Amasız ve fakatsız gerçekler şunlar: Üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmedikçe, sömürü ilişkileri, toplumsal eşitsizlikler, savaşlar vb. ortadan kaldırılamaz. Üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilmesi ise, ancak, işçi sınıfının öncülüğündeki bir siyasal devrimle, yani işçi sınıfının iktidarı almasıyla mümkün.
Şu da yine amasız ve fakatsız bir gerçek: Kapitalist düzenin sınırları içinde kalan hiçbir kazanımın ve hiçbir mevzinin kalıcılığına güvenilemez. Örneğin, işçi sınıfı, kanlı mücadeleler sonucu sendikal örgütlenme hakkını elde eder, sonra bir bakmışsınız, devlet ve patronlar sendikaları ele geçirmiş, onları sınıf düşmanı kurumlara çevirmiş...
Dünyayı gerçekten değiştirmek, gerçekten de “yaşanası” bir dünya kurmak istiyorsak, bu gerçekleri hep akılda tutmak ve hatırlatmak zorundayız.
Dahası, güncel mücadelelerimiz ile tarihsel hedefimiz arasında bağ kurma çabasını hiçbir zaman ihmal etmemeliyiz.
Ama bir tuhaf solculuk türü var ki, güncel mücadeleler ile tarihsel hedefin her an ve tam olarak çakışmasını talep ediyor.
Bu düzende mevzi kazanmak mı? Alman sosyal demokrasisi, mevzi kazananların düzene teslim olduğunu kanıtladı... İttifaklar ya da seçim işbirlikleri mi? Anti-kapitalist ve anti-emperyalist olmayan güçlerle yan yana gelmek akla bile getirilmemeli (yani sadece komünistler arasında ittifak kurulabilir)... Tayyip Erdoğan ve AKP, ülkeyi, işçi sınıfı açısından da bir felaket anlamına gelecek olan bir dış ve iç savaşa sürüklerken, barış talebinin yükseltilmesi mi? Önce bir bakalım, barış talebini kimlerin yükselttiğine ve eğer hoşumuza gitmeyen unsurlar varsa bu gündemden uzak duralım... Yerel seçimlere önem vermek mi? Belediyecilikle bir yere varılamaz... Dayanışmacılık mı? Sadakacılık yapacak hâlimiz yok..
Tuhaflık, güncel gelişmeler hakkındaki tepkisini Twitter’da “Yazarlığı bıraktım. Her gün çocukların öldürüldüğü bu ülkede ne yazabilirim. İki sene sadece boksla ilgileneceğim” diyerek naifçe dile getiren Emrah Serbes’in yerin dibine batırılması noktasına kadar vardı. Gerçekten de, yeterince Leninist bir tavır değildi, Serbes’inki!
Peki, bugün ve somut olarak neler yapmalıyız, tarihsel hedefimize ulaşmak için? Asıl önemlisi, bugün yapacaklarımızla sosyalist devrim hedefimiz arasındaki bağlar somut olarak nasıl kurulacak?
İşte tam bu konuda hiçbir şey söylemeyen bir solculuk türüyle karşı karşıyayız.
Örgütleneceğiz, sosyalizmi savunacağız, düzenle uzlaşmaz olacağız, liberalizme geçit vermeyeceğiz vs. vs. Bir başka deyişle, 30 yıldır yapmaya çalıştıklarımızı aynı kararlılıkla (ya da eskisinden daha da büyük bir kararlılıkla) yapmaya çalışacağız...
İyi de, olası bir devrimci durumda iktidar alternatifi olmamızı da sağlayabilecek olan gücü nasıl kazanacağız?
Cevap yok...
Marx, olgunluk döneminin neredeyse tümünü, kapitalizmin yıkılmasından başka hiçbir gerçek çözümün bulunmadığı tezini savunmaya ayırdı. Ama aynı zaman diliminde, hep “somut arayışlar” içinde oldu. Bu arada, farklı muhalif güçlerin desteklenmesini önerdi, sendikacılarla ve anarşistlerle birlikte Birinci Enternasyonal’i kurdu, seçimlerin önemsenmesini önerdi vb. vb.
Lenin, her zaman çok somut hedefler ve görevler tarif etmeye çalıştı. Legal Marksistlerle ittifak da vardı onun politikaları arasında, Menşeviklerle yeniden bir araya gelmek de, başka güçlerin denetimi altındaki sovyetlerin iktidarı alması talebi de, devrimden sonra Almanya’yla barış anlaşması imzalamak ve savaş tazminatı ödemeyi kabul etmek de... Bir de, aynı Lenin’in, alıntı yapılması reformizm sayılan “ ‘Sol’ Komünizm” diye bir eseri var...
Biz, iktidara nasıl gelebiliriz?
Tuhaf solcularımız, bu konuda cevap aramaya çalışmak yerine, “şununla olmaz”, “bunu yaparak olmaz”, “şöyle hiç olmaz” deyip duruyor.
Ve aynı konuda arayış içinde olanları karalama kampanyaları yürütüyorlar.
Bana kalırsa, özellikle de Gezi Direnişi sonrasındaki Türkiye’de, daha bir tuhaflaşıyor, bu yaptıkları...
Ve aklıma, Marx’ın, 18 Mart 1871’de başlayan Paris Komünü deneyimi hakkındaki Fransa’da İç Savaş adlı eserinde yer alan şu paragraf geliyor, ister istemez:
“Her devrimde, bu devrimin gerçek temsilcilerinin yanında, farklı türden kişiler de öne çıkmaya çalışır. Bunların bazıları, önceki devrimlerin hayatta kalmış ve geçmişte onlarla birlikte önem kazanmış olan temsilcileridir; güncel hareketi hiç kavrayamamalarına karşın, bilinen cesaret ve karakterleri ya da yalnızca gelenek nedeniyle halk üzerinde hâlâ büyük bir etkiye sahiptirler. Bunların bir başka bölümü, günün iktidarına karşı yıllar boyunca sürekli olarak aynı basmakalıp açıklamaları yapmaları sayesinde birinci sınıf devrimcilerin ününü paylaşmaktan başka hiçbir nitelikleri olmayan yaygaracılardır. 18 Mart sonrasında da bu tür kişiler ön plana çıktı ve hatta bazı durumlarda olağanüstü bir rol oynadılar. Güçlerinin yettiği kadarıyla, daha önceki tüm devrimlerin tam anlamıyla gelişmesini nasıl köstekledilerse, işçi sınıfının gerçek eylemini de aynı şekilde kösteklediler. Bu kişilerin varlığı, kaçınılmaz bir beladır; zaman içinde bunlardan kurtulunur; ama tam da bu zaman, Komüne bırakılmadı.”
Bu söylenenler, şu anda yürütmekte olduğumuz sol içi tartışmalarla doğrudan doğruya ilgili değil tabii ki. Ama bana kalırsa, her birimiz, bu sözlerin bizimle ilgili olabileceğini düşündürebilecek olan sözlerden ve davranışlardan uzak durmaya çalışmalıyız!