Türkiye’de devletin zor aygıtlarının zulmü emekçi halkın başından hiç eksik olmamıştır.
Ama ne Takrir-i Sükun döneminde, ne 12 Martta, ne 12 Eylül’de ne de 1991 – 1998 arasındaki yargısız infazlar döneminde zorun elini serbest bırakanların bunu demokrasi hatta daha da ilginci insan hakları adına ve bu normlara uygun yaptıklarını iddia etmemiş, daha doğrusu iddia etmeyi akıllarına dahi getirmemişlerdir.
1990’ların ortasına doğru Türkiye’de kolluğun (Kürt illeri istisna) yetkisi sınırlandırılmaya, demokratik hakların en azından kağıt üzerinde güvence altına alınması için pek çok düzenleme yapıldığı anımsanacaktır. “Kahrolsun insan hakları” sloganları ile yürüyüş yapan polisler unutulur görüntüler değildir.
2000’lerin başında ise, bir evin içine kıstırılan hırsızın nasıl yakalanamadığını göstermek için tüm televizyonları çağıran “eli kolu bağlı” polis skeçlerinin sahneye konuluşu da çok uzak değil…
Anımsayınız, uzunca bir süre MOBESE’lerin güvenliğimize katkısı en ufak bir kuşkuya dahi yer bırakmayacak biçimde propaganda edildi. Londra’da CCTV’lerin neden olduğu tartışmalar ve toplumsal mücadeleler Avrupa’da yaprak kımıldasa kulak kabartan kimi zevat tarafından dahi göz ardı edildi.
Uzunca bir süredir ilgili mevzuatı dahi belirsiz bu devasa kamera ağı hakkında konuşmuyoruz bile ...
Bu gün ise ellerinde küçük oyuncakları ile yoldan geçenleri hiçbir hukuki sınır olmaksızın çeviren, toplumsal muhalefetin tek bir yüksek sesle itirazı olmaksızın hayatımıza giren “TC Kimlik Numaraları” ve MOBESE kameralar ile başlayan bu yeni dönem Gezi ve Kobane direnişleri sonrasında AKP'nin "iç güvenlik paketi" ile yeni bir sınıra dayanmıştır.
Sadece on yıl öncesine kadar kimsenin aleyhine delil vermeye zorlanamayacağı avukatların meslek içi eğitimlerinin temel başlıklarından birisidir. Bugün ise devlet kapısındaki en basit işlemlerde dahi yurttaşların kişisel verileri kaydedilmektedir.
Elektronik kimlik kartları ile günlük hayatımızın ne kadar kolaylaşacağı anlatılırken sağlık ile ilgili verilerimizin dahi kaydedildiği bir elektronik cihazın nasıl bir denetime olanak tanıyacağını aklımıza dahi getirmemiz istenmiyor…
AKP iktidarı döneminde Türkiye’de işkencenin "çok" azaldığı, Türkiye’nin ne kadar demokratikleştiğini durmaksızın anlatmayı bir zevk bilenlerin çok vurguladığı bir gerçektir.
Haklıdırlar, Türkiye’de politik soruşturmalarda işkenceye çok az rastlanır olmuştur. Ancak bu veriye dayanarak “demokratikleşme” iddiasını ileri sürmek en iyimser ifade ile aymazlık olarak nitelenebilir.
Polisin, “bir cürmü söyletmek için” işkence dışında pek çok olanağa kavuşmuş olduğu açık, bu olanakların hukuken sınırsızlığı(!) bilinir ve Türkiye’nin dört bir yanında polisin ölçüsüz şiddetinin belirgin biçimde arttığı ise kuşkusuzdur.
Yukarıda belirttiğimiz gibi yurttaşları ile ilgili tüm verileri akıl almaz bir oburluk ile depolayan bir zor aygıtını himaye eden, Harp Akademisinin yerine Polis Akademisini önce öne çıkaran hemen sonrasında ise tasfiye eden bir "parti devleti" karşısında demokratik haklar mücadelesinin nasıl inşa edileceği sorusu yanıtlanmalıdır.
Türkiye’de uzunca bir süredir demokratik haklar alanındaki mücadele (Kürt sorunu dışında) önemsizleştirilmiştir. Son yirmi yılın en önemli hatası demokratik hakların eksik gedik de olsa burjuvazinin heybesinde taşındığı yanılgısıdır.
Kitabi ayrıntılarda boğulmadan şu söylenebilir: demokratik haklar mücadelesi önemsiz bir ayrıntı, burjuvazinin tekemmül ettiği bir bahis olarak ele alınamaz.
Bugün emeği ile geçinen yığınların sırtına demokratik hakların korunması ve geliştirilmesi mücadelesi de yüklenmiştir.
Demokratik hakların salt hukuki bir “kazanım” sorunu olarak ele alınmasının emekçi halkın günlük yaşamını ne hale getirdiği ortadadır.
Aşağıdan yükselecek bir mücadele olmadan Türkiye’de demokratik hakların mevcut hali ile bile korunması olanaksız olduğu bugün açıklamaya yer bırakmayacak denli açıktadır.
Demokratik haklara sahip çıkmak isteyen sıradan bir yurttaşın inayet kültürü yerine hak bilinci konulmaksızın, yurttaşlıktan kaynaklanan hakları savunabilmek için sosyal haklar mücadelesine sahip çıkması zorunludur.
Örneğin, sendikalaşma oranının düşmeyi halen sürdürdüğü bir toplumsallıkta demokratik haklar mücadelesinin yükseltilebilmesi nasıl mumkün olacaktır?