John Berger bizi affetsin; “görme biçimleri” olur da, “okuma biçimleri” olmaz mı hiç?! Oldu bile:
1. “Aynı anda kaç kitap okursunuz veya kaç kitap okumak gerekir?”
Evet dilerseniz, bu sık rastladığımız soru tipiyle başlayalım biçimsel araştırmamıza. Sorumuzun en iyi yanıtı, “Sana ne kardeşim!” olmakla birlikte, bu zorlu soruyu basitçe “Bir” (rakamla 1) diye yanıtlamak da gayet mümkündür. Bir tane okuyun kâfi işte, onu bitirince yenisine geçerseniz. Üç, beş okuyorum diyip artizlik yapmayın, sirk mi burası! Eskiden biz de yaptık bu türden hatalar, iki, üç, dört tanesini aynı anda okuduk ya da okumaya çalıştık. Ne geçti elimize? Hiç! Maymun iştahlılığın, dağılmanın, odaklanamamanın âlemi yok!
İstisnalar olabilir tabii. Mesela ağır bir teorik çalışmanın içerisine girmişsinizdir, aynı anda birçok kitabı “karıştırıp” bir makale çırpıştırmanız gerekiyordur. Üç, beş de değil, 50 kitap birden okursunuz aynı anda! Tabii daha çok “göz atmak” diyoruz biz buna. Hepsini birer birer okuyup kaleme alacağınız bir makale kadar başarılı bir sonuç alamazsınız… ama olsun.
Bir diğer istisna, çok kalın, çok ağır bir kitap okuduğunuzda söz konusu olabilir. Öylesine iri bir arkadaştır ki bu, sadece masa başında okunabiliyordur, örneğin yatar vaziyette okumak mümkün değildir. İşte o zaman “ana ve ağır kitap”ın yanında, bir ikinci “çerez kitaba” başlayabilirsiniz. Sıkıntı yok!
2. Buradan da ikinci konumuza yahut sorumuza geçebiliriz: “Kitap, oturarak mı, yatakta mı, ayakta mı okunur?”
En iyi yanıtı, “Oku da, istersen amuda kalkarak oku!” şeklinde olsa da, bunu da “Otur bakiyim yerine” diye, bir mürebbiye edasıyla yanıtlayabiliriz! Mümkünse berjer koltuk (Thomas Bernhard’ın uzuuuuun uzun uğraştığı koltuk tipi değilse nedir bu?); mümkün değilse standart koltuk yahut sandalye. Sırtta illa ki minder olsun ama. Bel sağlığı önemli bizde! Aynı (olası) sağlık problemi nedeniyle, uzun süre oturmayınız ayrıca. Arada kalkıp yürüyünüz, şöyle bir dolaşınız. O zaman da, evin içinde turlarken, bir yandan da okumaya devam edebilirsiniz dilerseniz. Serbest.
Yatak meselesi ise sabah ilk kalktığınızda ve gece yatmadan önce serbest. Gün ortasında ikide bir yatıp durmayın, Oblomov musunuz siz? Ayrıca o arkadaşımız, koltuğuna yapışık, yatağa değil! Neyse, sabah erken ve gece geç vakitler için yatakta okumak serbest işte. Hatta gece yatmadan önce, bağzı kitaplar uyku hapı işlevi bile görebilir. Kolay uyuyamıyor musunuz, uyku sorununuz mu var? Alın elinize bir kitap, öyle gidin yatağa, okuyun, okuyun, okuyun… sonunda uyursunuz. E uyumazsanız da ekstradan bilinçlenmiş olursunuz, fena mı?
Beri yandan, bir önceki maddede belirttiğimiz gibi, kalın/ağır kitaplar yatarak okunmaz. Bilhassa sert karton kapaklı kalın kitap okurken kafanıza düşürürseniz, küçük çaplı yaralanmalarla karşılaşabilirsiniz. Bel sağlığından sonra dikkat edilmesi gereken ikinci bir sağlık konusu daha. Aman dikkat!
3. Bir önceki maddemizde, hazır “yatak olayı” üzerinden “gece vakti” gündeme gelmişken, buradan, “Hangi saatlerde okumak daha doğrudur?” gibi yavan bir soruya geçebiliriz.
Yanıtı tabii ki, “Her saatte!” olmakla birlikte, yazarlara yöneltilen “Hangi saatlerde yazarsınız, daha çok geceleri mi, yoksa sabah erken saatte mi?” türünden gereksiz sorulara verilen gizemli yanıtlara öykünerek meseleyi uzatmak mümkündür. En iyisi, sabaha karşı 4’te okumaktır mesela! Herkes uyurken bir kitapla başbaşa kalıp bambaşka dünyalara gitmek, gerçekten de çok keyifli olabilir. Issızlığın ortasında, kitabın özel dostluğuyla gelen düşünsel/imgesel bir çoğalma hâli. Bırakın, uyusun ahali. Hele, böyle saatlerde bir yandan okurken, bir yandan da bir kenara not alıp yazmaya başlamanın keyfi…
4. Tam da bu noktadan hareketle, önemli bir diğer meseleye geçebiliriz: “Kitabı okurken başka bir kâğıda, detfere vb. aldığımız notlardan gayrı, bizzat kitaba da, şöyle kenarlarına falan not alabilir miyiz, serbest mi?”
Şartlı serbest! Birincisi, resim yapmak, karikatür çizmek yok! İkincisi, sizden sonra okuyacakları düşünün. Öyle biri yoksa rahat hareket edin. Sonuçta kitap okumayı aynı zamanda bir “çalışma” olarak görüyorsanız, kitabınız da bir “çalışma malzemesi” haline gelebilir. Tümüyle size özel! Ayrıca, kütüphaneyi de “okuduğunuz kitapların bir yığını” değil, “okuduğunuz, okumakta olduğunuz ve okuyacağınız kitapları bir arada barındıran değerli bir çalışma ortamı” olarak düşünün. Böyle düşünürseniz, ileride zamanı gelince okunabilecek kitapların birikmesinden de rahatsızlık duymazsınız. Üçüncü nokta, bari tükenmez kalem kullanmayın! Kurşun kalem serbest!
5. “Peki ya tuvalette okuma durumu, o serbest mi?”
Yere düşürmeyecekseniz, kitabı lavabonun kenarındaki ıslak bölgelerden sakınacaksanız ve tuvalette kitap okuyorum diye süreyi uzatıp saatlerce bu değerli mekânı meşgul etmeyecekseniz serbest elbette! Ayrıca, son olarak düştüğümüz kayıttan hareketle bir diğer sağlık uyarısı; çok uzun süre tuvalette kalanlarda hemoroide rastlanma oranı yükseliyormuş. Toplumumuzda söz konusu oran zaten yüksek, hatta memleketin yarısı öyle, bir de siz ekstradan katkıda bulunmayın bakalım bu kanlı sürece! Tabii tuvaletini kütüphaneye çeviren iflah olmaz bazı insanlar da var aramızda. Çoğunlukla yazarlar yahut devlet adamları bunlar! Şu an isimlerini hatırlamıyorum, Mustafa Kemal Erdemol’un bu tür konulara merak salan okurları tatmin eden kitaplarından birinde geçer, maalesef elimin altında değiller? (İç ses: “Nerede benim kütüphanem, gençliğim nerede anne?”)
6. Evet, biz gençken, kitapların sayfalarını hangi açıyla açmamız gerektiği hususunda bizi uyaran arkadaşlarımız, yoldaşlarımız vardı! Ne günlermiş! Herhâlde, aynı kitap öğrenci evlerinde yahut yurt odalarında elden ele yıpranmadan geçebilsin, kitabın yaydığı bilinç ve aydınlık kuşaktan kuşağa sorunsuz bir biçimde aktarılabilsin diye böyle bir gayret gösterirlerdi. Ne insanlarmış!
Bana soracak olursanız, istediğiniz açıyla okuyun derim. Daha önce belirttiğimiz gibi, kitap sizin özel “çalışma materyaliniz” kardeşim, o yüzden, her şey serbest! (İç ses: Her şey serbest, her şey serbest… iyice liberal oldun ha!)
7. “Peki ya kindle, mindle yeni teknoloji olayları karşısındaki tavrınız nedir? İlla kâğıttan okuyacak değiliz herhâlde biz bunu, öyle değil mi?”
Evet, evet, istediğiniz gibi okuyabilirsiniz. Elektronik kitap falan mecburen yayılıyor. İlerlemeden yanayız, teknolojik yenilenmeyi inkâr etmiyoruz, doğanın korunmasını da savunuyoruz vesaire vesaire… Ama dinozoruz kardeşim, ne yapalım, elimize kitabı alıp sayfalarını karıştırmadan duramıyoruz! Ayrıca bu şekilde elektronik falan okuyacaksanız da “kayıtlı” bir biçimde okuyunuz lütfen. İnternetten, oradan buradan kaçak şekilde kitap indirip durmayın. Tamam, dağıtımcıya, matbaaya, patrona gitmesin ama çevirmenin, yazarın, editörün üç kuruş gelirinden olmasının anlamı ne, ha?!
8. Dağıtmayalım konuyu, okuma biçimlerinden söz ediyoruz, yayın dünyasının sorunlarından değil! “Işık, mışık, karanlıkta okuma durumları nedir hocam”?
Tabii ki aydınlıkta okuyacaksınız, soru mu yani bu! Işığı direkt tepeden değil, duvara yansıtarak almaya dikkat edin. Eğer karanlık bir odada, ranzalı bir ortamda yahut koğuşta bulunuyorsanız (bkz. talebe yurdu, askeriye ve mapusane); battaniye altında özel bir aydınlatma yardımıyla okuyabilirsinizi!
9. “Okuyacağım kitapları bir sıraya diziyorum ama araya başka kitaplar giriyor, sıraya uyamıyorum, ne yapmalıyım?”
Aldırmayın, aynen devam edin! Bir kitabı okurken, sırada okuyacağınız kitabı sabırsızlıkla beklemek, onu düşünmek, onun için heyecanlanmak mühim mesele! Ah ne güzeldir, “Bir an önce şunu bitireyim de buna başlayayım” telaşı. Yaşayın bunu! Arada, okumakta olduğunuz kitap başka birini “çağırır” ise, bu çağrıya uymanızda da hiçbir sakınca yok. Uyun gitsin! Serbest. (Ah liberalizm, ah! Bir virüs gibi yayılıyorsun âdeta.)
10. “Bir süre tek bir konuya odaklanarak, sırf o konuda bir sürü kitap okumaya ne diyorsunuz peki?”
Ne diyeceeğiz, “Allah” diyoruz! Disiplinli çalışma önemli tabii. Odaklanma konusu da, daha önce dediğimiz gibi mühim. Ama yine de “tek tip” olmamak, tek tip okumamak lâzım. Diyelim orta çağ tarihi okuyorsunuz düzenli, akademik bir çalışma peşindesiniz ya da bir makale dergiye. Araya roman da atmak lâzım kanaatimce. Biraz öykü, biraz şiir, biraz felsefe. Sonra yine dönersiniz tarih kitapları serisine. Bir konuyla ilgili çepeçevre okumalar, “sıkıcı”, okumadan soğutan bir sürece sokmasın sakın sizi.
11. “Başvuru kitapları, kaynak kitaplar, ansiklopediler, bunlar nasıl okunmalı?”
Yine “oturarak” okuyacaksınız hâliyle! Bunlar genelde ağır olurlar, yatarken okunamazlar. Bir de, baştan sona okumaya gerek yoktur bu kitapları, ihtiyacınız olduğunda, bu kaynağa başvuracağınız zaman ilgili bölümü okumanız yeterlidir. İstisnası, STMA idi. Nam-ı diğer, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi. Fasikül fasikül çıkması sayesinde baştan sona kitap gibi okumak mümkündü. Diğerleri için böyle bir şey denemeyinizi!
12. “Eski okuduklarınızı yeniden okumak konusundaki görüşlerinizi alabilir miyiz?”
Serbest! Özellikle belli bir yaştan sonra. Bugünlerde Lady Chatterley’in Sevgilisi’ni yeniden okumak istiyorum mesela. Geçenlerde, ilk okumasını yapan bir arkadaş bahsetti, ne kadar güzel bir romanmış bu diye. Yıllar önce okumuştum, hiçbir şey hatırlamıyorum şimdi. Görüldüğü üzere, yeniden okumam lâzım onu. Bu arada, “Çok okumak hafıza için iyi değidir.” En azından Aristo öyle demiş. Az okumak da hiçbir bakımdan iyi değildir. Bu durumda, hafızayı falan boşverip, eski okuduklarını yeniden okumak en iyisi!!!
13. “Kötü bir kitabı bitirmeden, yarım bırakabilir miyim?”
Elbette, hemen bırakın lütfen! Motto’muzu tekrar edelim fırsat bu fırsat: “Hayat, aptal insanlar ve kötü kitaplarla vakit kaybedemeyecek kadar kısa.”
14. “Peki ya, biçimsel meselelerimize geri dönecek olursak; kahve ve sigara içebilir miyiz kitap okurken?”
Kahve serbest. Hatta Facebook’ta, Instagram’da vb. kahve ve kitap fotoğrafı paylaşmak bile serbest.
Lakin sigara içemezsiniz. Yassah! Sağlığa da zararlı!
14.5. “Hiç mi içemeyiz, bir tane bile mi?”
Siz değerli İleri haber okurlarının gül hatırı için, Instagram’da falan güzel fotoğraf verdiği de düşünüldüğünde, tek bir sigarayı serbest bırakıyorum şimdi. Tercihen puro, kâğıda gerek yok tabii!
15. “Son olarak söylemek, eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?”
Eklemeye gerek var mı ki: Buradaki kurallardan ve biçimsel yaklaşımlardan hiçbirine uymak zorunda değilsiniz. Sözümüz John Berger’den ırak; aslolan biçim değil içeriktir! Okuyun yeter ki…