Brzezinski, Afgan mücahitler, Manchester bombacısı 

BREZİNSKİ'NİN SİCİLİNDEN 

Soğuk savaşın son yıllarında Amerikan dış siyasetinin önde gelen şahsiyetlerinden Zbigniew Brzezinski, 26 Mayıs’ta 89 yaşında öldü. 

Hayatı, marifetleri hatırlandı. Bu arada Le Nouvel Observateur’e 1998’de verdiği bir mülakatın aynı basımı da yayımlandı.  

Jimmy Carter’ın başkanlığı sırasında dört yıl Millî Güvenlik Danışmanı olarak görev yapmış olan Brzezinski’nin bu mülakatı önem taşıyor. İslamcı cihadın sonraki oluşumuna Amerikan emperyalizminin katkısını açıklıyor.

Le  Nouvel Observateur’ün ilk sorusu şudur: “Amerikan istihbaratçılarının, Afganistan’a  Sovyet askerlerinden önce girdiği iddiası doğru mudur?”  CIA’nın eski başkanı Robert Gates’in anılarında bu doğrultuda bir bilgi yer alıyordu. Fransız gazeteci, herhalde Amerikalı muhatabının yalanlamasını beklemektedir. 

Brzezinski ise yalanlamak bir yana, açık sözlülükle itiraf ediyor: “Resmî tarih görüşüne göre Afgan mücahitlere CİA yardımı, Sovyet ordusunun Afganistan’a 24 Aralık 1979’da girmesinden sonra ve  1980’de başlamıştır. Gerçek tamamen farklıdır. Başkan Carter, Kâbil’deki Sovyet yanlısı rejimin muhaliflerine gizli destek verilmesi talimatını 3 Temmuz 1979’da imzaladı. Ben de tam o tarihte Başkan’a, bu yardımın Sovyet askerî müdahalesine yol açacağını öngören bir not yolladım.”

Gazeteci soruyor: “Demek ki Sovyetlerin savaşa gireceğini bilerek onları tahrik ettiniz. Sovyetler ise, Amerikalıların gizli müdahalelerine karşı koymak amacıyla Afganistan’a girdiklerini ileri sürmüşler; kimse de onlara inanmamıştı. Haklı oldukları anlaşılıyor. Şimdi pişman değil misiniz?

Yanıt açıktır: “Rusların müdahale olasılığını artırmak için, bilerek bu adımı attık. Niye pişman olacağım? Bu gizli operasyon çok güzel bir fikirdi. Rusları Afgan tuzağına çekmiş olduk. Sovyetler sınırı geçtiği gün SSCB için de bir Vietnam savaşı yaratma fırsatımız doğmuştu; bu görüşümü Başkan Carter’a aktardım. Gerçekten de bu sayede Moskova, Sovyet imparatorluğunun dağılmasına yol açacak on yıllık bir savaşa sürüklenmiş oldu.” 

 Le Nouvel Observateur muhabiri soruyor: “Geleceğin teröristlerini silahlandırarak, eğiterek köktenci İslamı  desteklemiş olmaktan da pişman değil misiniz?”   

Brzezinski’nin perspektifleri çok sınırlıdır: “Dünya tarihinde hangisi daha önemlidir? Taliban mı? Sovyet imparatorluğunun çöküşü mü? Birkaç tedirgin Müslüman mı? Orta Avrupa’nın kurtarılması ve soğuk savaşın son bulması mı? Küresel bir İslam yoktur. Köktenci Suudi Arabistan, ılımlı Fas, Pakistan militarizmi, Batı yanlısı Mısır  veya Orta Asya laikliği… Bunların ortak özelliği nedir?”

Görülmektedir ki, soğuk savaşın son aşamalarında emperyalizmin kumanda merkezlerinde, anti-komünizm ve Sovyet rejimini zayıflatma önceliği başattır. Jimmy Carter, bugünlerde barışçı bir “âkil adam” kimliğiyle saygınlık kazanmıştır; ama Brzezinski’nin rehberliğinde dış baskılarla Sovyet rejimini çökertme senaryosunu benimseyen de odur.   

Amerika’nın Afganistan’a müdahalesinden altı yıl sonra SSCB Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri olan Gorbaçov ise, emperyalizmin saldırgan gündemini kavrayamadı. Ülkesini “kötülükler imparatorluğu” olarak tanımlayan Reagan’a safdilane bir çaresizlik içinde barışçı bir arada yaşamanın nimetlerini anlatmaya çalıştı. Kapitalizmi de anlayamadığı için silahlanma yarışının Amerikan ekonomisini ihya ettiğini fark edemedi. Reagan, hedefe yaklaşacaktır. SSCB’nin ölümünü ilan etmek ie baba Bush’a nasip olacaktır.  

Ayrıca ortaya çıkmaktadır ki, Amerikan emperyalizminin akıl hocaları, örneğin Brzezinski, tarih perspektifinden tamamen yoksundur. Afganistan’a mücahit ihracı, İslamcı cihata yol açacaktır. Dokuz yıl sonra Fransız gazeteci bu sonucu öngörmüştür; ama hâlâ Sovyet rejimini çökertmenin coşkusu içinde olan Brzezinski değil… 

Gerçekte ise, Afgan topraklarına ektiği cihat tohumları yeşermeye çoktan başlamıştı. 

MÜCAHİTLER, PARALI ASKERLER, CİHATÇILAR... 

İyi bilinen bir öyküyü kısa değinmelerle hatırlayalım: ABD’nin laik, solcu Afgan rejimini yıkmak, Sovyetleri sürdüremeyeceği bir savaşa sürüklemek için beslediği, eğittiği mücahitler, sonraki yıllarda  iki doğrultuda gelişti: Birinci olarak emperyalizmin Orta Doğu’daki “rejim değiştirme” savaşlarının “paralı askerleri” oldu. Bu kirli işi üstlenen taşeronların emrine girdi. İkinci olarak, Batı toplumlarına da taşan cihatçı dalgalara dönüştü. 

Taliban ve Saddam rejimleri  devrildikten sonra, emperyalizmin siyasî hedeflerini gerçekleştirme yöntemi değişti. Amerikalılar, Avrupalılar Orta Doğu çöllerinde ölmek istemiyorlardı. Onları cepheye sürmeden taşeronlar, “yerli” savaşçılar kullanılmalıydı.  

Tunus ve Mısır’da emperyalizmin yerli müttefiklerine karşı patlak veren anti-kapitalist halk ayaklanmaları söndürülmeliydi. İlk çözüm olarak Müslüman Kardeşler akımının iktidarlara geçmesi hedeflendi; halklar reddeti. Mısır’da geleneksel  askerî darbe seçeneği uygulandı. 

Libya ve Suriye’de uyumsuz, laik rejimleri değiştirme operasyonları planlandı. Diasporalardan “özgülük savaşçıları” derlendi; eğitildi. İkinci sınıf devletler taşeronluğu üstlendi; kendi cihatçılarını beslemeye başladı: İran destekli Şii, Suudi destekli Selefi, Körfez ve Türkiye destekli İhvan milisler… Ayaklanmalar, Batılıların silah, para ve lojistik yardımları, hava bombardımanları ile yürütüldü. Orta Doğu halkları yüzbinlerle birbirlerini kırmaya başladı. 

Ne var ki, vekâlet savaşlarının komuta zincirleri zayıftır; Brzezinski’nin İslam dünyasından Afganistan’a taşıdığı mücahitlerin bir sonraki kuşağı, kalıntıları, denetlenemeyen cihatçı çetelere dönüştü.

Sonuç, bir “Cihatçı Enternasyonal”dir. Ana halkalarını biliyoruz: Afganistan mücahitleri → El Kaide → Nusra → Işid → Diğerleri…  “Patronlara” baş kaldırmak kaçınılmazdır. Bu kıyımlar dalgasının Orta Doğu sınırları içinde kalması beklenemezdi. 11 Eylül 2001’deki New York’tan, 22 Mayıs 2017’deki Manchester’e uzayan, zincirleme saldırılar, intihar bombacıları… 

Manchester’de 22 kişinin ölümüne yol açan intihar bombacısı, Libya kökenli genç bir Britanya vatandaşı Salman Abedi’dir. Libya ve Suriye’ye  defalarca gittiği; kısa süre önce Türkiye üzerinden Manchester’e döndüğü belirlenmiştir. 

Uluslararası dayanışma mesajları ve saldırıyı lanetleyen tepkiler içinde birisi dikkat çekicidir: “Çocuklarımıza saldıran insanların suçluluğu ortadadır; ama hükümetimizin başka ülkelerde desteklediği veya yürüttüğü savaşlar ile ülkemizde patlak veren terör arasındaki bağlantılara da dikkat çekmek gerekir.” 

Teşhis, İngiliz İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’e aittir. Burjuva basını ve Muhafazakârlar tarafından “bu felaketi seçim kampanyasında kullandığı” için suçlandı.

Corbyn haklıdır; ama fazlasıyla değil, eksiğiyle… Olay, Batı’da yaşayan Müslümanların, kendilerine uygulanan ayrımcılığı, ülkelerindeki emperyalist saldırıları şiddet yoluyla protesto etmenin ötesindedir. Ortaya çıktı ki, Britanya hükümeti, ülkeye yerleşmiş olan Libyalıları 2011’de isyancı olarak Libya’ya göndermiş; sonra da intihar bombacısı olarak “ithal etmiş”tir. 

Bu doğrultudaki bir değerlendirme, Orta Doğu’yu çok yakından bilen solcu bir gazeteciden, Patrick Cockburn’den geldi: “Britanya 2011’de Kaddafi’nin devrilmesinde belirleyici bir rol oynadı. Britanya’ya yerleşmiş Libyalıların pasaportları üzerindeki kısıtlama MI5 tarafından 2011’de kaldırılmıştı ve Libya’ya gidip Kaddafi’ya karşı savaşmalarının önü açılmıştı.”  (The Independent, 27 Mayıs). Cockburn, ayrıca, bir hafta önce Libya’nın başkenti Trablus’ta bir milis saldırısı sonunda 28 kişinin öldüğünü; bu sayının Manchester kurbanlarından fazla olduğunu; ancak Batı medyasında haberleşmediğini de vurguluyor. 

Cockburn’ün “Britanya’nın Libya’ya gönderdiği cihatçılar” vurgulamasının ayrıntılı bir dökümü, A.Thomas-Johnson ve S.Cooper imzasıyla Mayıs’ta Middle East Eye’da yayımlanan bir yazıda (25 Mayıs) veriliyor. 

Bu iki gazeteci, İngiltere’ye yerleşmiş Kaddafi muhalifi Libyalılar ile görüşmüş. Ortaya çıkan tablo ilgi çekicidir.

2004’te Kaddafi ile Blair’in “çöldeki anlaşma” toplantısından ve 2005’te Londra’da 59 kişinin ölümüne açan bombalamadan sonra Britanya’daki Libyalı göçmenler üzerindeki güvenlik denetimi ağırlaştırılıyor; pasaportlarına el konuluyor. 

2011’de ise, Başbakan Cameron Kaddafi’yi devirme operasyonuna katılmayı kararlaştırıyor; ülkedeki Libyalıların konumu da, “potansiyel teröristler” den “özgürlük savaşçıları”na dönüşüyor.

İngiltere’deki Libyalılar’ın engelleri kaldırılmakla kalınmamıştır. İstihbarat görevlileri, bu insanları “Kaddafi ile savaşa katılmaları” için teşvik etmiş; her türlü kolaylığın gösterileceğini, maddi destek, hatta vatandaşlık  sağlanacağını açıklamıştır.    

Britanya özel kuvvet birliklerinden emekli olmuş uzmanların ve İrlandalı paralı askerlerin eğitim verdiği ifade ediliyor. “Libya diasporası tümüyle orada isyancıların safında savaşmaktaydı. Pek çoğu Manchester’den gelen gençlerden oluşuyordu. Bazıları Libya’yı ilk defa görüyordu. Tunus veya Malta üzerinden Libya’ya geçiliyordu.” 

İntihar bombacısının Britanya vatandaşı olan babası ve kardeşinin de bu dalga içinde isyana katılmak üzere Libya’ya döndükleri; sonradan ailecek  IŞİD’e katıldıkları da açıklandı. 

BİR ÇÜRÜME VE YIKIM TABLOSU 

Brzezinski’nin Afganistan’a mücahit yollama kararı ile başlayan, Manchester bombacısına kadar uzanan otuz sekiz yıllık bu panorama, aynı zamanda emperyalizmin çağdaş bir tablosudur. 

Ortaya çıkmaktadır ki, çağdaş emperyalizm sadece yıkıcı,  tahrip edici bir güçtür… İnşa etme melekelerinden yoksundur... Çevresini yıkarken, kendisine de zarar vermektedir. Bir çürüme hali söz konusudur.

Bu zaman dilimi içinde emperyalizmin fiyaskoları çok uzun birliste oluşturur. Birkaç hatırlatmayla yetinelim.

Emperyalizm önce laik solcu Afgan rejimini, sonra Taliban’ı devirdi; Afganistan’dan kısmen çekildi; geride yüzde 80’i Taliban tarafından denetlenen bir ülke bıraktı. İki gün önce IŞİD, Kabil’de doksan kişiyi öldürdü.

Saddam’ı İran’l savaşa yönlendirdi; sonra devirmeyi kararlaştırdı. Sonuç; İran’a dost bir hükümet, fiilen üçe bölünmüş bir ülke… Irak petrolleri üzerinde söz sahibi dahi olamayan Amerikan sermayesi… 

Suriye’ye cihatçı yığarak Esad’ı devirme programına değinmek dahi abestir. Libya’da bir bölümü Batı’dan yollanılan cihatçılar önce Kaddafi’yi linç etmiş; sonra ABD büyükelçisini  öldürmüş; Batılılar kaçmış; ülke parçalanmıştır.

Brzezinski’nin yolladığı Afgan mücahitlerinin türevleri, çocukları, dalgalarla, intihar bombacıları olarak Batı kentlerine dönmekte; masum insanları öldürmektedir. 

Kapitalizm ve emperyalizm çürümüştür; çürümektedir. Asıl soru şudur: Bu çürümeden aydınlık çıkabilir mi? Nasıl?