Bundan yaklaşık bir yıl kadar önce protein kılıf içindeki bir RNA molekülü başta sağlık sistemi olmak üzere kapitalizmin işleyişindeki pek çok açmazı gözler önüne seriyor, üzeri rengârenk tüllerle örtülmüş uzlaşmaz sınıf çelişkilerini hem uluslararası hem de ulusal ölçekte tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Salgını önlemek için en başta hijyene dikkat edilmesi salık verilirken UNICEF dünya genelinde insanların yüzde kırkının el yıkama imkânlarına sahip olmadığını açıklıyordu. Türkiye’de sadece kasım ayında her gün toplu taşıma araçlarında, dip dibe işe gitmek zorunda kalan işçilerin %54’ünün ölüm nedeni Covid-19’du. Dünyanın pek çok yerinden gelen istatistikler Covid’in düşük gelirliler arasında nasıl daha yıkıcı sonuçlara yol açtığını ortaya koymaktaydı. Dünya Bankası verilerine bakılırsa pandemi nedeniyle aşırı yoksul sınıfına 150 milyon insan daha eklenecek. New York’ta insanlar test edilmek için saatlerce kuyrukta beklerken hali vakti yerinde olanların kendileri için sıra beklesin diye parayla insan tuttuğu haberlerine bakılırsa eşitsizlik sıra bekleme sürecinde bile görülüyor.
Aylar sonra pandemiye ilişkin tartışmaların odağı, virüsün özelliklerinden ya da hastalığın seyrinden çok aşılara kaymaya başladı. Zira hâlihazırda 13 aşı adayı, tarihte eşine pek az rastlanır bir hızla, Faz 3 aşamasına gelmiş bulunuyor. Tüm dünyayı etkileyen olağanüstü bir durumda buna karşı hamlelerin de sıra dışı nitelikler taşıması normal karşılanabilir. Fakat aynı RNA molekülü sorunun çözümü olarak aşıların içinde bulunurken kapitalizmin işleyişini bu kez bir başka açıdan daha gözler önüne seriyor. Hangi ülkenin hangi aşıyı önceden sipariş verdiğine ilişkin listelere bakıldığında dünyada zengin diye nitelenebilecek ülkelerin potansiyel aşıların tümü için çoktan sipariş vermiş olarak yurttaşlarına bir aşı çeşitliliği sunacağı görülüyor. Kamu sağlığının en temel araçlarından biri olan aşı, piyasaya yeni çıkacak bir elektronik eşya, bir otomobil ya da bir başka nesne gibi ön siparişle alınan, dükkânların önünde günler öncesinden başlayan uzun kuyrukların müsebbibi bir metaya dönüşüyor. Paran kadar sağlık kuralı hiç değişmiyor.
İşin bir yanı böyleyken, öte yandan hangi aşının ülkeye ne zaman, ne şekilde geleceği bir muammaya dönüşmüşken bu potansiyel aşıların güvenilirliğine ilişkin tartışmalar insanların aşı olup olmama konusundaki kararsızlığını olumsuz bir yönde etkilemeye başlıyor. Bunca aydır niye aşı ya da ilaç hala bulunamadı söylemleriyle gelişmişliği sorgulanan bilim, yoğun çalışmalar sonrası ürününü verdiğinde bu kez çok hızlı oldu diyerek bir güven bunalımının konusu haline geliyor. Bu güvensizlik ortamında kimi akademisyenler şu aşıları olmayın bunu olun gibi yorumlarla bilerek ya da bilmeyerek güvensizlik yangınına benzinle gidiyor. Aşı teknolojisindeki gelişme pek çok bilim dalının kendi kulvarındaki gelişmeleriyle doğrudan ilişkilidir. Bir hastalık etkeninin izolasyonu, yapısının çözülmesi, genomunun dizilenmesi gibi süreçler daha önce yıllar alırken Covid-19 özelinde de gördüğümüz gibi artık günler ölçeğinde mümkün olabilmektedir. Onlarla ifade edilecek sayıda insanla başlayan Faz 1 denemeleri başarıyla geçildiğinde yüzlerce gönüllünün söz konusu olduğu Faz 2 denemeleri sürdürülür. Bu fazlar asıl olarak aşının en fazla tartışma konusu olan güvenilirliğiyle ilgilidir. Daha sonra gelen Faz 3 çalışmaları aşının etkinliğini ve güvenilirliğini binlerce kişi üzerinde sınar. Tüm bu denemelere ilişkin sonuçlar bir rapor halinde, bilimsel dergilerde yayımlanarak bilim kamuoyuna sunulur. Dolayısıyla aday aşıların niteliği, işe yarar olup olmadığı şahsi ya da keyfi kanaatlerin dışında nesnel bulgulara bakılarak ortaya konur. Bu nedenle bir aşıyı kimin, hangi yöntemle ürettiğinden daha önemlisi bu aşının güvenilirliğini ve etkinliğini ortaya koyan bilimsel raporlardır. Ülkenin kendi aşısını kendisinin üretmesi kuşkusuz gerekli bir gelişmeyse de, şu ya da bu hezeyanla bir ilacın ya da aşının güvenilirliğinin yegâne ölçüsü onun yerli olmasıdır denecekse bu ülkede en başta, en temel göstergelerden biri olan vaka ve ölüm sayılarının, yoğun bakım oranlarının açıklanmamasının sorumlusunun hangi yerli olmayan unsur olduğu sorgulanmalıdır.
Epidemiyologlar, halk sağlığı uzmanları ve enfeksiyon hastalıkları uzmanları için salgının çözümünün aşıdan geçtiğine ilişkin bir kuşku yok. Yukarıda sözü geçen ve şimdilik yalnızca biri FDA onayı alan aşıların etkinlik oranları yüzde doksanlar civarında seyrediyor. Bu aşılara dair kimi bilinmezlikler olduğu bir gerçek. Örneğin 16 yaşından küçükler ve hamilelerdeki güvenilirliğine ilişkin verilerin yeterli olup olmadığı ve aşılamadan sonra insanların hala virüs yayıp yaymayacakları henüz açık değil. Buna karşın vaka sayısının ve ölümlerin dünya çapındaki artış eğilimi ve salgının neden olduğu ekonomik belirsizlik çok daha büyük bir ağırlık oluşturuyor. Bu tablo, belirsizlik, eksik bilgi, söylenti ve kulaktan dolma bilgi sağanağı altında kalmış milyonlarca insanın bilime ya da aşılara olan güveni sarsılmadan önce bilimsel gelişmeleri net ve anlaşılır bir şekilde ortaya koymak üzere sağlık kurumları, odaları, akademisyenler ve sendikalar tarafından diğer aşılardan önce topluma öncelikle bir güven aşısı yapılması gerekliliğini acil bir ihtiyaç olarak ortaya koymaktadır.