TÜİK’E BİR UYARI
28 Mart 2017 tarihli Cumhuriyet Akademi’de “Yeni Ulusal Gelir Serileri Üzerine Gözlem ve Değerlendirmeler” başlıklı, altı imzalı bir makale yayımlandı.
Ben, yazarlardan biriyim. Diğerleri Tuncer Bulutay, Yavuz Ege, Oktar Türel, Aşkın Türeli ve Ercan Uygur’dur.
Bu metin, aslında, kamuoyu için değil, Aralık’ta açıklanan yeni milli gelir hesaplarına ilişkin eleştirileri, önerileri doğrudan doğruya TÜİK Başkanlığı’na iletmek amacıyla kaleme alınmıştı.
Yazı, milli gelir verilerinin revizyonunu eleştirmiyor; bunların belli aralıklarla gerektiğini kabul ediyor. Ne var ki TÜİK, bu kez, Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) istatistik bürolarının revizyon önerilerinin çok ötesine gitmiştir. “İstatistikleri iyileştirme” gerekçesi ile milli gelirin 2002 sonrasındaki düzeyi ve büyüme eğilimi fazlasıyla yukarı çekilmiş; sektör paylarında büyük değişiklikler yapılmış; yatırım, tasarruf oranları yükseltilmiştir.
Bu değişiklikler ikna edici gerekçelere dayandırılmamıştır. Yeni milli gelir serisi, güvenilirlik sorunları içermektedir. Türkiye’yi inceleyen iktisatçıların, resmî ve uluslararası kurumların yakın geçmişle ilgili bulgu ve değerlendirmelerinin kimi bölümlerini geçersiz kılmaktadır.
Bu saptamanın dayanaklarını açıklayan metin, şu öneriyle son buluyordu: “TÜİK'in yeni ulusal gelir serilerini, yapılması gerekli revizyon çalışmalarının geçici ilk ürünü saymak ve bunları akademik çevrelerin, uzmanlık kuruluşlarının ve ekonomi bürokrasisinin katkılarıyla iyileştirmek zorunlu ve yararlı görünmektedir. Yeni GSYH serisi, bu tür bir çalışmanın tamamlanmasından ve gerekli düzeltmelerin içerilmesinden sonra devam ettirilmelidir.”
BOŞA GİDEN BİR ÇABA
Yazarlardan üçü (Bulutay, Türel ve Uygur) bu eleştiri ve önerilerini Şubat ve Mart’ta TÜİK Başkanlığına bizzat ilettiler. Her üçü de TÜİK’in önceki milli gelir revizyon çalışmalarına katkı yapan iktisatçılardır. Tuncer Bulutay, ayrıca, iki meslektaşı (Yahya Tezel ve Nuri Yıldırım) ile birlikte 1923-1948 Türkiye Milli Gelir serilerini oluşturan kişidir. Bulutay’ın serisi, TÜİK tarafından da kabul edilmiştir; bugün de kullanılmaktadır.
TÜİK, Aralık başında yeni milli gelir serilerini iktisat çevrelerine açıklamak amacıyla bir toplantı düzenlemişti. Davetliler listesinde Tuncer Bulutay yer almadı. Sıradan bir vefasızlıktan ziyade “yeni Türkiye” bürokratlarının, kendi kurumlarının geçmiş birikimlerini unutturma kararının bir yansıması olarak görülmelidir.
Üç arkadaşımızın TÜİK Başkanı’na, uzmanlara aktardıkları öneri benimsenmedi; eleştirilerin dikkate alınmayacağı ifade edildi. Makale, bu olumsuz tepki üzerine yayımlandı.
Ben de, yazarlardan biri olarak makaledeki eleştirilerden bazılarını, bir kaç eklentiyle yeniden aktarmak istedim.
ÜRETİM İSTATİSTİKLERİ YERİNE İDARÎ KAYITLAR
Gayri safi yurtiçi hasıla (milli gelir); ekonomiyi oluşturan sektörlerde üretilen katma değerlerin toplamına eşittir.
Hareket noktası, üretim kollarının gayri safi üretim değeridir. Piyasa değerleriyle ölçülen sektör çıktılarından diğer sektörlerden alınan girdilerin ve sabit sermayenin amortisman bedelleri çıkarılır; böylece brüt katma değere ulaşılır. Temel verilere genellikle anketler yoluyla ulaşılır. Sektörlerin özelliklerinden kaynaklanan ölçüm güçlükleri, yardımcı kaynaklarla giderilir.
TÜİK’in elinde sanayi ve hizmet sektörlerini kapsayan üretim, iş, ciro istatistikleri ve bunları tamamlayan istihdam, ücret, maaş serileri vardır. Hepsi uluslararası standartlara uyarlanmıştır. Önceki milli gelir hesaplarının veri tabanı bunlardan oluşmaktaydı.
Yeni hesaplamasında ise TÜİK, veri tabanını tümüyle Maliye (özellikle Gelir İdaresi Başkanlığı) ve İçişleri bakanlıkları ile BDDK’dan elde edilen idarî, bürokratik kayıtlara kaydırmıştır.
Temel verilerin üretim anketlerinden muhasebe kayıtlarına, örneğin vergi beyannamelerine kaydırılması sakıncalıdır. Bu tür kayıtlar, reel ekonomik değişkenlerden kopuk olabilir. Kavramlar farklıdır; ekonomik değil idarî, yasal tanımlar esas alınır. Kurallar, vergiler, tanımlar değiştikçe sonuçlar farklılaşır.
ÜRETİMDEN KOPUK MİLLİ GELİR ARTIŞLARI
Veri kaynaklarını bu doğrultuda değiştirmenin bir sonucunu, TÜİK’in yayımladığı sanayi üretim değeri endekslerinin bulgularının izini sürerek ortaya koyalım. Bu endekslerin, milli gelir hesaplarındaki sanayi sektörü katma değeri ile paralel seyretmesi doğaldır.
2010-2015’te sanayi üretim endeksi, ortalama olarak %5,3 oranında büyümüştür. Aynı dönemde TÜİK’in eski GSYH serisindeki sanayi sektörü katma değeri de %5,4 oranında, yani paralel bir tempoyla büyümüştür. (Ortalama esneklik: 1,02) Normali budur; zira, katma değer üretim değerinin türevidir.
Yeni milli gelir serisine bakınca işler değişiyor: 2010-2015’te sanayi sektörü katma değerinin ortalama büyüme hızı %8,3 olarak belirleniyor. (Ortalama esneklik: 1,57). Üretimden katma değere geçişte gerçekleşen bu çarpıcı sıçrama, ne gibi ekonomik etkenlerle açıklanmaktadır? Yabancı girdi kullanımını aşağı çeken hızlı bir ithal ikamesi mi? Tüm girdi kullanımlarını düşüren ani bir teknolojik atılım mı? TÜİK’ten yanıt bekliyoruz ve bulamıyoruz.
Sanayi sektörü katma değerinin üretimden kaynaklanmayan bu mucizevî sıçraması, yeni milli gelir serisinin son yıllar için belirlediği büyüme hızını da yukarı çekmektedir. Esasen sanayi, TÜİK’e göre büyümeyi sürükleyen iki sektörden biridir. (Diğeri inşaat sektörü).
Cumhuriyet Akademi yazısından aktarayım: “2010-2015 döneminde eski seriye göre yılda ortalama %5.2 olan reel GSYH artış hızı, yeni seride %7.3'e yükseltilmiş bulunuyor. Bu revizyonun sonucunda Türkiye ekonomisi 2009 sonrasında büyüme hızları itibariyle Çin’in hemen ardında, dünya ülkeleri sıralamasında ikinci konumda yer almaktadır.”
BÜYÜME: AKP İKTİDARINA BİR ARMAĞAN
GSYH serilerinde yapılan dönemsel revizyonların milli gelir düzeylerini yukarı çekmesi yadırganmamalıdır. Örneğin kayıt-dışı sektörlerin daha fazla kapsanması bu tür düzeltmelere yol açar.
Ancak, BM ve AB’nin milli gelir hesaplarıyla ilgili son önerileri bu doğrultuda büyük kaymalara yol açacak özellikler içermemekteydi. Değerli meslektaşımız Osman Aydoğmuş, sözü geçen revizyonları yapan OECD ülkeleri ile Türkiye’nin milli gelir düzeylerinin 2012’de hangi oranlarda değiştiğini karşılaştırıyor.(İktisat ve Toplum, Ocak 2017). OECD ülkelerinde milli gelir düzeyleri %3,8 oranında, Türkiye’de ise %10,8 oranında yukarı çekilmiştir. Daha da önemlisi, TÜİK bu yükseltmenin onda dokuzunu BM ve AB önerilerini izlediği için değil, “istatistikleri iyileştirme” gerekçesiyle gerçekleştirmiştir.
Yeni/eski farkı 2015’te daha da açılıyor; %19,7’ye ulaşıyor. Makasın açılması gösteriyor ki, TÜİK’in “iyileştirmeleri”, gelirin büyüme hızını da yükseltmiştir.
Somutlaştıralım: Cari fiyatlı yeni ve eski milli gelir serileri arasındaki fark 2002’de %2,5’ten ibarettir ve anlaşılan sadece BM/AB önerilerinin uygulanmasından kaynaklanıyor. Sonra “iyileştirmeler” başlıyor ve AKP iktidarının istisnasız her yılında yeni/eski milli gelir serileri arasındaki makas açılıyor.
İki seri arasında büyüme hızlarının dönem ortalamalarını veren tablo, bu işlemlerin yansımasını özetliyor.
AKP iktidarının arifesindeki bunalımlı dönemin (1999-2002’nin) ortalama büyüme hızı, yeni milli gelir verilerinde aşağı çekilmiştir. (Fark: -0,12). TÜİK’in yeni serisi, sonraki iki dönemin ortalamasını yukarı çekiyor. Kriz ve durgunlaşma döneminde (2008-2015’te) bu “düzeltme” daha da güçlüdür. (Fark: +1,77).
Yeni milli gelir verileri, böylece, AKP’li yılların (2003-2015’in) ortalama büyüme temposunu eskisine göre 1 puan yükseltilmiştir. Küçümsemeyiniz: Yıllık büyüme temposunda bir puanlık artış, Türkiye’yi uluslararası karşılaştırmalarda “orta halli” olmaktan çıkarır; üst sıralara, dinamik ekonomiler saflarına katar.
Üretim endekslerinde gözlenmediğine için bu büyüme temposu abartılı, hatta hayalîdir. Başka göstergelerle kontrol da benzer sonuç veriyor: Son altı yıl boyunca işgücü arzının gerisinde seyreden (dolayısıyla işsizliği yukarı çeken) istihdam verileri de TÜİK’in parlak büyüme bilançosu ile uyumlu değildir.
BAŞKA TUHAFLIKLAR
Başka sorunlar da var. Birkaçına değinelim.
TÜİK’in “istatistiksel iyileştirmeleri”, dolarlı milli geliri de yukarı çekiyor. 2015’e gelindiğinde Türkiye, kişi başına milli gelir düzeyinde Mehmet Şimşek’in pek önem verdiği “orta gelir tuzağı” eşiğini de aşıveriyor.
***
2002-2015 arasında sermaye birikim oranı da on puandan fazla artırılarak %30 eşiğine ulaştırılmıştır. Peki, “tasarruf oranının iyileştirilmesi”??? Milli gelir tanımlarında, yatırım ve yurt içi tasarruf oranları arasındaki fark, dış tasarrufların (cari işlem açıklarının) milli gelire oranını verir. Buradan hareket edilecektir.
TÜİK, uluslararası istatistiklere dayandığı için cari işlem açığının dolarlı toplamını değiştiremez. Ne gam? Milli gelir, hem TL, hem de dolarlı olarak yükseltildiğine göre, cari açık/GSYH oranı düşürülmüştür.
On puan yükseltilen yatırım oranından (aşağıya çekilmiş olan) cari açık oranını çıkarınız. Yurt içi tasarruf oranı tanım gereği tırmanacak; %25’ler eşiğine ulaşacaktır.
Yıllardan beri Türkiye’yi inceleyen iktisatçıların ve (başta IMF) uluslararası kurumların ortak teşhisleri olan “düşük yatırım ve çok daha düşük tasarruf” hastalığı, böylece (ve “iyileştirilen” yeni veriler sayesinde) yok olmaktadır.
***
TÜİK’in “büyüme mucizesi”nin temel dayanağı, inşaat sektörüdür. Sanayi hesaplarındaki tuhaflığın bir benzeri burada da vardır: 2005-2015’te inşaat üretim endeksinde yıllık ortalama büyüme hızı % 3.8 iken, yeni serideki katma değer büyümesi % 8.3’tür.
Cumhuriyet Akademi makalesi vurgulamaktadır ki, inşaat sektörü katma değeri Maliye Bakanlığı verilerinden, şirket bilançolarından türetildikçe arsa rant öğelerini içerecektir. Bu kategori, muhasebe kayıtlarında “kâr” olarak yer alsa dahi, gelir akımlarına dönüşmediği sürece, GSYH (katma değer) öğesi değil, servet artışı olarak değerlendirilmelidir.
***
Özetleyelim: TÜİK’in yeni milli gelir hesapları arızalıdır; güvenilmez öğeler içermektedir. Olduğu gibi kullanılması sakıncalıdır. Daha sonra iktisatçıların yapabileceği revizyon ve düzeltmeler de herkesin kullanabileceği ortak bir veri tabanı oluşturamaz. TÜİK ısrar ettikçe Türkiye ekonomisi üzerinde sağlıklı, güvenilir çalışmaları kösteklemiş olacaktır.
Farklı katkıları beklemek; tartışmayı sürdürmek zorundayız.
Türk Sosyal Bilimler Derneği, 31 Mayıs Cuma, 13:30’da Mülkiyeliler Birliği’nde bu konuyu tartışmaya açacak. İlgilenenleri bekliyoruz.