Türkiye'nin yakın tarihte yaşadığı en sarsıcı "kriz" yaşandığında tarih 2001 idi...
2001 sonrası müesses nizam partiler düzeyinde esaslı bir "dönüşüm" yaşadı. Koalisyon ortağı partilerin tümü (DSP, ANAP ve MHP) baraj altında kaldı. Daha bir yıl önce kurulan AKP tek başına ve önemli bir Meclis çoğunluğu ile iktidar oldu.
AKP'nin tek parti devletine doğru gidişinin ilk adımı 2001 krizidir.
AKP'nin ne menem bir melanet olduğunu anlamak için salt "yukarı" bakanların ve on milyonlarca yoksulun "aşağıdan" tepkisini ihmal edenlerin dün yaptıkları hataları affetsek bile bugün pupa yelken tüm solu sürükledikleri felaket ise tercihi zorunlu kılıyor:
Egemen siyasi iklimin bizleri çağırdığı tartışmalara koşturmak, egemen bloğun hizipleri arasında oluşan “çatlaktan” sızmaya çalışmak bir seçenek; yaslanabileceğimiz biricik gücün yani emeği ile geçinenlerin hak mücadeleleri içinde kendimizi yeniden kurmak ise diğeri…
Örneğin, 2001 krizinde Ankara’da Türk Bayrakları ile Kızılay’a doğru yürüyüşe geçenleri anımsıyoruz değil mi? En makul sol çevreler dahi “esnaf eylemlerinin” sınıfsal içeriğini saptayıp, nasıl bu kadar dışında kaldığımızı ve bu temassızlığı nasıl aşacağımızı öncelikli olarak gündemlerine almadılar. Olan biteni “gerici kalkışma” olarak niteleyenler ise bahsi diğer.
Yevmiyelerini günlük ya da haftalık olarak alan ve bu nedenle krizin etkisini ilk önce hisseden, patronlarına hemşerilik ya da “ağabeylik” bağı ile kendilerini bağlı sayan ve krizin etkilerini birinci elden hisseden bu emekçi toplulukları bugün sokağa çıksa yine benzer bir şaşkınlıkla izleyeceğimiz açık.
En yalın hali ile “ekmek kavgası” ile ilgili ayrılıklarımızı değil aynılıklarımızı öne çıkartmaktan korkmazsak, bir mücadele programı eşitsizliklerin daha da derinden hissedilmesine neden olacak bir dönemde yol açıcı olacaktır.
Yalın, anlaşılabilir ve kapitalizmin ötesinde de köy olduğunu taleplerin bizzat kendisi ile işaret eden bir mücadele programı iş görmez mi?
Öğretmen haraketinin öğrenci velisi ile buluşmadan yol alamayacağı, Çiftçi Sendikalarının kentlerdeki emekçi mahalleleri ile ilişkilenmeden, laik eğitim talebine sahip çıkanların Soma ile dayanışmaksızın somut kazanımlar elde edemeyeceği açık değil mi?
13 Nisan 2015 sabahı, 301 işçinin bir anda -evet bir anda- öldürülmesinin üzerinden 11 ay geçtikten sonra devletle ilk defa karşılaşan Somalıların ama özellikle Somalı kadınların örgütlü direnişleri ile buluşmaksızın, siyasetin bir çift kuru söz olarak sürdürülmesi artık mümkün müdür?
Var olan parçalı mücadelelerin taleplerinin tümünü kapsayan “yurttaş taleplerini” toplumsal formasyonun bütününde ifade etmek yetmez onun sınıflaşmasını sağlamak zorunludur ….
Erdoğan'ın "kriz" ihtimalini göstererek başkanlık sistemi için oy istediği tarihsel bir anda oyunu bozmak için Soma'da işareti verilen en alttakilerin direnişi ile buluşmak yetmez, Somalı bu yeni direnişçi dip akıntısının arındırıcı etkisine açık olmak gerekir.
“’46 Demokratı” tek parti iktidarı sırasında suyuna el koyan ağaya karşı direnen köylüyü, ağır koşullarda çalışmasına karşın hakkını vermeyen patronun karşısına dikilen işçiyi, dipçiğin altından kafasını kaldırmaya hamle eden Kürdü tanımlayan güzel bir kavramdır. Kendi hakkı ve hukuku için harekete geçen yurttaşı ifade eder. 1960’ların Türkiyesinde bir sol dalganın esasen ’46 demokratları ile aydınların buluşması sonucunda oluştuğu söylenir.
Somalı direnişçilerin çizgisi ile arınmak zamanıdır.
Gezi ile Soma'da doğan güneşin etkilerine açık olmak vaktidir.