“Aslında ikisini de yapmak için yola çıktım. Ama yapabildiğimi zannetmiyorum. Bunlar asılsız çıksın diye çok dua ediyordum, ama olmadı. O yüzden sorun var zaten. Bir sene yoğun bir şekilde sırf Kuran üzerinde, onun kadına yönelik bakış açısını yakalayabilmek için çalıştım. En azından ‘bunlar Kuran’a aykırı’ diyebileyim istedim. Neticede bunların pek çoğu Kuran’ın genel yaklaşımı ve ruhuna çok aykırı olsalar da, Kuran’da gerçekten ataerkil bir fonun varlığını fark ettim. İşte bu fon insanları çok yanıltıyor. Bu bağlamda, tam da Fazlurrahman’m dediği gibi şunu gördüm: Kuran-ı Kerim, o gün orada yaşayan Arapların zihinlerine hitap ediyor. Onların kelimeleriyle konuşan, belki onların kelimelerine aşkın anlamlar yükleyen, ama onların pratiklerini, düşünce dünyalarını yansıtan ve İslam’ı bu semboller üzerinden anlatan bir tavrı, üslubu var. Dolayısıyla bu sembollerin ve bu ataerkil fonun tarihsel tarafını ihmal ettiğinizde, hedefleri ve amaçları gözden kaçırıp kelimelerle anlatılan her şeyi bütünüyle dinden saymanız gerekiyor. Bu durumda da sorun çıkıyor. Örneğin miras konusunda, erkeğin kavvamlığı noktasında, eşitlik konusunda. Özetle pek çok konuda sorun çıkıyor. Örneğin bu araştırmaya başlamadan önce ‘eşinizi şu durumlarda dövebilirsiniz’ şeklindeki ayeti hiç düşünmek istemezdim. Bu ayet yokmuş gibi davranmak isterdim. Çünkü açıklamasını bulamıyordum. Bizim modem bilincimizle böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil, ama bu ayet var.”
Hidayet Şefkatli Tuksal, Kuran’da kadına yönelik bakışı ve özellikle kadına yönelik şiddet başlığını bu sözlerle ifade, daha doğrusu itiraf ediyor. Ama bir yandan bakıldığında islamcı feminizmin gelip dayanacağı noktayı göstermesi anlamında samimi bir örnek olduğunu da söyleyebiliriz.
İslamiyet üzerinden dinci gerici bir yaşam ve iktidar biçimini savunanlar ile mevcut iktidarlara karşı sivil toplumcu ve liberal tezlerle ideolojik bir konum sergileyenler arasında kadın alanı söz konusu olduğunda islamcı feministler kritik bir yer oynadılar. İslamın ataerkil örüntülerinin feminist sorgulaması olarak adlandırılan alanda sayısız kitap yazıldı, paneller düzenlendi, gazete köşelerine, üniversite forumlarına taşındı. Feminizmin farklı ekollerinden de bu tartışmaya dahil olanlarla farklı tezleri besleyen farklı akımlar ortaya çıktı. En yaygın bilinen ve ideolojik olarak özgürlükler alanına darbe vuran ise “türbana özgürlük” söylemi oldu. Yani kadınların türban sayesinde toplumsal alanda var olabilme koşullarının desteklenmesi bunun da bir özgürleşme yolu olduğu iddia edildi. İşi ifrada vardırıp mahremin modernliğini tez haline getirip savunan ve burkaya güzelleme yapan Nilüfer Göle’de sembolleşmiş örnekler hatırlanabilir.
Bugün kadına yönelik insanlık dışı tutumu islamiyet kisvesi altında savunanlara karşı verilecek mücadelede, kadınların özgürlük taleplerinin yükseltilmesinin çok büyük bir önemi var. Bu taleplerin hangi hat doğrultusunda arkasının doldurulacağı da bir o kadar önemli. Siyaset gerçekten de laboratuvar ortamında yapılamıyor, kavramların altını doldurmak, daha da önemlisi bize ait kavramların mücadelesini de vermek gerekiyor. Bir örnekle devam edelim. Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız, söylediği sözlerle bizi oturduğumuz yerden ayağa kaldırıyor, yumruklarımızı sıkmamıza neden oluyor. Geçtiğimiz Pazar günü TRT Diyanet TV’de söylediği “Allah, bir erkeğe kadın dövebilirsin diyor. Kadının boynundan yukarısına, göğsüne ve beline vurulmaz. Erkek kadını dövmezse rahatlamak için başka yollar bulur ve kadın o zaman delirir. Kadınlar delirmemek için yatıp kalkıp Allah erkeklere kendilerini dövme hakkı verdiği için şükretmelidir" sözleri bardağı taşırıyor. Bu adama kadınlarla ilgili artık ağzını açmayacaksın dedirtmek elbette önemli. Ama karşımızda mücadele edeceğimiz gerici cenahın karmaşıklığını, bu örneğin ötesinde siyaset ve ideoloji alanında mücadelemizi daha kapsamlı yürütmemiz gerektiğinin işaretlerini veren örnekler üzerine de kafa yormak, aklımızı netleştirmek, hattımızı sağlam bir şekilde kurmak zorundayız.
Siyaset deyince fiske vuruşuyla bozulacak bir suni denge anlamıyorsak eğer bu bütünlüğü yakalamak boynumuzun borcudur.