Çok değil birkaç yıl önce gazetelerin manşetlerinde, Abdullah Gül’ün Türkiye “yabancı sermaye için en risksiz ülke” çağrısını okuyorduk; doğru, en “risksizi” haline getirdiler. Hiçbir şey yok, sendika yok, grev yok, işçi hakkı yok, Allah’ı gücendirmemek için iş güvenliği yok. İslamlaştırma, her zaman Erdoğan ve Gül’den öte, sermayenin programı oldu. Önce büyük bir baskı ile geldi ve insanı kırarak köleliğine sevdalı, insana düşman bir mahlukat yetiştirdi. İslam Konferansı Teşkilatına 1972’de, bir cunta ardından giriyorduk ve İslamizasyon’un altın çağını getiren 12 Eylül’de insan öldürmeyi bir şölen kılıyorlar, insanı onursuzluk ile yaşam arasında tercihe zorluyorlardı. Şimdi Erdoğan “kindar” nesil diyor, tohumları 12 Eylül’de atıldı; duydukları kin insan onuruna karşıdır. Boğaziçi Köprüsü’ne çıkmış intihar etmekte tereddüt edene “Atla! Atla!” diye bağıranlardan, polisin yargısız infazla öldürdüğü çocuklarını evlerinin bahçesine gömmeye çalışan aileyi taşlayanlara varıyoruz. Berkin Elvan’ın katilleri hala açıklanmadı; yargısız infazın adı “başarılı operasyon” ve “hukuk sınırları içinde terörle mücadele” oldu; gazeteler “oh çok iyi oldu” başlıkları atıyor ve İTO Başkanı elektrik kesintisine çözüm bulmuş, köle ücretiyle çalışan işçiler bir de ücretsiz çalışsın, diyor. Oh, çok iyi; Arınç “bakın görecekseniz, HDP iç güvenlik yasasına ses çıkarmayacak, şimdiye dek söyledikleri de işte öyle, siyaset...” diye demeç verebiliyor ve Vatan Partisi yönetimi, gençlerine iç güvenlik yasasından iki çocuğu sorumlu tutmayı öğretiyor. Uzun bir giriş ve ancak başladığımız nokta budur.
İki genç, biri Hukuk Fakültesi öğrencisi, ve kimseler şaşırmasın, yukarıdaki tablo sürdüğü sürece daha çok çıkar. Seçtikleri eylem biçimini doğru bulmuyoruz, ancak mesele, aslolan, yukarıdaki tablodur. Eğer Türkiye 12-13 yaşında yok pahasına çalışmak zorunda bırakılan çocukların kanından zengin olanların insafına bırakılırsa; eğer Türkiye sahil kasabalarını sömürge limanlarına çevirir, yoksul ve yorgun kadınlarını 20 yaşında Batılılar’a sabahtan akşama servis yapmaya koşarsa; eğer Türkiye’nin işte böyle zenginleri, Koç'un birkaç sene önce yaptığı gibi euro ile aldıkları ıstakozları yatlarından denize dökerlerken, ekmek yolunda Berkin Elvan onların düzeni korunsun diye vuruluyorsa; eğer Türkiye’nin dört bir yanına sardıkları imam-hatiplerde küçücük çocuklara cumhuriyet düşmanlığı ekiliyorsa; eğer Türkiye’de inanç özgürlüğü dedikleri şey kız çocuklarını kapatma, kartopu oynayanı bıçaklama ile pedofiliyi içine alıyorsa; eğer Türkiye’de öğrencisinden rektörüne, askerinden gazetecisine sahte deliller, gizli tanıklar ile karşılığı eskiden idam olan müebbet cezası verilip Amerika “ölçüyü kaçırdınız” işareti verdiğinde, “pardon, yanlış oldu” deniyor da tahliye edilen komutanından Silivri tutsağına neredeyse hepsi bunu izlemekle yetiniyorsa; eğer Türkiye’de yargısız infazın adı “hukuk sınırları içinde terörle mücadele” olduysa; eğer Türkiye’de devletin savcısını koruyamaması bir yana bir de katletti mi, katletmedi mi şüphesi yayılıyorsa…
Hayır, bitmedi; cumhuriyeti koruma iddiasında bir parti yargısız infazın hukuk sınırları içine çekilmesi açıklamasına iki çocuğa köpürdüğü gibi köpürmeyi bile “beceremiyorsa”; “anti-kapitalist” mücadele diyenler iç güvenlik yasası çıkarken mecliste tam kadro olmayı dahi “başaramıyor”, “meclise giremezsek iç savaş çıkar” tehditleri savururken seçim barajını indirme kavgasına girmiyor, Arınç’a “yasaya görüntünün ötesinde ses çıkarmayacaklar” dedirtiyorsa; diktatörün koltuğu açıkça sallanırken bir geceyarısı kaçırılarak çıkartılmış bir “istediğimizi öldürürüz yasasına” karşı “sözde muhalif” her kesim faturayı bu pervasızlık dışında her şeye kesiyorsa... bu ülke daha nice acılar yaşar.
Abdullah Gül’ün “risksiz ülke dediği”, Çağlayan Adliyesi’nden, biri savcı ve diğeri öğrenci, iki hukukçununki ile birlikte hukukun cesedinin çıkarıldığı ülkedir; ve hayır, “o gençler” neden değil, sonuçtur. Gene de onlar, “katilleri açıklayın, savcıyı bırakalım” diyordu ve bir “risksiz” ülkenin “başbakanı” çıkmış, handiyse “sokağa adım atmayın, ‘hukuk sınırları içinde’ vururuz,” diyor. Diyemez! Ne denli isterlerse istesinler, burası sultanlık değildir! Hukuk bizimdir; insan onuru bizimdir! Hepimiz Çağlayan’da direnen avukatız; sokak demokratik hakkımızdır, hepimiz haksız yasaklara karşı meşru direnme yerimiz olan sokaklarda ve meydanlarda olacağız. Ne yapacaklar, tencere tavayı da mı vuracaklar, festivalleri mi hapsedecekler; insan onurunun kökü kazınmaz ki...