Neredeyse her tür siyasal muhalefetin yasaklandığı, işçilere neredeyse hiçbir örgütlenme hakkının tanınmadığı baskıcı rejimler altında, sosyalistlerin propaganda yapması daha zor olsa bile, görevleri de daha sadedir: Baskıcı rejimin yıkılması mücadelesinin öncülüğünü elde etmeye çalışmak. Ve bunu başarmaları durumunda, baskıcı rejimin yıkılmasına katkıda bulunmanın ötesinde, iktidara gelerek sosyalist kuruluşu başlatma şansını da yakalayabilirler.
Buna karşın, biçimsel demokrasinin (yani burjuva demokrasisinin) az çok var olduğu, devlet yöneticilerinin önemli bir bölümünün seçimlerle belirlendiği, işçilerin sendikalarda örgütlenebildiği (ve sarı/gerici sendikacılığın da güç kazanabildiği); dernek kurma hakkının vb. bulunduğu ülkelerde, sosyalistlerin propaganda yapması kolaylaşsa bile, görevleri karmaşıklaşır ve bazı açılardan zorlaşır.
Örneğin, sendikal örgütlenmenin yasak olduğu bir ülkede, işçilerin en temel ve en basit hakları için yürüttükleri örgütlenme çalışmaları bile, sosyalistleri işçi sınıfının öncüleri hâline getirmeye yetebilir. Buna karşın, işçi sınıfının örgütlü kesimlerinin büyük çoğunluğunun sarı/gerici sendikaların kontrolü altında olduğu bir ülkede, sendikal mücadelenin kendisi, buna katılan sosyalistler üzerinde bozucu etkilerde bulunabilir. Son derece iyi niyetlerle mücadele edilerek kazanılan bir sendika şubesi yöneticiliği, zamanla bireysel bir geçim kapısına dönüşebilir.
Aynı tehlike, halkın ya da toplumun farklı kesimlerinin güncel ve somut sorunlarının çözülmesine ya da hafifletilmesine yönelik her tür mücadele için geçerlidir. Bunlar, sosyalizm hedefinin kâğıt üzerinde kalmaya başlamasına yol açabilir. Mevcut sorunlara mevcut düzenin sınırları içinde çözüm arayan kadrolar, o düzene daha kolay teslim olabilir.
Ama bu tehlikelerden korunma kaygıları, bir başka tehlikenin kapısını aralar: Sosyalizm mücadelesinin, sosyalizm propagandasından ibaret kalması.
Neredeyse tek meziyetleri ısrarlı bir şekilde sosyalizm propagandası yapmak olan sosyalistler, toplumsal ölçekte belirli bir ideolojik etki yaratabilir; ama gerçek bir iktidar alternatifi yaratma şansına sahip olamazlar.
Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği ve yaygın kitlesel hareketlenmelerin yaşandığı bir devrimci durumda bile, iktidar, o zamana kadar sosyalizm hedefini en ısrarcı bir şekilde dile getirmiş olanların eline değil, ülkeyi yönetme gücüne sahip olduklarını gösterebilenlerin eline geçer.
Ülkeyi yönetme gücüne sahip olunduğu da, ancak, öncesinde kazanılmış olan somut toplumsal ve siyasal mevzilerle ve halkçı bir yöneticilik tarzına kazandırılmış olan prestijle gösterilebilir.
Biraz daha kabalaştırarak ifade edilecek olursa, olası bir devrimci duruma kadar halka neredeyse hiçbir somut faydaları dokunmamış olan sosyalistlerin, sadece devrimci durum nedeniyle güç kazanmaları ve iktidara aday olmaları beklenemez.
Peki ya güncelliğe hapsolma tehlikesi?
Bu tehlike tabii ki fazlasıyla ciddiye alınmak zorunda. Dolayısıyla, sosyalizm propagandasında ısrar edilmeli. Düzen içi çözümlerin sınırlılıkları ve yetersizlikleri ısrarla vurgulanmalı.
Asıl önemlisi, belirlenecek olan somut hedeflerin, halkın örgütlü mücadelesiyle ulaşılacak ve bu mücadeleyi daha da güçlendirecek hedefler olması gözetilmeli. Bu mücadelelerde ön plana çıkanların her açıdan şeffaf olmaları ve “yöneticilik” değil “halk önderliği” yapmaları sağlanmalı.
Zaten, “öncülük” dediğimiz şey, işçi sınıfının ve emekçilerin güncel çıkarları doğrultusunda yürüttükleri mücadelelerle tarihsel hedef arasındaki bağı kurmak değil mi? Herhalde, bu bağı kurmanın yolu, güncel çıkarlar doğrultusunda yürütülen mücadeleleri yerin dibine batırmaktan geçemez...
Aslına bakılırsa, elimizde küçük ama somut ve etkili bir örnek de var: Ovacık belediyesi.
Elbette son derece özgün koşulların bir ürünüyle karşı karşıyayız... Elbette Ovacık’tan her yerde uygulanabilecek bir model çıkmaz... Ama her durumda, Ovacık örneği, “komünizm propagandası”nın en etkili yollarından birinin halkla birlikte hareket etmek ve halka hizmet etmek olduğunu gösteriyor.
“Toplumun hangi kesimine nasıl ulaşırız” ya da “toplumun hangi kesimini nasıl örgütleriz” sorusu, sosyalistlerin gündeminden hiç düşmez.
Kanımca, soruyu bir miktar değiştirmemizde yarar var: “Toplumun hangi kesimine ne tür somut faydalarımız dokunabilir?”