Küçülen bir ekonomi, yüzde 200’e yaklaşan bir enflasyon oranı, yoksulluğun geri dönmeye başlaması, işsizlik oranının yükselmesi, en temel malların kıtlaşması ve uzayıp giden kuyruklar, istifçilik, devletin tepesine kadar uzanan yolsuzluklar, suç oranlarının yükselmesi, Hugo Chavez’in ölmeden önce seçilmesini istediği Devlet Başkanı Nicolas Maduro’nun ve hükümetinin halka güven verecek adımlar atamaması...
6 Aralık’taki parlamento seçimlerinde iktidardaki Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi’nin (PSUV) karşı devrimci muhalefet karşısında yenilgiye uğrayabileceği aylar öncesinden biliniyordu.
Peki ama ne oldu da, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve barınma gibi alanlarda başta yoksullar olmak üzere halkın çoğunluğunu etkileyen ilerlemeler kaydeden, örneğin 2011 yılında başlattığı sosyal konut projeleriyle bugüne kadar 33 milyon nüfuslu ülkede 850 bin konut inşa etmiş olan ve 2020 yılına kadar nüfusun yüzde 40’ına sosyal konut sağlamayı hedefleyen, halkın yerel örgütlenmelerini destekleyen ve bunlara önemli miktarlarda kaynak aktaran bir iktidar, iki buçuk yıl gibi görece kısa bir süre içinde ciddi ölçüde destek yitirdi?
Görünürde, çok basit bir nedenle: Petrol fiyatlarındaki büyük düşüş.
Venezüella’nın ihracat gelirlerinin yaklaşık yüzde 95’ini ve devlet gelirlerinin yaklaşık yüzde 50’sini petrol satışları sağlıyordu. Ve ham petrolün varil fiyatı 2014 yılının ortalarında düşüşe geçerek 100 dolar civarından 40 dolar civarına gerileyince, ülkenin ekonomik dengeleri hızla bozuldu ve yapısal sorunlar açığa çıktı.
Petrol fiyatlarının yüksek olduğu dönemde, bir yandan sosyal harcamalar artırılır ve yoksulluk geriletilirken, diğer yandan, “Bolivarcı devrim”den türetilen sözcükle “Boliburjuvazi”nin (yani iktidarla işbirliği içinde oldukları kabul edilen burjuvaların) kârları artabildi ve devlet yöneticilerinin yolsuzlukları önemsiz sayılabildi.
Aslında, petrol fiyatlarının biraz da beklenmedik şekilde yüksek olduğu 2007-2014 döneminde, ülke ekonomisinin petrol fiyatlarına bağımlılığını azaltacak adımlar atılabilir, tarımsal ve sınai üretim artırılabilir, bu arada bilimsel ve teknolojik ilerlemeye daha fazla yatırım yapılabilirdi.
Ama tam tersi oldu. Pek çok temel malın ithalatı için kullanılan döviz kurunun sabit tutulmasının da katkısıyla, tarım ve sanayi ürünleri ithalatı, yerli üretime zarar verecek şekilde arttı. Dünya Bankası verilerine göre, ithalatın gayri safi yurt içi hasılaya (GSYİH) oranı 2000 yılında yüzde 18,2’yken, bu oran 2013’te yüzde 29,5’e yükseldi.
2003 yılından bu yana (yine petrol gelirlerinin yardımıyla) sabit tutulan resmî döviz kurları, Venezüella burjuvazisi için, “hayalî” olanı da dâhil olmak üzere ithalatçılığı, özellikle son yıllarda, fazlasıyla kârlı hâle getirdi. Örneğin, sadece 2013 yılında, 20 milyar dolarlık hayalî ithalat gerçekleştirildiği iddia ediliyor. Çünkü devletin ilgili birimleri, “temel mallardan birini” ithal ettiğini iddia edenlere, 6,3 bolivarlık resmî kur üzerinden ABD doları veriyor. Karaborsa dolar kuru ise 2013 yılının başında 18 bolivarken 2014 sonunda 100 bolivara ulaştı. Dolayısıyla, devletten ucuza dolar alıp karaborsada pahalıya satmak en kolay ve kârlı işlerden biri hâline geldi. Tabii bu işi büyük ölçekli bir şekilde yapabilmek için, ilgili devlet birimlerinde çalışanlara rüşvet vermek gerekiyor!
2012 yılında, devlet, 6,3 bolivarlık kur üzerinden, 59 milyar dolarlık ödeme yapmış. Dönemin planlama bakanına ve Merkez Bankası yöneticisine göre, bunun yaklaşık üçte biri “sahte” şirketlere gitmiş.
Ayrıca, Maduro’nun tahminine göre, 2014 yılının ortalarında, gerçekten ithal edilen ürünlerin yaklaşık yüzde 40’ı, yeniden döviz elde edebilmek için yine yurt dışına gönderiliyormuş. Aralarında Venezüella Komünist Partisi’nin de bulunduğu bazı kesimler, bu tür sorunların çözümüne yönelik olarak, dış ticaretin devlet tekeli altına alınmasını savunuyor. Ama Maduro iktidarı bunu kabul etmedi...
İşin daha da kötüsü, “para alım satımı”nın normal yurttaşlar için de bir gelir kapısına dönüşmüş olması. Sadece “temel mal” ithalatçılarına değil, yurt dışına tatile gidenlere ve çocuklarını yurt dışında okutanlara da resmî kur üzerinden dolar veriliyor. Ve bunları edinenlerin bir bölümü de, elde ettikleri dolarları karaborsada satarak para kazanıyor. Bu nedenle, yakın geçmişte, bu tür döviz satışlarına sınırlamalar getirildi.
Görece “sıradan” sayılabilecek insanları da ilgilendiren yolsuzluklar bununla sınırlı değil. Venezüella, dünya üzerindeki (muhtemelen) en düşük benzin fiyatına sahip. Bunun devlete yıllık maliyeti hakkındaki tahminler 12,5 milyar dolar ile 28 milyar dolar arasında değişiyor. Ve 2341 kilometre uzunluğundaki sınırın herhangi bir yerinden komşu ülke Kolombiya’ya geçip orada benzin satmak, kolay yoldan para kazanmanın bir yolu hâline gelmiş durumda.
Kolombiya’ya, sadece benzin kaçakçılığı için gidilmiyor. Ucuz döviz kuruyla ithal edilen ürünlerin de önemli bir bölümü bu ülkenin yolunu tutuyor. Bunların bir kısmı, doğrudan doğruya ithalatçı burjuvalar tarafından Kolombiya’ya götürülüyor. Diğer yandan, devlete ait mağazalardan saatlerce kuyrukta beklenerek son derece ucuza alınan temel malların da bir kısmı ülke içinde karaborsaya düşerken bir kısmı yine Kolombiya’ya taşınıyor.
Tüm bunlar, normalde “emekleriyle geçinmeyi” tercih edecek olan pek çok insan üzerinde çürütücü etkilerde bulunuyor elbette. Emekleriyle geçinmeye çalışan insanlar en temel gereksinimlerini gidermek konusunda bile giderek daha fazla zorlukla karşılaşırken, kaçakçılık yapanlar kolay yoldan para kazanabiliyor...
Ülke sorunlarına, burjuvaziyle anlaşmanın yollarını bularak çözüm arayan Maduro iktidarı, karaborsa döviz kurlarını kontrol altına almak ve bu arada sermaye sahiplerinin yurt dışındaki döviz birikimlerini (üretken yatırımlar için!) ülkeye getirmelerini sağlamak amacıyla, bu yılın Şubat ayında, yeni bir döviz kuru ilan etti (bir iddiaya göre, Venezüella burjuvazisi, 1999 ile 2012 yılları arasında yurt dışına toplam olarak 134 milyar dolar değerinde sermaye kaçırmış): SIMADI. Başlangıçta 172 bolivar olan ve bugün 200 bolivara yaklaşmış olan bu kur üzerinden alışveriş yapmak serbest. Ama bu arada, 6,3 bolivarlık kur da geçerliliğini koruyor! Beklenebileceği üzere, bu yeni kur, döviz spekülasyonunu artırmaktan başka bir işe yaramadı. Diğer taraftan, ABD’deki bir İnternet sitesi tarafından manipüle edilen karaborsa dolar kuru bugün 900 bolivarın üzerinde.
Yurt dışında banka hesapları bulunanlar, sadece burjuvalar değil... Burjuvaların kolay yoldan para kazanmasını sağlayan devlet yöneticilerinin hesaplarındaki paraların toplamı, muhaliflerin (elbette çok çok!) abartılı iddialarına göre, 450 milyar dolara ulaşıyormuş.
Hugo Chavez’in önemli özelliklerinden biri, ciddi sorunlarla karşılaştığında, halkı mücadeleye çağırarak, Venezüella devrimini ilerletecek hamlelere girişebilmesiydi... Ama bugün netlik kazandığı üzere, “tek adam liderliği”ne dayalı devrimci mücadele tarzının “devrimcilik” kısmı, izleyicilerine miras olarak kalmayabiliyor...
Maduro’nun, kamulaştırılmış, işçilerce el koyulmuş ve devlet tarafından yeni kurulmuş işletmelerle ilgili devlet başkanlığı biriminin başına getirdiği Juan Arias, geçtiğimiz Temmuz ayının sonlarında, söz konusu işletmelerin yeniden özel sermayeye açılmasını önermiş ve bu önerisini şöyle gerekçelendirmiş: “Her işçi bir virtüöz olmadığı gibi her girişimci de bir dolandırıcı değildir”.
Kısacası:
1. Daha Komünist Parti Manifestosu’nda vurgulanmış olduğu üzere, işçi sınıfı, tüm üretim araçlarını devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş işçi sınıfının elinde toplamak ve bunları planlı bir şekilde çoğaltmak zorundadır.
2. İşçi sınıfının ve halkın yerel örgütlenmeleri, sosyalist bir iktidar açısından, vazgeçilmez bir önem taşır. Ama halkın sadece yerel düzeyde “iktidar” sahibi olduğu, buna karşın, ülkenin bütününü ilgilendiren merkezî kararların halkın doğrudan denetimi altında olmayan devlet yöneticileri ve bürokratlar tarafından alındığı bir yönetim modelinin, özel çıkar sahiplerine ve sermaye sahiplerine hizmet etmesi olasılığı çok daha yüksektir.
3. Bir başka deyişle, “halk katılımı”nın yerelliklerle sınırlı kalmaması, tüm halkı ilgilendiren ulusal ölçekli planların oluşturulması ve bu planların halk katılımıyla belirlenmesi gerekir (halkın bu planları gerçekten sahiplenmesi ve bu planların hayata geçirilebilmesi için!).
4. Gerçek anlamıyla sosyalist bir iktidar, dış ticareti devlet tekeli altına almak zorundadır.
5. Marksizmin kurucularının ısrarla vurgulamış oldukları üzere, işçi sınıfı, hazır devlet mekanizmasına basitçe el koyarak onu kendi çıkarları doğrultusunda kullanamaz... Bu devlet mekanizması “parçalanmak” zorundadır... Bu kapsamda, örneğin, devlet yöneticilerinin gelirleri sınırlanmalı ve bunlar üzerinde mutlak bir denetim kurulmalıdır... Bunun ötesinde, devlet kurumlarının faaliyetleri herkesçe izlenebilir/denetlenebilir olmalıdır...
Eklenmesi gereken başka pek çok şey var elbette... Yazı zaten çok uzamışken, sitemizin editörlerini daha fazla kızdırmamak için, son sözler:
Venezüella’da bundan sonra ne olur? Açıkçası, bu ülkenin devrimcilerinin işi hayli zor... Ama diğer taraftan, ellerinde, hem çok önemli bir deneyim birikimi, hem de, seçimleri kazanmış olan karşı devrimci güçlerin sahip olmadığı bir aktif toplumsal taban var.
Bir başka deyişle, bugüne kadar yaşanmış olanlardan ve şu son seçim yenilgisinden gerekli dersleri çıkararak, başta işçi sınıfı olmak üzere Venezüella halkının önüne gerçekçi ve ileri mücadele hedefleri koymaları da olası.
Ve en son olarak, bir soru: Venezüella’da yaşanan şu son başarısızlığın üzerinde tepinmeye, ondan kendilerine pay çıkarmaya çalışanlar, bunu niye yapıyor?