Hele hele komünistler için oldukça ciddi bir iştir. Bu nedenle siyasette söylemin, devrimci mücadelenin, toplumsal kanallar açmaya yönelik örgütlenmenin hem birbirleri ile ilişkisi hem de sürekliliği olması gerekir. Elbette süreklilik, devrimci çıkışlardan uzak durma pahasına ortalamacı bir tutarlılık anlamına gelmez. Ama tersinden bakarsak, dönemsel çıkışların hakkını verebilmek ancak süreklileşmiş bir siyasal ve örgütsel çizgi ile mümkündür.
Biraz açalım. Sınıf içerisinde, gençlik ve kadın alanında kökleşmiş damarlar yaratmayı bu alanlara yönelik popülist siyaset ile ikame etmek büyük bir gaflettir. Bu alanlara yönelik “radikal” söylem ya da kalıcılaştırılamamış siyasal ilgi elbette geçici bir heyecan yaratacaktır. Bu heyecan büyük oranda örgütlü kadrolarda veya örgütlü siyaseti izleyen tek tük politize “dostlar” da karşılık bulur. Toplumsal ilgi, merak ve karşılık ise ne yazık ki bu siyaset tarzının çok ama çok uzağındadır. Kadrolarda ve dostlarda yaşanan ivmeli sirkülasyon, çoğu zaman trenin gittiği hissinin oluşmasına neden olsa da bu durum ne yazık çok vahim sonuçları beraberinde getiren bir illüzyondan ibarettir. Buradan elbette komünistlerin siyasetin toplumsallaşması karşılığı çıkmamaktadır...
Türkiye’de sosyalist hareket açısından denklemin böyle talihsiz bir şekilde kurulması 12 Eylül sonrası ile özdeşleştirilebilir. 60’lı ve 70’li yıllardaki yükseliş, sosyalist hareket ile gençlik, işçi, kadın, halk hareketlerinin birbirlerinden beslenmesi ile mümkün olmuştur. 80 sonrası ise gençlik hareketindeki kimi çıkışları saymazsak ve Kürt hareketini ayrı bir yere koyarsak, Bahar eylemlerinden ve Zonguldak Büyük Madenci yürüyüşünden, Uğur Mumcu cenazesine ve Sivas Katliamı’nı protesto eylemlerine; Kamu Emekçilerinin kitlesel direnişlerinden, Cumhuriyet Mitinglerine ve Haziran hareketine uzanan çıkışlar ile sosyalist hareketin kendini var etmeye çalıştığı kanalların örtüşmesinde ciddi sıkıntılar yaşanmış, var olan olanaklar da süreklileştirilememiştir.
Bu sıkıntının kaynağında toplumsal damarlar içerisinde gerçek ve süreklileşmiş bir biçimde yer alamamak yatmaktadır. Bu yer alamama durumunun en önemli sonuçlarından birisi önemli siyasal gündemlere ilk bakışta heyecan uyandırıcı ama yakından bakıldığında eğreti duran yöntemlerle müdahale etmeye çalışmaktır. Örneğin kadın alanına yönelik bir birikime yaslanmadan, kadınların örgütlü gücü olma iddiasının hakkını vermenin en ufak sinyallerini vermeden, var olan birikimleri değersizleştirip, önemsizleştirip üzerine siyaset yapmanın en uç örneği olarak kimlik siyasetini tercih etmenin toplumsal alanda heyecan uyandırma ve karşılık bulma olasılığı ne yazık ki yoktur.
Evet siyaset ciddi bir iştir. Nasıl ki sınıf sınıf denerek sınıf içerisinde güçlü damarlar yaratılamıyorsa, nasıl ki güzellemeler yapılarak gençlik hareketi yaratılamıyorsa, kadın alanında da ne yazık ki sihirli bir değnek bulunmamaktadır.
AKP iktidarının en önemli hedeflerinden birinin kadınlar olduğunu, kadınların AKP iktidarına karşı mücadelede ön ön saflarda yer aldığını ve almaya devam edeceğini defalarca yazdık. Tam da bu nedenle kadınların sembolik çıkışların ötesinde gerçek mücadele araçlarına ihtiyacı var. Tam da bu nedenle kimlik siyasetine değil toplumsal dinamikleri birleştirebilecek bir siyaset tarzına ihtiyacımız var. Tam da bu nedenle kolaycılığa değil iğneyle kuyu kazmaya ihtiyacımız var. Tam da bu nedenle gelip geçici heveslere değil, süreklileşmiş ve inatçı bir kadın hareketine ihtiyacımız var.
Kadınların ciddi siyasete, ciddi siyasetin kadınlara ihtiyacı var.