SARS-Cov-2 virüsüyle tanıştığımızdan beri toplumun büyük bir kısmı, doğal olarak, virüsün öldürücülüğünün ya da bulaşma gücünün artıp artmadığını merak etmekte, bundan kaygı duymakta ve buna ilişkin haberlere dikkat kesilmektedir. Bu merak biraz daha ayrıntılı dillendirildiğinde virüsün değişip değişmediği, mutasyon geçirip geçirmediği, hangi biçiminin dolaşımda olduğu gibi haklı sorulara dönüşmektedir. Zira filmlerde, dizilerde garip yaratıklar için söylendiği sıklıkla duyulan ve çoğunlukla pek de hayra alamet sayılmayıp hastalıklarla ilişkilendirilen mutant ya da mutasyon sözcükleri her zamankinden daha fazla dillere dolanmaya başlamıştır. Ülkede yıllardır tartışılan, eğitim müfredatından dışlanan ve pek de hayırhah bakılmayan evrime dair temel bir mekanizma virüs özelinde kendini oldukça hızlanmış ve çıplak biçimde ortaya koymaktadır.
İnsan ömrü temel alındığında doğadaki evrimsel değişim ölçeği çok daha geniştir, daha hızlı gerçekleştiği dönemler ya da durumlar olsa da genellikle söz konusu olan yüz binlerce ve milyonlarca yıldır. Bu geniş ölçek çoğu zaman evrim olgusunun anlaşılmasını güçleştirebilir. Fakat gerçekleştiği zaman ölçeği daraldığında ve insan hayatını tehdit eden bir unsur olarak karşımıza çıktığında evrimsel sürecin anlaşılması çok daha fazla olarak bir mecburiyet halini alır. SARS-Cov-2 virüsü tüm organizmalar gibi kendi özgün niteliklerini ona kazandıran bir genoma sahiptir. Mevcut virüs yeni virüsleri oluşturmak amacıyla bölünürken sahip olduğu bu küçücük genom eskisine oranla farklılıklar barındıracak şekilde çoğalır. Başka organizmalara göre çok daha küçük bir genomu olduğu, çok daha fazla bölündüğü ve sahip olduğu enzimler daha fazla hata yaptığı için sonuçta ortaya çıkaracağı çeşitlilik de daha fazladır. Bu yüzden evrimsel dildeki bu hata sözcüğü çeşitliliğin ortaya çıkmasını sağlayan bir kapıya işaret etmektedir. Bu durum virüs için bir avantajdır zira popülasyonu içinde çok çeşitli bireylere sahip olduğu için taşıdığı farklı donanımlarla farklı durumlara hazırlıklı olmuş olur. İşte bu çeşitlilik içinden hücre içine daha etkin şekilde giremeyen virüs tipleri zamanla elenirken daha etkin olanlar ise aylardır herkesin merak ettiği “Virüs mutasyon geçirmiş, bu onun öldürücülüğünü artırdı mı?” sorusunun sorulmasına yol açar. Örneğin pandeminin başında daha yaygın olan D614 tipine karşılık özellikle şubat ayından sonra G614 tipinin giderek daha baskın hale geldiği ortaya konmuştur. Dolayısıyla diğer tipin elenmesine paralel olarak G614 tipi daha avantajlı olduğu için seçilime uğramıştır. Sorunun cevabına dönecek olursak bu mutasyon virüsün öldürücülüğünü değil ama bulaşma özelliğini artırmış gibi görünüyor. Bunun nedeni de şudur: Gerçekleşen mutasyonla virüsün hücrelere bağlanma bölgesinde değişen aminoasit dizisinin elektriksel, biyokimyasal özellikleri de değişir, dolayısıyla o bölgenin üç boyutlu yapısı, çekim kuvvetleri ve sonuçta bağ kurma potansiyeli farklılaşır. Bu hem virüsün bulaşma dinamiklerinin değişmesini açıklar hem de aşı ya da ilaç geliştirme çalışmalarında dikkate alınacak bölgelerden birini karşımıza çıkarır. Darwin’in klasik doğal seçilim şemasına uyan bu süreç doğada gördüğümüz canlı çeşitliliğini açıklayan evrimsel mekanizmalardan birisidir. Öte yandan popülasyon düzeyinde süreç bu kadar açık ilerlemez ve bu süreci belirleyen öngöremeyeceğimiz karmaşık ilişkiler ağından kaynaklanan başka evrimsel mekanizmalar da devrededir. Nihayet evrim tüm süreç ve mekanizmalarıyla iş başındadır ve ona yaslanmadan virüsün biyolojisini, yapabileceklerini, hastalığın özelliklerini ve tedavisini ortaya çıkarmak mümkün değildir.
Bilimsel yöntemlerle elde tüm bu veriler çok yeni ortaya çıkan ve hayatımızı alt üst eden bu virüsü kontrol edilemez bir korku ve tehdit unsuru olmaktan çıkarma yolundaki önemli ve vazgeçilmez adımlardır. Yine de yukarıda açıklanan ve aylardır yaşamımızı belirleyen bu somut ve rasyonel süreçler Evrim adı altındaki bir bilimsel dal ya da alan olarak hala üstü örtülü ya da açık bir şekilde alanla ilgisiz makamlarca hedef haline getirilebilmektedir. Yukarıda anlatılan süreçler örneğin geçen hafta bir kongre dolayısıyla söz konusu edildiği gibi başlı başına yaratılış fikrine alternatif olarak ortaya çıkmış değildir. Hâlihazırda karşılaştığımız biyolojik durumları, ilişkileri, değişimleri açıklayan ve bunların çözümlerine işaret eden, deneylerle sınanabilir, tekrarlanabilir ve yanlışlanabilir en yetkin bilimsel model olduğu için geçerlidir. Tufandan sonra gemi karaya oturduğunda Avustralya’da yaşayan çeşitli hayvan türlerinin, okyanusta tropik adalara özgü dev salyangozların, Çin’deki belli maymun türlerinin ya da Güney Amerika’ya özgü böceklerin nasıl olup da Ararat Dağı’ndan oralara gittikleri geleneksel inanışlar açısından sorun teşkil etmeyebilir ama türlerin dağılımına ilişkin bir şey söylediğinden bilimsel ve rasyonel incelemenin konusu olurlar. Dolayısıyla diyelim Almancanın gramerini, cümle kuruluşunu ve kurallarını Türkçeye dayatarak geçerli kılmaya çalışmanın, üstelik oradan bakarak bu kuralları “tepkisel ve rasyonel olarak da problemli” bulmanın kendisi hiç rasyonel değildir; zira konuşulan diller bambaşkadır ve bu anlamda ortaklaşmaz. Pandemide bundan sonra neler olabileceği, nasıl çözülebileceği ve nasıl önlem alınacağı bir bilim dalını üzerinde durduğu zemine kurban edenler tarafından değil yukarıda anlatılan süreçlere yaslanarak yol alan bilim insanları tarafından aydınlatılacaktır.