Türkiye’de bir hafta boyunca Moody’s tartışıldı. Önemli bir karar aldığı malum. Türkiye’nin kredi puanını “yatırım yapılamaz” konuma indirdi. Standard & Poor’s tarafından daha önce belirlenen benzer bir puan ile birleşince, bu karar Türkiye’ye dönük portföy (“sıcak para”) akımlarını olumsuz doğrultuda etkileyecektir.
“Derecelendirme kurulları”nın rollerini, işlevlerini Hayri Kozanoğlu BirGün’de tartıştı; sicillerinin lekeli olduğunu anlattı. Ben doğrudan doğruya Moody’s’in kararına odaklanmak istiyorum. Türkiye’nin kredi puanının indirilmesinde iktisadî ve siyasî gerekçeler ne kadar rol oynamıştır?
Bu soruyu, Moody’s’in Türkiye’ye ilişkin kararını, gerekçeleriyle birlikte açıklayan uzunca (2463 sözcüklü) belgeyi gözden geçirerek yanıtlamaya çalışalım.
Sonuç, bence, iktidar çevrelerini haklı çıkarmaktadır: Moody’s’in kararında siyasî etkenler ağır basmaktadır.
İktisat: Haklı Gerekçeler
Dünya ekonomisinin bugünkü koşullarında belirlenmiştir ki, sermaye hareketlerinde sert durma, “geriye dönme” olguları, çevre ekonomileri için ciddi riskler yaratır. “Dışsal kırılganlık göstergeleri” de, sadece bu ülkeler için değil, oralara para bağlayan finans sermayesi için de büyük önem taşır.
Moody’s de Türkiye ekonomisindeki kimi kırılganlık etkenlerini, son kararının bir gerekçesi olarak açıklıyor. Aktaralım:
“Tüketimin sürüklediği, yabancı sermayeye bağımlı olan Türkiye ekonomisi, dışsal şoklara ve/veya yatırımcı güveninde kayıplara karşı riskli durumdadır… Yabancı sermaye akımlarında ani, sarsıcı bir tersine dönme, en kötü senaryo olarak bir ödemeler dengesi krizi riskini artırmıştır… Cari açık, Türkiye ile benzer puan sahibi olan ülkelerin üzerindedir… Dış şoklara karşı tamponlar zayıftır; brüt rezervlerin sadece %30’u net resmi rezervleri oluşturmaktadır… Cari açığın da eklenmesiyle, 2016 ve 2017’de ödenmesi gereken dış yükümlülükler milli gelirin %26’sına ulaşmaktadır ve bu durum yatırımcı güveninde sert değişikliklere karşı ülkeyi duyarlı kılmaktadır… 2016-2019 için ortalama büyüme hızı öngörüsü %2,7’dir.”
Belge, ayrıca, ülke değerlendirmelerinde Moody’s’in kullandığı “dışsal kırılganlık göstergesi”ne değiniyor. Bu gösterge, yukarıda değinilen kısa vadeli dış yükümlülüklere yabancıların mevduatı eklenerek ve toplam döviz rezervlerine oranlanarak hesaplanmaktaymış. Türkiye için bu gösterge artmış ve 2016’da %187 olarak belirlenmiştir.
Moody’s’in bu değerlendirmelerine itirazımız olamaz. Ben 1994 krizinden bu yana, çok sayıda solcu iktisatçı da 2000 sonrasında eşitli dışsal kırılganlıkları ayrıntılarla vurguladık; inceledik; bunlara yol açan politikaları eleştirdik. Moody’s de bilinenleri, eksiğiyle tekrarlıyor
İktisat: Hatalar, İdeolojik Saplantılar
Ne var ki Moody’s, iktisadî açıklamalarda üç doğrultuda hata yapıyor.
Birincisiyle başlayayım: Bu kuruluş, Mayıs 2013’te Türkiye’nin kredi notunu yükseltmişti. Şimdiki kararını iktisadî olarak savunabilmek için, bu üç yılda sözü geçen kırılganlık göstergelerinin bir hayli bozulmuş olması gerekirdi. Gerçekte ise, veriler bunu doğrulamıyor. 2013-2016 arasında bu göstergeler fazla değişmemiş; hatta bir bölümü iyileşmiştir. Örneğin, dış açık aşağı çekilmiş; enerji ithalat maliyetindeki düşmenin ötesinde düzelmeye başlamıştır. Bankaların kısa vadeli dış yükümlülükleri hafiflemiş; bir yıllık dış finansman gereksinimi istikrar kazanmıştır. Kısacası, Moody’s ekonomik gerekçeleri tartışırken, yakın geçmişle karşılaştırmaktan kaçıyor; zira haksız çıkacaktır.
İkincisi, Moody’s, doğal olarak neoliberalizmin “kemer sıkmacı” saplantısının tutsağıdır ve bu yüzden tökezlemektedir. Kamu sektörü borçlanma göstergelerine bu nedenle abartılı öncelik vermektedir. Türkiye’nin “maliye bilançosunun güçlü oluşu, merkezi hükümetin dövizli borç oranının düşmesi, 2017’de dış borç ödemelerinin sadece 11,3 milyar dolar olması” istisnaî bir olumlu özellik olarak vurgulanmaktadır.
Bu ölçütün finans kapital için önemi ortadadır: Sıcak para yatırımlarının önemli bölümleri, kamu borç senetlerine bağlanmıştır. Devletin borç ödeme yeteneği, finans çevreleri için bu nedenle önem taşır. Ne var ki, yatırımcıların bu önceliği, ulusal ekonomileri durgunluğa da mahkûm edebilmektedir. 2008 sonrasında bu durum çok sayıda ülke deneyimiyle ortaya çıkmış; “kemer sıkmacı doktrin” itibardan düşmüştür.
Ayrıca, bu göstergeye bu kadar önem veren Moody’s, son yıllarda AKP’nin Türkiye’de kamu hesaplarını nasıl yapay olarak “düzelttiğini” gözden kaçırmıştır. Birbirini izleyen (sonuncusu Ağustos 2016 tarihli) vergi barışları, büyük altyapı kredilerindeki örtülü devlet garantileri, kamu giderlerinin bir bölümünü bütçe dışına taşımak amacıyla (yine Ağustos 2016’da) kurulan Varlık Fonu örnek verilebilir.
Üçüncü olarak, Moody’s’in ekonomik değerlendirmelerinde yer alan yapısal uyum teranesine değinelim. Bu, neoliberalizmin kronik bir ideolojik söylemidir. Türkiye gibi ekonomilere ısrarla “yapısal uyum” çağrıları yapanlar; kamuoyuna bu terimin içeriğini açıklamaktan kaçınırlar. Zira, önerdikleri düzenlemeler, aslında, sosyal güvenlik sistemlerinin ve işgücü piyasalarının sistematik olarak sermaye lehine dönüştürülmesini hedeflemektedir. Ancak, bu hedefin açıkça ifadesi, tedirginlik yaratacağı için, ne olduğu anlaşılmayan bir “yapısal uyum gündemi” ifadesiyle yetinilir.
Moody’s belgesi de Türkiye için aynı yaveyi tekrarlıyor: “Reform gündeminin yavaşlaması…; yapısal değişimlerin uygulanmasında olumsuzluklar…; reform programının hem yasalaşmasında, hem de uygulanmasında aksama…” Belge, iki “reform öğesi”ne (kısmen) açıklık getiriyor: “Hükümet bu yıl reform gündeminde belli bir ilerleme sağladı ve darbe girişiminden sonra tasarruflara dönük bir reform politikasını geçirdi.”
İlk kastedilen, özel istihdam büroları aracılığıyla gerçekleşecek olan kiralık, güvencesiz işçiliği öngören Mayıs 2016 tarihli “kölelik yasası” olmalıdır. İkincisi ise, Ağustos 2016’da “bireysel emeklilik sistemi”ni kısmen zorunlu hale getiren yasal düzenlemedir.
Yurtiçi tasarruf oranını yükselteceği beklentisiyle Moody’s’in övdüğü bu “reform”un, emeğin sırtından sermaye piyasalarını beslemeyi hedefleyen bir sahtekârlık olduğunu, Pinochet döneminde bu kazığı yiyen Şili emekçileri bugünlerde kavramıştır. Şili cuntasının neoliberal akıl hocalarının eseri olan ve kırk yıl önce dünyaya örnek gösterilen bu “reform” Santiago meydanlarında yüzbinler tarafından protesto ediliyor ve geleneksel sosyal sigorta sistemine dönüş gündeme geliyor. Borsaları yıllarca besleyen Batı sigorta fonlarının da kronik bir tıkanmaya sürüklenmekte olduğu son günlerde ileri sürülüyor.
Moody’s’in bu olguları tartışması elbette beklenemez. Tartışmıyor; ama yine de, “yapısal reformlar” doğrultusundaki olumsuz beklentilerinin, puan düşürmeye katkı yaptığını açıklıyor.
Siyaset: Karanlık Tablo
Böylece görülüyor ki, Moody’s, kredi puanının düşürülmesi için 2013-2016 arasında ekonomide dişe dokunur olumsuz gelişmeler gösteremiyor. Eski dışsal kırılganlıklar süregelmektedir; o kadar…
Dolayısıyla asıl olumsuzluklar ekonomi dışındadır; siyasettedir. Moody’s’in Türkiye belgesi de siyasette, kurumsal yapıda oluşan riskleri, bozulmaları bolca sıralıyor:
“Kurumsal güçte zayıflama, siyaset ve güvenlik risklerinin ısrarla yüksek kalması, öngörülemeyen politik gelişmeler, içsel siyasî riskte artış ve jeopolitik tehditlerin direnmesi; darbe girişiminden önce de var olan kurumsal güçteki aşınmanın daha da artması, yönetişimde bozulma…” Bu ifadeler ısrarla tekrarlanıyor ve bu bozukluklar “yatırımcıların değişen algılamaları, dış ortamda oynaklıklar” ile birleştiğinde “bir ödemeler dengesi krizi riskinin” de gündeme gelebileceği belirtiliyor.
15 Temmuz sonrasına ait siyasi endişeler daha da somut ve ciddidir: “Darbe girişimine hükümetin yanıtı, devlet politikalarındaki beklentilerde kanunların üstünlüğü açısından geleceğe ilişkin endişelere yol açmaktadır. Kamu yönetiminde büyük boyutlu görevden uzaklaştırmalar, Türkiye’de politikaları oluşturan kurumların kapasitesi üzerinde kuşkulara yol açmaktadır. Bu durum, reform programının oluşturulması ve uygulanmasından sorumlu kurumlar için de geçerlidir. Keza, hükümetin, özel sektörde Gülen hareketiyle bağlantılı kurumlara dönük eylemleri, özel yatırımların korunması ve genel olarak yatırım ortamı üzerinde endişelere yol açarak ülkenin büyüme patikasını olumsuz etkileyebilir. Güvenlik riskleri ve iktidarı pekiştirme gereksinimine eklenen anayasa değişikliği belirsizlikleri, kurumlarda zafiyete, dağınıklığa yol açabilecektir.”
İfadeler karışıktır; ama, bence, meram açıktır. Daha ne söylesin? Moody’s’e göre siyasi iktidarın geleceği belirsizdir. Kamu personelinin tasfiyesi, devlet çarkını felce uğratabilecektir. Gülen’ci şirketlerin kayyumlara devri, kapitalizmin temel ilkesi olan mülkiyet haklarını tehdit etmektedir.
Durumun iki-üç yıldan önce düzelme olasılığı uzak görünmektedir. Kredi puanının düşürülmesine, ekonomi değil, bu siyasi tablo yol açmıştır.
Kimin Marifeti?
Moody’s’in AKP’ye siyaset öncelikli saldırısını nasıl yorumlayacağız? Şirket uzmanlarından bu cesaret beklenebilir mi? Arka planda kimlerin marifeti söz konusu olabilir?
AKP’liler “faiz lobisi” diyebilir. Biz “finans kapitalin bir kanadı” diye çevirebiliriz. ”Mülkiyet hakları tedirginliği”, tüm portföy yatırımcılarını etkilemelidir. Yine de finans kapitalin rantiye kanadının risk iştahı er-geç coşacaktır. O zaman, en azından devlet kâğıtlarına girmek için fırsat arayacak; TL yeterince değer yitirince “burnunu tıkayarak” Türkiye havuzuna dalacaktır. Öyleyse, Moody’s’e orta dönem için fazla önem atfetmemek gerekir.
AKP’liler “paralel yapı” da diyebilir. Memurların tasfiyesi, şirketlerin kayyuma devredilmesi eleştirildiğine göre, niçin olmasın? Gülen ekibinin güçlü dış bağlantıları Moody’s nezdinde sıkı bir çalışma yapmış olamaz mı?
Emperyalizm AKP’yi defterden sildi mi? Moody’s öyle bir rol üstlenecek önemde, boyutta değildir. Ayrıca, AKP’nin Amerikan emperyalizminin “şahin” kanadıyla başlattığı yeni işbirliği dikkate alınmadan bu soru yanıtlanamaz. Ocak sonrasında Clinton’un başkanlığı altında, Suriye’de ABD’yi temsil eden bir işgal gücü rolünü TSK üstlenirse, Moody’s’in uyarılarını kim umursar?
Bu soruları, olasılıkları tartışmayı sürdüreceğiz.