Tayyip Erdoğan ile AKP’nin, suçlarının hesabını vermemek ve iktidarda kalabilmek için, ülkeyi bir yangın yerine çevirmeyi göze aldıkları ortada. IŞİD’in resmen üstlenmediği ve gerçek sorumluları araştırılmayan Suruç Katliamı sonrasında, “çözüm süreci”nin yerini, geçici hükümetin başlattığı yeni bir iç savaş süreci aldı. Erdoğan, “şehit cenazeleri”ni bile birer propaganda kürsüsü hâline getirerek, gerçek niyetini bir kez daha dışa vurmuş oldu. Kısacası, ülkemizi bir kez daha bir iç savaş ortamına sürükleyenlerin kimler olduğu açık.
Dolayısıyla, her şeyden önce Erdoğan’la ve AKP’yle mücadeleye devam etmemizin gerekli olduğu da açık.
Ama diğer taraftan, PKK ile (onun silahlı kanadı diye anılan) HPG’nin politikalarını da açıklıkla ve dürüstlükle tartışmamızın gerekli olduğunu düşünüyorum.
7 Haziran 2015 genel seçimleri öncesinde de, sayısız provokasyon girişimi olmuş, HDP mitinglerinde bombalar patlamıştı. Ama PKK ve HPG, HDP’nin “Türkiyelileşme” girişimlerini baltalayacak karşı eylemlerden uzak durmuştu.
Bugünse, PKK/HPG, tümüyle farklı bir politika izliyor.
Örneğin, HPG, 14 Ağustos’ta Bitlis’in Tatvan ilçesindeki bir karakola düzenledikleri saldırıda “en az” 35 asker öldürdüklerini iddia etti. Bu bilginin kamuoyundan gizlendiğini de ima ederek...
Eğer gerçekten de yaptıysalar, bu bir başarı sayılabilir mi?
Erdoğan ve AKP, olası bir erken/tekrar seçimde, HDP’nin etkisizleşmesi için ellerinden gelen her şeyi yapacak. Bu konuda MHP’den kolaylıkla destek alabilecekleri de açık. “Terör eylemleri” bahanesiyle, HDP’nin seçimlere katılmasını bile engelleyebilirler, örneğin...
PKK/HPG’nin bugünkü eylem çizgisi, bunun önüne geçme hedefini de gözetiyor mu? Yoksa, tam tersi bir amaç mı söz konusu?
Son günlerdeki eylemlerini göz önünde bulundurunca, insanın aklına, PKK/HPG yöneticilerinin şöyle düşünüyor olabileceği geliyor, ister istemez: “HDP’nin seçimlere katılmasının engelleneceği, toplumun genişçe bir kesiminin boykot edebileceği bir seçim sonrasında ortaya çıkacak olan hükümet, ‘zayıf’ bir hükümet olur, ve böylesi bir hükümetle daha kolay pazarlık ederiz.”
Son dönemde ABD’yle ilişkiler konusunda HDP ve PKK yöneticilerince yapılmış olan bazı açıklamalar da, bu tür bir komplo teorisini destekler gibi görünüyor...
Bu yazdıklarım tümüyle spekülatif elbette...
Ama ortada şeffaflık yokken, spekülasyon yapmaktan başka bir seçenek var mı?
Bana kalırsa, ülkemizin sosyalistlerine düşen temel görevlerden biri de, siyasette gerçek bir şeffaflık için mücadele etmek ve kimden söz ediliyorsa edilsin, “vardır elbette bir bildikleri” denmesine itiraz etmek.
Ne biliniyorsa, açıkça söylenmesini isteyelim!
Eğer amacımız gerçekten de işçi sınıfını, halkı, ezilenleri, toplumun çoğunluğunu “özne” hâline getirmekse, bunun gereklerini de yerine getirelim.