Validebağ, İstanbul’un kent merkezindeki ender yeşil alanlardan biri olmanın ötesinde bir koru.
Validebağ bir park değil, korunması gerekli bir doğal varlık olarak tescilli olan bir koru. Elinizden yemek yiyen sincapların, çeşit çeşit kuşların, ağaçların ve onlarla birlikte olmaktan mutlu yurttaşların mekanı.
Üsküdar Belediyesi ve 2012 itibari ile doğal varlıkların talan edilmesinin önünde kısmı de olsa direnç gösterebilen Koruma Kurullarına dahi tahammül edilemediği için kurulan, ayakkabı kutuları ile arasındaki bağı sağır sultanların dahi duyduğu Koruma(!) Komisyonu Validebağ Korusu’nu ranta açmak için her yolu deniyor.
Birinci dereceden doğal sit alanında akla bile getirilmemesi gereken projeler için çıldırılıyor, beton tapınakları haline getirilen parkları (örneğin Cihangir Parkı) hiç görmemişiz gibi Validebağlıların (sincabın, kuşun, ağaçların, börtü böceğin ve onlarla barışık yurttaşların) Korusu daha sonra büyüklerine yol açmak için küçük yapılaşmalarla tahrip edilmek isteniyor. İlk adım, yola bakan tarafta bulunan ve örneğin benim en fazla beş yıl önce ağaçların gölgesinde dinlendiğimi anımsadığım ama şu an tek bir ağaç bile kalmamış (bakın şu Allah’ın işine) üç bin beş yüz metrekarelik bir alana beton dökülerek otopark haline getirilmesi.
90’ların ortasından bu yana Validebağ korumak için gün be gün didinen Validebağ gönüllüleri önce yetkililerle(! ) görüşüyor, birinci dereceden doğal varlıkların böylesi usullerle yapılaşmaya açılamayacağını anlatıyor uzun uzun. Yetmiyor Validebağ Gönüllüleri dilekçe üstüne dilekçe veriyor, dilekçe hakkının eksiksiz kullanımı için örnek oluyorlar. Ne çare, Üsküdar Belediyesi dediğinin dedik olduğunu söyleme gereği dahi duymuyor.
Validebağlılar kendilerinden emin, korunması gereken doğal varlıkların böylesi bir uygulama ile betonlaştırılması sadece hukuka değil AKP tarafından kevgire çevrilen mevzuata da aykırı.
Bir Pazar günü buluşuyorlar ve sessiz sedasız üzerlerine beton dökülsün diye yere döşenen demir filizlerini bir kenara taşıyor, Üsküdar Belediyesi alıp başka bir yere götürebilsin diye üst üste istifliyorlar.
Olmuyor; Üsküdar Belediyesi hemen ertesi günü duruma vaziyet ediyor, kim bilir kime söz verilmiş o alanı demir paravanlarla çeviriyor; içeri inşaat malzemeleri yığıyor, şantiye merkezi olacak konteynırlar yerleştiriyor ve hiç sıkılmadan “inşaat alanı” tabelasını iliştireviyor.
Ve işte tam da o anda, İstanbul’un orta halli yurttaşlarının yaşadığı bir mahallesinde, çok değil bundan bir buçuk sene akla dahi gelmesi şaşırtıcı olacak bir şey oluyor: İstanbul’un dört bir yanından gelen kent ve doğa savunmanları ile birlikte Validebağlılar (önce ufak bir kararsızlık yaşasalar da) demir paravanları yıkıyor, konteynırları mühürlüyor ve inşaat alanını nihayetlendiriyorlar.
Yetmiyor, Validebağ Gönüllüleri yurttaşları 31 Ağustos 2014 tarihinde yurttaşları Koru’ya ağaçsızlaştıran ve beton dökülmek istenen alana ağaç dikmeye çağırıyor. (Barış Günü mitingi ile aynı güne, aynı saate çağrı yapılması ile ilgili eleştirilerin saklı olduğunu özellikle vurgulamakta yarar var...)
31 Ağustos 2014 öğleden sonra ağaç dikmek üzere Koru’ya gidenleri bir polis ablukası karşılıyor. Ağaç dikilemeyeceğini, Validebağ Korusu’nun 1. Derece Sit alanı olması nedeni ile tıpkı ağaç sökmek gibi ağaç dikmenin de suç olacağını söylüyor. Akıl almaz denebilir, ancak polisler, koskoca adamlar neo-liberal devletimizin tüm ciddiyeti(!) ile tam da böyle söyleniyor.
Bu akıl almazlığın karşısında haklı olarak nutku tutulan Validebağ Gönüllüleri ise polis şefleri ve mülki erkanın ısrarları üzerine görüşmeyi yurttaşlardan uzakta kapalı bir mekanda, Öğretmenevi’nin üst katında bir odada sürdürmeyi kabul ediyorlar.
Gezi’den bu yana her başımız sıkıştığında Hızır gibi yetişen tek tek bireylerin meydana getirdiği o kitlesel sağduyu yeniden yetişiyor imdada ve beklemenin sonunun buyurganlığa boyun eğmek olacağını gören yurttaşlar fideleri indiriyor, ağaçları dikmeye başlıyor.
Ağaç diken yurttaşların karşısına hiç sıkılmadan tabur tabur çevik diken kolluk amirleri yineliyor aynı zırvayı: 1. Derece Doğal Sit Alanı’nda ağaç sökmek de ağaç dikmek de yok...!
Yurttaşlar önce rica ediyor, sonra nazikçe uyarıyorlar kolluğu yaptıklarının gayrı meşru olduğu nu söylüyor. Çevik Kuvvet polislerinin önünde on üç yaşında ilkgençlerden en yaşlısına kadar tüm Validebağlılar etleri ile kemikleri ile savunuyorlar her bir ağaç fidesini.
En sonunda diktikleri, dikebildekileri ancak polis barikatının arkasında kalan, cansuyu verme olanağı dahi bulamadıkları fideleri Vali’nin talimatı ile (evet yanılmadınız Vali Mutlu’nun talimatı ile) ve polis marifetiyle söktüreceğini söyleyen polis şefinin karşısına dikiliyor Validebağlılar.
Yurttaşların kararları açık: “Ağaçları sökenleri yakalamayanlar diktiğimiz ağaçları sökemez. Fidanlarımıza cansuyu verene kadar buradayız”
Sonunda, haklarını talep etmenin ötesinde söke söke alma kararlılığında olan yurttaşlar ağaç fidelerine cansuyunu veriyor ve tüm Koru gibi bu fidanları da koruyacaklarına söz veriyorlar birbirlerine.
Bir başka örnek; Yeşilbahar Ortaokulu, İstanbul’un Anadolu yakasının en köklü ilköğretim okullarından biri.
Daha düne kadar sayısı bir olan Kadıköy’deki imam hatiplerin sekizincisi olacağını duyuyor veliler. Önce inanamıyorlar bu habere ama sonra okuldaki Eğitim-Sen temsilcisinin öncülüğünde araştırmaya başlıyorlar.
Haftalarca bugün git yarın gel ile “eski Türkiye”, ne yapsanız boş imaları ile de “yeni Türkiye” ile muhatap oluyorlar. Çocuklarının okullarına ilişkin idari işlemin ne olduğu kendilerine hiç bir biçimde bildirilmiyor, haklarının saniyen takipçisi olmaları idari işlemi “haricen” elde etmelerini sağlıyor.
Yeşilbahar Ortakolu’nun imam hatibe dönüştürülmesine ilişkin idari işlemden üç, okula ulaşmasından sadece bir gün sonra eşit, parasız, bilimsel ve laik eğitim hakkının savunulması için dava açıyorlar.
Dava açıyorlar ama bugün artık herhangi bir hakkın kazanılmasının mahir avukatlara, gözü bağlı bir yansızlıkla hükmeden hakimlere bırakılamayacağını da biliyorlar.
Sözlerini söyleyip ruhlarını kurtaran, umudu değil umutsuzluğu örgütleyen ahir zaman gardırop ulusalcılarının lafazanlığından kuru laf dışında bir yarar gelmeyeceğinin farkındalar.
Birbirlerinden çok farklı yerlerden gelmiş bir avuç sosyalistle kol kola girip eşit, parasız, bilimsel, laik eğitim talebini imza toplayarak, masalar açarak, böylesini belki de hiç görmemiş bir bölgede ev ev gezilen bir mahalle çalışması örgütleyerek, haftada bir değil en az iki forumla tüm kararları beraber alarak eğitim hakkını almak için örnek bir kampanya inşa ediyorlar.
Çocuklarının geleceğini, eğitim hakkını kazanabilmek için sadece talep etmenin yeterli olmadığını, olamayacağını kendilerine kuru bir laf kalabalığı içinde anlatmaya çalışanlardan değil gün be gün kol kola mücadele ettikleri ile sürdükleri mücadeleden (evet, bizzat mücadelenin kendisinden) öğreniyorlar.
Kendilerini nazikçe (!) tehdit etmeye kalkan müdürlerden, okul kapısında bildiri dağıtırken karşılarına dikilen polisten ve kamusal laik eğitimi tasfiye ederek eğitimi tümü ile piyasalaştırmaya kararlı neo-liberal devletin otoriter sessizliğin sadece talep etmenin yeterli olmayacağını, talep etmenin de ötesinde hakkın söke söke alınması gerektiğini keşfediyorlar.
Bu iki örnekteki keşifler önemlidir. Validebağ ve Yeşilbahar’daki kaşifler bu toprakların eşitlik ve özgürlük kavgasında yepyeni bir ufuk açıyor:
Yeni bir yurttaşlık bilinci....
Not: “Yeni bir yurttaşlık bilinci” kavramı Doğan Ergün arkadaşımın geçen haftaki yazısında İzmirli Genç bir arkadaşa atfen geçiyordu. İzmirli genç arkadaşımıza selam ederiz. Esas olanın, Doğan’ın da belirttiği gibi bu kavramın formülasyonunu esinleyen koşullar olduğu açık. Ancak daha önemlisi bu koşulları yanıtlayan devrimci bir siyaset gereksinimidir.