Geçtiğimiz haftanın iki gelişmesine dikkatleri yoğunlaştırmak gerek. Birincisi, Yatağan işçisinin mücadelesinin yeni aşamaya geçişi. Diğeri ise 19. Milli Eğitim Şurası’nda, eğitimin İslamileştirilmesinin anaokullarına kadar inmesi anlamına gelen öneriler.
Bu iki gelişme, önümüzdeki süreçte AKP iktidarına karşı gelişebilecek halk muhalefetinin içeriğini ve biçimini belirleyebilir.
MEB’in en üst düzey danışma organı olan Şura’da, iktidar yanlısı Eğitim Bir Sen tarafından gündeme getirilen ve çoğunluk oyuyla benimsenen öneriler pervasızdır: Anaokullarında karma eğitim zorunluluğunun kaldırılması yani haremlik-selamlık uygulamasının çekirdekten başlatılması, yemek duasının zorunlu tutulması, Peygamber hayatı ve Kuran-ı Kerim derslerinin verilmesi, Allah sevgisi, peygamber sevgisi, cennet ve cehennem konularının işleneceği Değerler Eğitimi dersinin verilmesi, ilkokul 1., 2. ve 3. sınıflara zorunlu Din Kültürü dersinin getirilmesi vb.
Bu öneriler Hükümet tarafından benimsenip karar altına alınırsa son derece yakıcı bir mücadele alanı açılacak demektir. 5-10 yaş arası çocukların beyinlerinin yıkanması anlamına gelen bu öneriler, ülkenin yarısından çoğu tarafından kabul edilemez.
Geniş kitleler, imam hatip okullarının çoğalması, türbanın serbest kılınması veya bir gökbilimcinin cezaevine tıkılması konusunda hemen harekete geçmeyebilir; bu tür uygulamalara karşı mücadele şimdilik öncülerin uyarı eylemleri düzeyinde kalabilir. Ama çocuk başkadır. İnsanların en değerli varlıklarına karşı yöneltilen bir dayatma, bıçağın kemiğe dayanması anlamına gelecektir. Bir anne-babanın gemileri yakacak düzeyde mücadele edebileceği birkaç konudan belki de en önde geleni çocuklarının geleceğidir. Sadece bir toplum yasası değildir bu, bir evrim yasasıdır da…
AKP iktidarı bu tür önerileri karar altına alırsa cami duvarına işemiş olur! Tahminim bu yönde; çevremden aldığım duyumlar da bu yönde… Ve Türkiye, bu tür girişimlere boyun eğmeyecek birikime de sahiptir.
Dolayısıyla bu konuyu mücadele gündeminin en üst sırasına not etmeyi ve hazırlanmaya başlamayı öneririm. Edelim ve başlayalım ki, Gezi’de olduğu gibi hazırlıksız yakalanmayalım.
***
Diğer konu ise daha da önemli. Çünkü sadece mücadele etmeyle değil, sonuç almayla ilişkili.
Yatağan işçisi bir “öncü eylemi” başlattı. Soma katliamı ertesi Soma madencilerininki, zeytin ağaçlarının kesilmesine karşı Yırca köylülerininki gibi sadece bir “tepki eylemi” değil. Öncü eylemi, tepki eylemlerini hizaya sokma ve yönlendirme niteliğine sahiptir. Haziran Ayaklanması gibi son derece geniş bir kitle hareketinde dahi sahip olamadığımız bir nitelik bu.
Öte yandan bu “öncü eylemi”, öncülükleri kendilerinden menkul küçük sol grupların öncü eylemi değil; bizzat sınıfın (hem de iki yıldır mücadele eden deneyimli bir sınıf bölüğünün) başlattığı bir öncü eylemi.
Bu nitelikleriyle Zonguldak madencilerinin 1991 başındaki Büyük Ankara Yürüyüşü eylemine benziyor. Fakat bu seferki öncü eylemin arkasında koskoca bir Haziran Ayaklanması ve kitlesi var.
Şunu bilince çıkaralım: Yatağan’a destek Yatağan’dan olmaz. Yerele yönelen temsili destekler tabii ki gerekli. Ama asıl yapılması gereken, Yatağan örneğinin yurt çapında yaygınlaştırılması için çalışmaktır. Yatağan yurt çapına yayılabilirse gerçek bir öncü eylemi niteliği kazanabilir; yoksa yerel bir tepki eylemine dönüşür. O halde: bir, iki, üç, daha fazla Yatağan!
Haziran’ın esas eksiği sınıftı. Bu nedenle, müthiş bir birikim yaratmasına karşın sonuç almada zayıf kaldı. Yatağan süreci, bu eksiği giderme potansiyeli taşıyor. Bu nedenle belirleyici öneme sahiptir.
***
Kanımca önümüzde oldukça sert bir kapışma süreci var. Başka sıcak konular da bu sürece eklenebilir.
Gerek eğitimin İslamileştirilmesine karşı parça parça gelişecek tepkilerin aynı politik hedefe yöneltilmesi, gerek Yatağan örneğinin yurt sathında yaygınlaştırılması, gerekse yeni olası gelişmelerin sıcağı sıcağına değerlendirilmesi, her şart altında mücadele edebilecek, son derece geniş cepheci ve esnek, ama aynı zamanda kaya gibi sağlam bir “devrimci öncü örgüt” gerektirir.
Eh, onu da bir zahmet biz yapalım artık. Yoksa bunca yıl ötmemizin ne anlamı kalacak!
Emeğimiz ve çocuklarımız için… Geleceğimiz için…