Aslına bakarsanız, bu hafta, Metin (Cihan) ve arkadaşlarının seçimlerle ilgili önerileri üzerinde durmayı düşünüyordum. Bu önerileri, somut olmaları ve asıl önemlisi insanlarda gerçek bir heyecan yaratmayı amaçlamaları nedeniyle önemsediğimi yazacaktım. Ardından, aynı önerilerle ilgili bazı kaygılarımı paylaşacaktım. Örneğin, altında hem benim imzamın hem de Metin’in imzasının bulunduğu bir başka önerideki ilkesel yaklaşımlardan uzaklaşmanın riskli yanlarına değinmeyi düşünüyordum. Ama sadece riskleri göz önünde bulundurarak siyaset üretmeye çalışmanın da riskli olduğunu belirtirken, Birleşik Haziran Hareketi’nin seçim politikalarını belirlemek konusunda geç kalmaması, karar alma süreçlerinde yeterince şeffaf olunması ve nihai kararların meclisler ve üyeler tarafından alınması gerektiği yönündeki düşüncelerimi yazmayı planlıyordum. Elbette daha başka somut önerilerimle birlikte...
Ne var ki, başıma İleri Haber’in düzenli takipçilerinin bildiği bir iş geldi ve Pazar günü Erkan’ın (Baş) taktığı bir parti rozetim var artık. Şimdi masamda duruyor; o bana bakmasa bile ben ona bakıyorum. Ve, yok, dedim, seçim politikaları gibi tartışmalı bir konuda bu kadar riskli önerileri tartışmanın sırası olmasa gerek...
Daha uygun bir konu bulmak için İleri Haber’deki köşe yazılarına bakmaya karar verdim.
Örneğin, Can Atalay ne güzel yazmış:
“Türkiye halklarının (...) cendereden çıkışının sorumluluğunu taşımak bugün devrimcilerin omuzlarındadır. Aksi, sermaye devleti ile mesafesini yarın nasıl tanımlayacağını bilemediğimiz siyasi kadroların iç dengelerini gözleyip durmak anlamına gelecektir.
(...) bugün sadece kendimizi kurmak yahut hiçbir şeyi beğenmemek, siyaseti yine bir çift kuru lafa sıkıştırma günü değildir.
Tam da toplumsal mücadelelerin arındırıcı ırmağı içinde yeniden ve yeniden kuracak bir özgüvenle hareket edilecek gündür. Herhangi bir işbirliğinin ‘iltihak’ değil ‘ittifak’ olmasının en önemli güvencelerinden biri de budur.”
Ama olmadı ki şimdi... Yine seçim konusuna döndük.
Bu arada, yoksa rozet bana mı bakıyor ne?
İyisi mi, başka bir köşe yazısına bakayım... İkinci sırada Doğan’ın (Ergün) yazısı var...
Artık algıda seçicilik mi bilmem, şu sözleri dikkatimi çekiyor:
“Siyasi mücadele çocuk oyunu değildir. Zor kararlar almanız gerekir. İktidar düşüncesinden uzaklaştığınızda, karar anlarında korumacılık ağır basar. İktidarcılık arayıştır. İktidarcılık müdahaledir. İktidar düşüncesi yoksa orada sakınma, korunma vardır.”
Peki ama, seçimler konusunda riskli tartışmalardan uzak durmak da, bir tür “korumacılık” değil mi?
Şurası açık: Rozet bana bakıyor!
Herhalde, “daha sağlam” kaynaklara başvurmalı...
Ben de, HTKP MK imzasını taşıyan “Sosyalist devrimci siyaset temel belgesi”ne başvurdum:
“HTKP, sosyalist hareketin ihtiyaç duyduğu yeniden kuruluşu hayata geçirebilecek en güçlü siyasal irade olduğu iddiasını taşımaktadır. Bu, aynı zamanda, Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin öncü gücü olma, sosyalist hareketi uzun yıllardır içerisinde olduğu ‘marjinal’ konumdan çıkarma iddiasıdır.
Bu iradenin en önemli niteliği, kısır zıtlaşmalara değil ama ilerletici tartışmalara açık olması; tarihten, teoriden ve devrimci kadrolarından gelen gücünü, güncel mücadelelerin ihtiyaçlarını yaratıcı bir tarzla yanıtlamak için seferber etmesi, bunun için yoğun bir çaba harcamasıdır.” (Komünist, Sayı: 1, Kasım 2014, s. 10.)
Rozet bana bakmaya devam ediyor. Sanki şöyle soruyor:
Metin ve arkadaşlarının önerileri ya da Can Atalay’ın yazdıkları, “kısır zıtlaşmalar” içermemenin ötesinde, “ilerletici tartışmalara” olanak sağlamıyor mu?
Neyse, bu iş böyle olmayacak... Bu rozetle aramızda bir sorun var... Merkez Komitesi’ne sorayım iyisi mi, neleri tartışıp neleri tartışamayacağımı...
Ama işin daha da kötüsü, onlardan gelecek cevap belli gibi: “Bildiğin gibi yaz” diyecekler...
İyi de, niye rozet taktınız o zaman? Ben de zannetmiştim ki, rozet sayesinde, en azından, ne yazacağımı düşünmekten kurtulurum!