Seçimler geçti, 8 Haziran’ı bırakın, 9’unu da geride bırakıyoruz. Hani denir ya hep, günler ne kadar da çabuk geçiyor, hayat göz açıp kapayıncaya kadar akıp gidiyor. Akıntıya kapılıp gitmek istemediğimize göre hayatın nasıl devam edebileceğine şöyle bir bakmak da fayda var.
Yaz aylarına hükümeti kim kuracak tartışmaları ile girmiş olduk. AKP’nin sandıktan gerileyerek çıkması ve ilk defa tek başına hükümet kuramayacak koşullarda olması bu ülkeye inancını yitirmeyen insanlar için önemli bir veri. Haziran direnişinde sokağa çıkan ve direnen insanların sandıktan da kazanımla çıkması, umudun diri tutulmasında kritik öneme sahip. Ama sandığa bağlanan umudun, bugün yeniden toplumsal bir hareketlenmeyle, örgütlenmeyle ve mücadeleyle ilişkilendirildiği oranda geleceğe taşınabileceğini de hiç unutmamak gerekiyor. Bunun yapılmadığı koşullarda hayatın bütün sıkıntısını ve yükünü maça giderek atan ve galibiyet sevinciyle dertten tasadan bir süreliğine de olsa kurtulmuş gibi hisseden taraftarlarınkine benzeyecektir sandığa umutla giden insanlarımızın beklentileri. O halde hayata kaldığı yerden ama seçimlerle ortaya çıkan tablonun yarattığı olanakları da hesaba katarak devam etmek gerekiyor.
AKP gericiliğinin en büyük hedeflerinden birisi olan kadınlar söz konusu olduğunda, kadın harekete için de bugünün koşullarına göre mücadele hattınının nasıl yükseltileceğini mutlaka tartışmak gerekiyor.
Evet hayat devam ediyor. Hamile olduğu için gencecik bir beden Arjantin’de ateşe veriliyor. Ülkemizde küçücük çocuklara işkence ediliyor, tecavüz ve işkence cezasız bırakılıyor. Bir kadın kocasının dayak atarken şişen eli nedeniyle yargılanıyor.
Anayasa Mahkemesi resmi nikah olmaksızın imam nikahı kıyılmasına verilen cezayı “eşitlik” ilkesine aykırı bularak kaldırıyor. Böylece tecavüzün,çocuklara yönelik cinsel istismarın, çok eşliliğin kılıfı hazırlanmış oluyor.
Özgecan’ın katillerinin yargılanacağı davanın günü, 12 Haziran yaklaşıyor.
Gericiliğin hüküm sürdüğü iklimlerin en büyük göstergelerinden biri olan kadın düşmanlığı ülkemizde hüküm sürmeye devam ediyor.
Peki bu koşullarda insana dair umudu, kadınların özgürleşebileceğine dair umudu nasıl diri tutacağız? Örneğin meclis aritmetiğindeki değişikliğe tüm umutlarımızı bağlayıp eşitlikçi yasaların çıkması için baskı grupları mı kuracağız?
Sanıyorum ki öncelikle bazı ezberleri hatırlamakta gerçekten fayda var. Sınıflı toplumların tarihi kadar eski bir sorundan, kadın sorunundan bahsediyoruz.
Hepimiz bu sorunla malul bir topluma doğduk. Bu sorunla büyüdük. Kimimiz bu sorunu doğal, normal karşıladı ve hatta doğru buldu, kimimiz isyan etti, kimimiz bilincine vardı, kimimiz örgütlendi.
Ne yapmalı sorusu tam da burada her zamanki gibi ilk anahtar olarak elimizde duruyor. Bilincine vardığımız sorun, son derece örgütlü ve bununla paralel bir şekilde ideolojik kökleri oldukça derinlerde kök salmış bir toplumsal sistem ile ayakta duruyor, besleniyor.
Bilinçlenme ve bireysel çıkışlar ile örgütlülük arasındaki köprü tam da bu noktada karşımıza çıkıyor. Bu aslında herhangi bir toplumsal sorun konusunda yaklaşımımızın ne olacağı sorusundan bağımsız değildir. Bireysel çıkışların büyük toplumsal kalkışmalara yol verdiği ve bu anlamıyla ister bilinçli olsun ister gündelik tepkilerinin götürdüğü yere gidenler olsun, aynı saldırıya karşı direniş gösterenlerin ortak özellikleri vardır ve o anda aslında çoğu zaman bireysel olarak yapıp ettiklerimiz duruşumuzdaki farklılıkları ortadan kaldırır. Ama örgütlülüğün anahtar kavram haline gelmesi tam da bu bireyselliğin ötesine geçebilme anlamına geldiği için değer taşıyor, bizi ileriye götürebiliyor.
Bu anlamıyla kadın olarak “neyiz biz” sorusuna verilecek cevapların elbette bir geliştiriciliği olacaktır ama son tahlilde toplumsal mekanizmaları altüst edecek vuruşların sadece buralardan beslenmesi son derece naif ve etkisiz olacaktır. Kadınlık, erkeklik, toplumsal cinsiyet... Bu kavramların anlamı, tarihsel arka planı çok tartışma kaldırır başlıklar. Bu tartışmalar yapılmalıdır, örgütlülük iddiasındaki bireylerin “bilince varma” çabaları elbette değerli kılınmalıdır. Ama bu kavramlar üzerinden yaratılacak yeni bir tartışmanın kadın kitleleri üzerinde sihirli bir değnek misali etki yaratacağı beklenmemelidir.
Peki toplumsal mücadelede ilerletici tartışmalar, mücadele biçimleri, tavır... vs nereden beslenecek? İşte burada da karşımıza ikinci anahtar çıkıyor: siyasal mücadele.
Siyasal mücadele deyince ne anlıyoruz peki? Siyasal mücadele, en güçlü ve örgütlü bir biçimde düzenin zayıf karnını hedef almak anlamına geliyor. Bu kadın başlığı söz konusu olduğunda da böyledir, işçi hareketi söz konusu olduğunda da, kürt halkının özgürlüğü söz konusu olduğunda da, diğer başlıklarda da.
Demek ki, örgütlülük süreklilik ve güç biriktirmekse, siyasal mücadele etkili ve güçlü bir mücadeleyi düzenin zayıf karnını hedef alarak yürütmekse kadın hareketi başlığında da aynı anahtar kavramlarla konuşmak, hareket etmek, karar vermek ve yola koyulmak gerekiyor.
Peki nedir kadın alanında siyasal mücadele? 15 Şubat’ta Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde bir araya gelmiş kadınların beyan ettikleri niyettir. Orada toplumsal hayatın içinde olan kadınlar, doğrudan kadın sorunu olarak adlandırılamayacak ama kadınları doğrudan etkileyecek sorunlara tepkilerini ifade etmişleridir. Orada kadınlar, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda kararlılıklarını ifade etmişlerdir. Peki bunlar için ne yapılacak? Ne yapılacağı değil ama ne yapılmayacağının çok net olduğunu düşünüyorum. Bu mücadele başlıkları ile ilgili araçların ne olacağını kağıt üzerinde, zamandan ve mekandan bağımsız olarak tartışmayacağız. Çünkü yeri gelecek haftalar düzenleyeceğiz, salon toplantıları yapacağız, yeri gelecek gericiliğe, kadına yönelik şiddete karşı sokağa da çıkacağız. Devrimci mücadeleler tarihi hiç akla gelmeyecek değişik araçların gündeme geldiği dönemlerin anlatımı ile doludur. Bu tarihe katkıyı Türkiye özgünlüğünde ve bugünün koşullarında nasıl ilerletici bir şekilde yapacağımız gerçekten de somut gündemlerin konusudur, gerisi ise ne yazık ki sadece kurgudur. Kısacası yeni mücadele olanakları üzerine kafa yorarken sil baştan demeyeceğiz, var olan birikimi arkamıza alarak ilerleyeceğiz.
Bu anlamıyla İlerici Kadınlar çıkışı son derece değerli ve titiz bir şekilde sahip çıkılmayı bekliyor. Evet 7 Haziran’da bir seçim yaşadık. Bugün 9 Haziran ve hala kadınların, ezilen halkların, emekçilerin özgürlük bayrağı dalgalanmayı bekliyor. Bu ülke hala eşitlik ve özgürlük rüzgarlarına hasret. Yeni doğan nesnelliğin ister avantajlarıyla ister dezavantajları ile ele alın, örgütlülük ve siyasal mücadele bağlamında gündemde olan tüm başlıklar yakıcılığını korumaya devam ediyor. Kadınlar söz konusu olduğunda bu yakıcılık kendini daha da fazla hissettiriyor.
O zaman ne diyelim, yolumuz açık, gözlerimiz umutlu, mücadelemiz direngen, aklımız net, örgütlülüğümüz güçlü olsun, hepimize kolay gelsin...