştır... Mahkeme, meşruluğunu, kamuoyu tarafından benimsendiği ölçüde kazanacak…” Russell, “Force majeur’den yoksunuz,” diyordu, ama emperyalizmin dayattığı düzenin getirdiği “aşikar kısıtlamaların bir üstünlük olduğunu” da ekliyordu. “Hikmet-i hükümetin gerekliliklerini yerine getirmek ya da buna benzer yükümlülüklere bağlı kalmaksızın önemli ve tarihsel bir soruşturma yürütme özgürlüğüne sahibiz”.
Mahkeme, Amerika’yı Vietnam halkına karşı saldırı ve soykırım suçları işlediği hükmüne vardı. Mahkeme ve hüküm, dünya gazetelerinde geniş yer buldu; çok daha önemlisi, Amerika içinde ve dışında Vietnam savaşına karşı mücadelenin yükseltilmesinde çok büyük etkide bulundu.
Şimdi Ali İsmail mahkemesini bekliyor. Ayakkabı kutuları; Ergenekon, Balyoz davalarında yitirilen hayatlar; Devrimci Karargah ve KCK; Reyhanlı; MİT tırları; Sivas için “Hayırlı olsun” açıklamaları; 6 yaşında evlendirilebileceği söylenen kız çocuğu ve Özgecan; Soma’da kapanan tam 301 çift göz; “güzel öldükleri” söylenen tüm emekçilerimiz; tüm kaynakları, tüm sahilleri, tüm limanları bir bir satılan bu halk; Fatiha’lara teslim edilen meclis; imam hatiplere teslim edilmiş geleceğimiz; bir dönem yükseltip şimdi unutmuş göründüğümüz “cumhuriyet kazanımları” mahkemesini bekliyor. Seçim öncesinde “yargılanacaklar” diyen düzen partileri çoktan “aklama” sessizliğine bürünmüş durumda ve şaşırmıyoruz, kaskatı gerçektir. Ancak, pervasızca suç işlemenin zamanı geçti ve sözümüzü söyledik: Hesabı sorulacak!
Tüm Türkiye’nin önünde toplanacak, görevinin, meşruiyetinin ve ciddiyetinin farkında bir Cumhuriyet Mahkemesi için çağrıdır.