Haiti’de Matthew Kasırgası nedeniyle “300’den fazla kişi öldü.”
Yok, “Ölü sayısı 700’ü geçti.”
Iıh, “En az 900 kişi öldü.”
Yok ya, en iyisi, “Haiti’yi kasırga vurdu, yüzlerce ölü var. Ölü sayısının artmasından endişe ediliyor.”
Şimdi sırada; geri plan, iç ses, (kolektif) bilinçaltı, vurdumduymazlık, kapitalizmin sıradanlaştırdığı yıkımlar karşısında duyarsızlaşan akıl vb. öyle bir şey var işte:
Oralarda da hep kasırga olur zaten. Okyanus’un bir yerlerinden yola çıkar, Karayiplere geldiğinde en çok da Haiti’yi “vurur”, bir sürü de ölenler olur. Bazen Dominik’te de “çok etkili” olur. Yoksul ülkeler sonuçta. Hemen komşuları da fakir ama onda diğerleri kadar olmaz. Sosyalist Küba’nın coğrafi konumu falan daha uygun, korunaklı herhâlde. Kansere aşı falan da buldular. Yoksa toplumsal korunakları mı var? Neyse konu o değil. Karayipler’de ne olursa olsun, bu kasırganın dünya çapında daha büyük ve çarpıcı haberlere konu olması, “ünlü” olması için, asıl ABD’ye kadar gelmesi gerekir. Başlarda, kasırga daha yoldayken, Florida’da varlıklı kimi insanlar, korunaklı, güvenli, steril mekânlarında “kasırga karşılama partisi” falan verir, eğlenirler. Onlar da haberlerde, Haiti’deki ölüm haberlerinin hemen peşi sıra verilebilir. Haiti’dekiler denli olmasa da, sonradan Amerika’da da, bilhassa “korunaklı mekânları olmayan” fakirler arasında, “onlarca” ölü olabilir tabii. Kasırga tutar da, hepten yoksul bölgeyi vurursa, bu rakam “yüzlerce” de olabilir. Rakam işte. Hayat! Kasırganın ardından gelen kolera salgını ve ölümlerden ise sadece Haiti gibi ülkeler muzdariptir. Kasırga ölümlerinin hemen ardından kolera ölümleri de ufak tefek haber olmaya devam edebilir dünyanın büyük haber kanallarında! Lâkin kasırga görüntülerine göre, kolera görüntüleri o kadar da etkileyici değildir. “Rating”inin de yüksek olduğu söylenemez. Zaplarsınız, geçer gider…
İşte böyle. Haberlerin ele alınış biçimi, bizi etkilemesi, etkinin birkaç dakika (yahut saniye) sürmesi, gelip geçmesi, kanıksama durumu falan hepsi bir acayip değil mi?
Benzer başka acayipliklere de değinelim mi kısaca? Dünyanın başka ve fakat bir şekilde “benzer yerleri”nde olan bitenlere:
Dünya bu, kocaman bir şey. Onun “onlarca” yahut “yüzlerce” yerinde, “küçük ölçekli” yahut “düşük yoğunluklu” savaşlar/savaşçıklar devam etmektedir bir şekilde. Kasırgalar kadar olmasın, gayet doğal! Mesela bunlardan biri de Yemen’dir. Amaaan, Yemen nere ya?! Kimler savaşıyormuş bari? Suudi Arabistan önderliğinde bir ordu kurulmuş, Yemen’deki Şiileri ve birtakım “etnik unsurlar”ı mı öldürüyormuş? Sünniler versus Şiiler. Bilgisayar oyunu gibi. Hep olur öyle şeyler! Sivillerin katıldığı bir cenazeyi vurmuşlar, kimilerine göre 100, kimilerine göre 700 kişi ölmüş. Ona bakarsanız Suriye’de kaç yüz bine ulaştı “ölü sayısı”. Ortadoğu işte! Irak, Afganistan, Kuveyt, Yemen falan filan. Bir sürü mezhep, bir sürü etnik grup, bir sürü işgal olayı, enerji kaynakları, gerektiğinde kaşınabilecek bir sürü ayrım! En çok da Sünniler versus Şiiler! Yemen’e sıçramış demek şimdi. Irak ile İran arasındaki “ünlü”ydü asıl. Sırf mezhep değil, sınır meselesi de vardı ama koca savaş oldu. Bu defaki onun küçüğüdür, hem arada öyle olur, “onlarca”, “yüzlerce”, belki de “binlerce” kişi ölür, geçer gider bir şekilde!
Biraz daha aşağı inelim dilerseniz, Afrika’ya doğru. Sonra tekrar yukarı çıkalım, Akdeniz’e doğru. Evet, Akdeniz’de Afrikalı göçmenler ölüp duruyordur dünyamızda bu sırada. Biraz daha “duyarlı” olduğumuz bir konu gibi bu. Tweet atabiliriz: “İçinde yaşadığımız bu pislik düzen, iş/aş peşindeki ‘yüzlerce’ Afrikalı yoksul emekçiyi bugün bir kez daha boğup öldürdü; farkındasınız değil mi?” Evet, dünyada bu sırada, 700 ya da 1000 Afrikalı daha (rakamlar hep yuvarlaktır böyle); göçmen olabilme umuduyla, sulara/ölüme gömüldü Akdeniz’de.
Ne kadar da “sıradan” bir haber halbuki! Akdeniz’de sıradan bir gün! Afrika işte yahu. Ölüp duruyorlar zaten. Kıtadan Avrupa’ya kaçıp göçmeye çalışırken ölmezsen, ülkende kabile savaşlarında ya da açlıktan öleceksin nasılsa! Olasılık yüksek yani. En iyisi göçmeye çalışmak! Orada da belli bir oranda “kayıp” olacak, ne yapacaksın?! Beri yandan, Afrika “kalıcı” bir gündem olamaz ki hiçbir zaman. Şöyle haberleri karıştırırken bir bakarsın, ölenlere hafiften üzülürsün, geçersin. Kimin eski sömgürgesi ise o ülkenin haber kanalı daha çok ilgi gösterebilir elbette. İngiliz ise BBC, Fransız ise France 24, Hollanda ise bilmen ne. Olur öyle, “gerçek suçlular” arada bu şekilde “vicdan” yapar. Dünya böyle!
Daha “stratejik bağlam”da da bakabiliriz tabii kimi meselelere. Petrol, madenler, değerli kaynaklar falan. Onun için haberin yanında bir de “köşe yazarı okumak/dinlemek” lâzım. Özet geçiyoruz: Afrika’da büyük bir hegemonya savaşı yaşanıyor ABD ile Çin arasında (Eski sömürgeleri oralarda olsa da, Avrupa güçsüz yahut demode galiba!). Doğal kaynakları ve ucuz iş gücünü kim daha fazla cukkalayacak acaba?
Başka yerlere gidelim mi? Tekrar Ortadoğu’ya çıkıp İsrail, Filistin, Lübnan falan? Gazze’deki ablukayı kaldırmaya gidip de İsrail ordusu tarafından yolu kesilenler. Hep aynı! Asya’ya gitsek, Pakistan, Hindistan sınırı, çatışmalar falan? Çok uzak değil mi, dünyanın bir ucu. Afrika’da bir yerde (nasılsa) devam eden etnik kökenli bir başka savaş? Amaaan yine mi Afrika ya?!
Git, git bitmez… Kapitalizmin bütün dünyada yarattığı büyük ayrımlar, yıkımlar, adaletsizlikler, eşitsizlikler, uçurumlar… Ve yukarıdaki gibi görüşler eşliğinde gelen bir kanıksama!
Geçen hafta “Kadınlar” kitabı vesilesiyle adını ve yapıtlarını bir kez daha anma fırsatı bulduğumuz Eduardo Galeano’nun kitaplarını okurken de sık kapıldığımız bir duygu ve düşünce yoğunluğudur sanki bu. “Ne acayip şeyler oluyor şu dünyada, ne büyük kıyımlar/katliamlar, uzaklarda. Ama nasıl müdahale edilecek ki bunlara? Hep yeni sömürü biçimleri, yıkımlar ve savaşlar getiren sistemin, bu gerçekliğinin farklı görünümleri işte. Tek tek olgu olarak bakıldığında, yaşayanlar yaşadığıyla kalıyor sadece (daha doğrusu, ölenler öldüğüyle) ve olay biraz soğuyunca da tüm dünyada duyarsızlaşma!”
Genel durum bu. Peki Galeano’nun anlattığı öyküler, aktardığı “dünya hâlleri” ve olgular arasında en çarpıcılarından biri hangisidir bilir misiniz? Hani şu bütün bu cep telefonlarımız, dvd player’larımız, play station’larımız vb. için Kongo’dan çıkarılan bir Koltan maddesi var, duydunuz mu hiç? Bunu emperyalist ülkelerin/şirketlerin rahatça çıkarabilmesi için Kongo’da yaşananları, madenle birlikte “çıkarılan” savaşları, ne gibi ayrımların kaşındığını biliyor musunuz? Öyle “onlarca”, “yüzlerce”, “binlerce” de değil ha, “milyonlarca” ölüm getiren savaşı! Iııh, çoğumuz bilmiyoruz, Afrika işte. Bir yerlerde okuyunca, cep telefonumuza girer, google’a bağlanır, “Koltan” yahut “Kongo, savaş” diye aramalar yapabiliriz en fazla. Karşımıza bir rakam çıkar. Rakam gibi rakam. 5 milyon insan!!!
Dünyanın tüm kaynaklarını sömürmekte olduğu gibi, insanlar ve halklar arasında, yeni/büyük bölünmeler yaratıp birbirine boğazlatmak ve milyonlarca insanı öldürmek konusunda da ne kadar mahir bir sistem var karşımızda. Vatan, millet, din, mezhep vb. “sahte çıkarlar”ın peşinde uyutarak, “gerçek/tarihî çıkarlarımız”ı göremememizi sağlayan. Yol açtığı felaketlerin gerçek nedenlerine inmememiz için sağlam/süslü perdeler kullanan, icabında bu yıkımları – az önce andığımız haberlerdeki ve bu haberlerin bilincimize ve (kolektif) bilinç altımıza yansımasındaki gibi - sıradanlaştıran.
Bir taraftan da “müdahale edebileceğimiz” meseleler değil gibi sanki bunlar. Uzaklarda olup bitiyor işte…
Ama bizim ülkemizde, bizim eylemimizde olup bittiğinde de başka ülkelerdekiler için “uzaklarda olup bitiyor”, buna ne diyeceğiz? Onlar da bakacaklar, bir iki üzülecekler, zaplayıp geçecekler. Ötesinde, ülkemiz özelinde ve içinde de bir “sıradanlaşma” yaşanıyor galiba bugünlerde, daha doğrusu bir “kanıksama hâli” yerleşti medya yorumcularının da iteklemesiyle. Son bir buçuk yıl içerisinde ne büyük kıyımlar yaşandı ve fakat bu “muhterem zatlar” hepsini “olağanlaştırma” derdinde. Argüman cepte: “Neticede Ortadoğu ülkesiyiz, olur öyle… Bakın Irak’ta, Suriye’de neler oluyor, her gün yaşanıyor bu tür patlamalar.” (İlk Mehmet Barlas yumurtladı galiba bu müthiş fikri, 10 Ekim Ankara katliamının ardından geçen sene).
Bu devasa sisteme, onun ülkemizde ve dünyada yol açtığı büyük felaketlere, yıkımlara, ölümlere ne diyeceğiz, nasıl müdahele edeceğiz bu şekilde? Uzaklarda olup bitenlerle burada olup bitenlerin bağını ve benzerliğini ne şekilde fark edecek, fark ettireceğiz? Emperyalist-kapitalist sistemin büyük gücü karşısında, yazı yazıp, panel yapıp, “sosyalizm” dememiz yeterli mi acaba?
Haluk Yurtsever çok güzel bir ifade kullandı geçtiğimiz Salı günü İleri’de yayınlanan makalesinde: “Uğruna savaşmaya değer, gerçekleşebilir, kitlelere nüfuz eden bir yeni toplum düşüncesi…”
Uzun süredir Erkin Özalp’in yazıp çizdiklerinin, “Teorisyeniniz Devrimciydi” kitabında geliştirdiği yaklaşımın odağı da burası. Bir kez daha; “Uğruna savaşmaya değer, gerçekleşebilir, kitlelere nüfuz eden bir yeni toplum düşüncesi…”
Sadece ülkemizde değil, dünyada da bir ihtiyaç. Dünyadaki sorunların birbirine bağlanması, kanıksamanın değil duyarlılığın artıp ortaklaşması; Occupy eylemleriyle birlikte gelişen yüzde 99 bilincinin somut hedeflerle ilişkilenmesi; sistemin yol açtığı savaşlara, yıkımlara, adaletsizliklere karşı ortak bir amacın belirlenebilmesi; internetin katılımcı ve şeffaf olanaklarından yararlanan yerel, ulusal, uluslararası platformların oluşturulması; bunların Wall Street’ten Gezi’ye sokaklara ve meydanlara yansıması, birbiriyle dayanışması; bunlar içerisinde eşitlikçi/özgürlükçü toplumsal kurtuluş olanaklarının güncellik kazanması; “sosyalizm” demekle yetinmeyip onun nasıl ete kemiğe bürünebileceğine, somutlaşabileceğine dair düşüncede de eylemde de uğraş verilmesi…
Sistemin devasa gücü ortada. Ama yol açtığı devasa yıkımlar da ortada. Şimdilik hayal gibi ama… gün gelir de “o sırada dünyada”, bir dünya devrimi de olur mu acaba?..