Başta Marx, Engels ve Lenin’inkiler olmak üzere Marksizmin temel eserlerinin farklı dönemlerdeki ve farklı koşullar altındaki okumalarından farklı sonuçların çıkarılması doğal ve kaçınılmaz.
Örneğin, 1960’lı yılların sonlarında, Çin Devrimini ya da Latin Amerika’daki devrimci hareketleri örnek alarak silahlı mücadele yürütmeye karar veren devrimcilerin Marksist klasiklerde arayıp buldukları ve öne çıkardıkları şeylerle, 1980’li yılların baskıcı ortamında sosyalizm idealini ayakta tutmaya çalışanların aynı eserlerde arayıp buldukları ve öne çıkardıkları şeyler hayli farklıydı.
1960’lı yılların sonlarında, Marksizmle bağları hayli tartışmalı sayılabilecek olan tezlerden de beslenerek kendi stratejilerini zaten belirlemiş olan devrimci hareketlerin liderleri, Marksist klasiklere, büyük ölçüde, söz konusu stratejileri destekleyecek bir şeyler bulmak için başvurmuştu. Bir başka deyişle, fazlaca güncel siyaset ya da pratik belirlenimli Marksizm okumaları ve tartışmaları yapmışlardı. (FKF’nin geçtiğimiz Pazar günü İstanbul’da düzenlenen “İktidar Nasıl Değişir?” etkinliğindeki tartışmalardan hareketle ekleyecek olursam, örneğin, o dönemde Troçkizmin tezleri neredeyse hiç tartışılmıyordu.)
Buna karşın, siyaset sahnesinin sola büyük ölçüde kapalı tutulduğu 1980’li yılların Marksizm okumaları ve tartışmaları, fazlaca teori belirlenimli ya da içrek kalmıştı. (Yine örneğin, Troçkizmin tezleri epeyce bir tartışılır hâle gelmişti.)
2013 yılında patlak veren Gezi Direnişinden bu yana, “yeni” bir Türkiye gerçekliği ile karşı karşıya bulunduğumuz açık. Lenin’in Ne Yapmalı? adlı eserindeki saptamasına benzer bir şekilde, sosyalistler (“liderler”); kitlelerin kendiliğinden ayaklanmasının gerisinde kaldı.
Sosyalistlerin giderek daralan bir kesimi, bu “sorun”la baş edebilmek için, teoriyi de önemsiz saymayı göze alarak, içrekliği ön plana çıkarıyor. Sosyalist solun ülke siyasetindeki etkisizliğini kırmanın yollarını aramak yerine, siyasal ve toplumsal değerleri sınırlı “mevzi”leri koruma mücadelesi yürütüyor. Bu kesimin Marksist klasiklere yaklaşımı, teori ya da pratik belirlenimli olmaktan çıkıp, pragmatizm (daha doğrusu dar grup çıkarcılığı) belirlenimli hâle geldi.
Karşı uçta ise, güncel siyasal hedefler doğrultusunda (içtenlikle) mücadele etmeye çalışırken, mücadelelerini tarihsel ve teorik bir çerçeveye oturtma kaygısını neredeyse tümüyle ihmal edenler bulunuyor.
Oysa, en azından Marksizme aşina olanların bilmesi gerektiği üzere, “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz”!
Bir başka deyişle, bugün devrimci niyetlerle ve içtenlikle yürütülen mücadelelerin gerçekten de devrimci sonuçlar doğurabilmesi için, “işçi sınıfı devriminin kılavuzu” olarak teoriye, yani Marksizme ve onun güncel bir yeniden okumasına/yorumlanmasına ihtiyacımız var.
Marksist klasikleri doğru dürüst okumamış, tartışmamış, yorumlamamış olan “devrimci”lerin zaman içinde hangi noktalara vardıkları belli... Örneğin, bunların devrimcilikten vazgeçenleri, Marksizmin eleştirmenliğine soyunduklarında, onun en ilkel karşıtlarının tezlerinden daha gelişkin tezler ileri süremiyor...
Diğer taraftan, Marksist klasikleri her şeyden önce devrimci amaçlarla okumamış olanların hangi noktalara vardıkları da belli. Örneğin, Ufuk Uras, Türkiye’de “Marksist Araştırmaları Destek Ödülü” almış kişilerden biri...
Bana kalırsa, günümüz Türkiye’si, devrimcilerin Marksist klasiklerle daha önce hiç olmadığı kadar verimli bir ilişki kurmasının koşullarını da barındırıyor.
Bugün, pratikten tümüyle kopuk Marksizm okumaları yapılamaz. Daha doğrusu, yapılsa bile, pek bir karşılığı olmaz. Ama diğer taraftan, Marksizm okumalarını tümüyle güncelliğe tabi kılacak derecede güçlü/etkili bir pratik de yok ortada. Dahası, Marksizm okuma ve tartışmaları, pratiğin önünün açılmasına katkıda bulunabilir.
Teorik okumalar hakkındaki son derece pratik bir öneriyle bağlayayım: Kanımca, Marksist klasikleri (yeniden) okumanın daha verimli olan yolu, bunu başkalarıyla birlikte yapmak, yani notlar çıkarıp tartışmak. Ayrıca, bu tartışmaların yazılı üretimlere yönelik olması, verimi daha da artırabilir.
Kuşkusuz, temel amacın, Türkiye devrimini ve dünya devrimini yakınlaştırmak olduğunun unutulmaması koşuluyla!