Günümüzün hakim sınıfı küresel burjuvazi, büyük insanlık akışının ana mecrasından tamamen koptu, hatta bu akışın önündeki bir tıkaca dönüştü. Ekonomik planda üretimden uzaklaştı ve esas kârını maddi karşılığı olmayan sanal ilişkilerden ve sistem açısından dahi gayrı meşru faaliyetlerden edinmeye başladı. Küresel sermaye, hiçbir zaman gerçekleşemeyecek olan bir ütopyanın peşinde; emekten (yani anasından) kurtulmaya uğraşıyor. Bu eğilimin ifrata varması, bu sınıfı, insan ve doğa ile karşı karşıya getirdi. “İnsan-üstü” ve “doğa-üstü” olma ütopyası, bu sınıfı yıkıcılaştırdı. Her şeyin, insanı insanlık yapan karşılıksız emek alanlarının bile metalaştırılmaya, alınır-satılır kılınmaya çalışılması muazzam bir “insan kirliliği” yarattı. Küresel burjuvazi, deyim yerindeyse, ipini koparmış bir sınıftır.
İnsanlığın ana mecrasından kopma eğilimi düşünsel plana da yansıyor. Küresel burjuvazinin ideologları, her türlü bütüncül kurama, bütün insanlığı birleştiren (eşitlik, özgürlük, sömürüsüzlük, güvenlik gibi) idealleri yansıtan düşünce sistemlerine karşı savaş açıyor. Belirsizliği, bilinemezliği, yerelliği, dağılmayı, mutlak bireyciliği, yıkıcılığı, aşırı yararcılığı teorize ediyorlar. Sadece sosyalist düşünce değil, bilimsel devrim ve aydınlanma atılımı da, yani toplam olarak Modernite bu ipini koparmış sınıfın hedef tahtasındadır.
Öte yandan insanlık tarihte hiç olmadığı kadar bütünleşmiş ve sorunları ortaklaşmış durumda. Günümüzde gerek üretici güçlerin gelişim düzeyi gerekse insanlığın düşünsel birikimi, tek bir dünya uygarlığı hedefinin bile insanlığın ufkuna girmesinin zeminini oluşturuyor. Ayrıca insanlık öyle ortak sorunlarla karşı karşıya ki, bunları ancak büyük kamusal projelerle çözüme kavuşturabilir. Küresel burjuvazinin ideologlarının söylediğinin tam aksine, eskisinden de daha bütüncül ve kapsamlı stratejilerin oluşmasının hem zemini genişliyor, hem de bu yakıcı bir ihtiyaç haline geliyor.
Sözünü ettiğimiz bu iki zıt eğilim, aslında Marx’ın 19. yüzyıl Avrupa kapitalizmini tahlil ederken saptadığı, sistemin temel çelişkisinin günümüzdeki görünümüdür: Üretimin giderek toplumsallaşması ile mülkiyetin giderek tekelleşmesi arasındaki uzlaşmaz çelişki. Bu çelişki öyle derinleşti ki, insan emeğinin ve doğal kaynakların tepesine çökmüş azınlık bir sınıf ile insanlığın neredeyse tamamının çıkarları arasında bir zıtlık oluştu.
Bu çelişkinin çözümü gökten vahiy olarak inmeyecek. İnsanlık, sınıflılığa karşı binlerce yıllık mücadele birikimine başvuracak. Bu birikimin günümüzdeki doruk noktası olarak Marx’ın kuramını görüyoruz. Hem somut olarak kapitalizmi hem de genel olarak sınıflılığı daha köklü biçimde eleştiren ve bu durumu aşmanın daha geçerli yollarını üreten daha kapsamlı bir kuram henüz geliştirilmiş değil. On bin yıldır kurtulmaya çalıştığımız sınıflılığın günümüzdeki temsilcisi olan küresel burjuvaziye karşı, bugün elimizdeki en gelişmiş silah Marx’ın kuramıdır. Yeni bir başlangıç için elimizde Marx’ın kuramı var.
Peki, bu silah yeterli mi, değil mi? Böyle soruların yanıtları, salt kuramsal fikir yürütmelerle değil, büyük toplumsal pratiklerin sonucunda alınır. Pratiğin alacağı seyir, teorinin çerçevesini de içeriğini de belirler. Düşünce sistemleri ancak büyük toplumsal pratiklerle aşılabilir. Kapitalizmi aşmayı hedefleyen pratikler oluştuğunda, bu pratikler kendi düşünce sistemlerini de oluşturacaklar. O zaman göreceğiz Marx’ın hâlâ yol gösterip gösteremediğini, yeterli olup olmadığını.
Konuya kuramsal olarak yaklaştığımızda, Marx/Marksizm aşılabilir mi? Aşılamayacağını söylemek, Marksist bir yaklaşım olmaz! Bilimsel bir yaklaşım da olmaz. Aşılamayacağı iddia edilen kuram, bir dogma haline gelmiş ve ölmüş demektir. Marx da aşılacak ve insanlığın müzesine kaldırılacak. İnsanlığın ve toplumların akışını çok daha kökten ve çok daha kapsamlı bir biçimde açıklayacak kuramlar oluşturulacak. İşin, daha öyle başındayız ki...
Ama tekrar edelim, bugün elimizdeki en gelişmiş silah Marx’ın kuramıdır. Ancak bu silahı kullananlar, daha gelişmiş bir silahı oluşturabilme olanağına sahip olabilirler. Bu nedenle bugün hâlâ Marksistiz. Geçmişten gelen bir alışkanlık olarak değil, geleceğe uzanmak ve geleceği kurmak için… Dört başı mamur bir külliyat olduğu için değil, bir eylem kılavuzu olduğu için…
Kısaca şöyle söyleyelim: Marksizm hâlâ bir dogma değil “aşılabilir, aşılmaya açık” bir kuram olduğu için, yani hâlâ canlı olduğu için, bugün hâlâ Marksistiz.