Önce başlığın (öz) eleştirisi ile başlayalım!
Az bilinen, eski Türkçe sözcükleri ve deyimleri kullanma oranında bir artış yaşanıyor son dönemde, özellikle genç yazarlar meraklı. Zamanında biz de gençtik, biz de yaptık bu hatayı! Örneğin bu “künhüne varma” sözüne Can Yücel’in eski bir yazısında denk gelmiştik, “Haaa, Can Baba’nın bu ‘künh’ dediği, ‘öz’müş, ‘esas’mış meğerse,” diyerek havada kapmış, orada burada yazmış, çizmiştik. Ne gerek var (dı)? Neden yeniden dolaşıma sokmaya çalışıyoruz ki bu türden eski sözcükleri? Bilmişlik yapayım derken yanlış kullanma olasılığımız da yüksek üstelik. Sade, duru, anlaşılır yazmak varken, eskimiş, anlaşılmaz bu sözlere ilgi niye? Dilimizi zenginleştirme çabası diye yutturmaya çalışmayalım, anlaşılmadığı sürece yoksullaşmadır o aslında. “Meselenin künhüne varmayalım”, “Sorunun özünü kavrayalım” bence!
O halde, gelelim sorunun özüne: Seçim yaklaşıyor, yaklaşıyor, yaklaşıyor…geldi burnumuzun dibine. Peki, mahallede durum ne?
Önce büyük şehirlerdeki gerçek mahallelere bakalım. Sonra internetteki sanal mahallelerimize değinebiliriz.
İlkinin tam olarak içinde değiliz, “nabız yoklayarak” bir yanıta ulaşamayacağız o yüzden. Zamanında nabzı tutmaya çalışan “Mahalledeki AKP” (Sevinç Doğan, 2016, İletişim) kitabından hareketle bazı kestirimlerde bulunabilir ya da spekülasyon yapabiliriz ancak.
Kitap ilk yayımlandığı dönemde, Korkut Boratav hocamızın da tanıtıp tartışmaya açmasıyla solun gündeminde belli bir yer tutabildi. 12 Eylül’ün peşinden solun boşalttığı, daha doğrusu baskı nedeniyle boşaltmak zorunda kaldığı metropol mahallelerinde AKP’nin nasıl yükselişe geçtiğini, bunun hangi aşamalardan oluştuğunu, somut olarak “örgütlenme” araç ve yöntemlerini, “çıkar ilişkisi” diye kestirip atılamayacak boyutlarını, “yardım” gerçeğini, imam hatipleri, inşaat rantını vb. ana hatlarıyla gündeme taşıdı.
İşbu gündem, seçim gündemiyle ciddi bir biçimde çakışıyor kanımca.
Mahallede ne kadar varız ve ne yapıyoruz? Yerel örgütlenme, yerel mevziler geliştirme ve tutma anlamında ne kadar “sahici”yiz? İşin temeli bu aslında.
Kitapta “karşımızdaki güç”ün Kağıthane ilçesi özelindeki ağırlığı irdelenir ve buradan İstanbul’a yayılan ağına değinilirken, sokak, mahalle, ilçe, il diye halka halka ilerleyen zincirde, sadece İstanbul’da haftalık düzenli toplantıların 13 bin kişilik bir nüfusla devam edegeldiği gibi bir bilgi var mesela. Mahalledeki gündemlerine, önceliklerine ve hedeflerine bakıldığında, genel siyaset toplantıları değil çoğunlukla bunlar; pratik işlerle, işleyişle ilgili şeyler! Rutin ev ziyaretleri, hasta ve taziye ziyaretleri, seçim dönemi ise sandık bazlı yoklamalar, kış ayları ya da Ramazan ayı ise muhtaçların yardımları, “kentsel dönüşüm”ün semte getireceği yararları anlatmak için yapılması gerekenler, hangi İslami vakfın, tarikatın, dergâhın vb. yardımı alınıp da ihtiyacı olan kimlere sevk edilebilir acaba vb. vb. Arada “bakın yol yaptık, çöp topladık” gibi söylemler dışında ideolojiyi bu işe çok bulaştırmadan, “hizmet için yarışıp koşturan gönüllüler ordusu” âdeta!
Hizmet derken menfaatle birlikte elbette. En basitinden bakıldığında; mahallemizi güzelleştirelim, kentsel dönüşümü destekleyelim ki evimizin değeri artsın! Yine basit tarafından bakıldığında, saha araştırmasını yapan Sevinç Doğan’ın gözlemci olarak katıldığı bir mahalle yönetim toplantısındaki bir üye, üyelik formlarındaki aidat bölümünün kaldırılıp kaldırılamayacağını soruyor mesela tam da o toplantıda. Gerekçesi de şöyle: “Üye kaydederken sorun yaratıyor.” Eh, doğal! İkincil gibi gözüküyor ama önemli bir mesele bu da. Zira “aidat vermek” değil, mümkünse “almak” istiyor taban. Maddi çıkar elde etmek istiyorlar üye olarak ya da bir koyarlarsa üç beş almak, kaz gelme garantisi varsa bir ihtimal tavuğu şimdilik feda etmek vesaire.
Özeti böyle. Çıkar meselesini bir kenara ayırıp, “nabız tutan yaygın bir örgütlenme” olarak bakarsak önemli de. Öte yandan “Peki, diyelim yaygın ama derin mi?” diye sorarsak, orası tam belli değil işte. Zira bir kenara ayırdığımız “çıkar” konusunda zincir bozulduğunda ya da koptuğunda, derinlik de kayboluyor anında.
Bugüne dönüp, mevcut yaygın haliyle ve nabız tutma yeteneğiyle düşündüğümüzde ise “baskın seçim”in neden ve nereden ortaya çıktığını görebiliyoruz kanımca. AKP, solun boşalttığı, boşaltmak zorunda kaldığı bir alanda, gerçekten yaygın bir taban örgütlenmesi ve mahalle çalışması ile halkın nabzını tutarken, gelen sinyaller kuvvetli biçimde aynı tabana hitap edebilen özelliklere sahip İyi Parti’nin güçlenme eğilimine girdiğini gösterdiğinde –ekonomik krizin iyice gemi azıya alacağı sinyalleriyle birlikte– bir baskın seçimi kaçınılmaz hale geldi. Tabandan doğru mahalle elden gitmeden, tavandan doğru mahalleyi yeniden tutabilmek öne çıktı, bir başka deyişle.
Ancak evdeki hesabın çarşıya uyamayabileceğine dair “sinyaller” de belirmiş durumda. Birincisi, ekonomik krizin erkenden patlaması, ocağın alev alması, kimileri için bıçağın kemiğe dayanmasıyla, ekonomideki baskın durum, siyasi baskının da önüne geçmeye başladı. İkincisi, mahalleye (ya da bazı mahallelere) “içeriden” olmasa da “dışarıdan” etki edebilen ve bu etkisiyle zamanla “nüfuz edebileceğinin” sinyalini veren bir CHP’nin de mümkün olabileceğini Muharrem İnce hatırlattı.
Üçüncüsü…üçüncüsü bizim cephe. Mahalledeki etkisi şimdilik “ihmal edilebilir” düzeyde. Bazı mahallelerde hâlâ güçlü tabii ama metropollerin toplam mahalle popülasyonuna vurulduğunda o da küçük bir yer kaplıyor maalesef.
Ancak, farklı bir olanak da beliriyor şimdi. Mahalle-yerellik bazlı, mahalledeki gerçek sorunlar üzerine yükselen, mevzi kazanarak adım adım örülen, dayanışma, katılım ve şeffaflığı öne çıkaran, halkın gerçek inisiyatifini sağlayan sahici çalışmalar yapıp bunları yükseltmek perspektifi ete kemiğe bürünebilir belki. Sosyalist adayların HDP listelerinde yer bulmaları ve seçilme olasılıkları, parlamento kürsüsünün yanı sıra böyle bir olanağı da öne çıkarıyor.
Özetle seçilme olasılığı olan sosyalistler, seçim bölgelerinde ve şehrin diğer bölgelerinde (hem kısa seçim çalışması döneminde hem de ve asıl önemlisi seçim sonrasında) böylesi çalışmalar başlatırsa, “mahalledeki ayağımız” mevcut cılız halinden başka bir seviyeye sıçrayabilir. “Sürekli seçim eksenli ve mahalle bazlı nasıl çalışma yürütürüz” sorusunun yanıtı ete kemiğe bürünebilir. Seçilenler ve onların örgütlü yapıları, Meclis’in ve genişleyen siyaset ve hitap alanlarının yeni olanaklarından faydalanarak mahalleye de yüklenebilir. Bir başka ifadeyle, ülke bazlı temsilî demokrasinin olanakları, yerellik bazlı “doğrudan demokrasi”ye sunulabilirse daha bir anlamlı olacaktır sosyalistlerin temsilî demokrasi kurumuna (parlamentoya) seçilmeleri. İstisnai örnekler dışında, bugüne kadar eksik kalan bir çalışma biçimi olduğu açıktır herhalde. Bu noktada belli bir eşik aşılır, somut mevziler oluşturulmaya/tutulmaya başlanırsa, sokak, mahalle, ilçe, il zincirinde hem siyasetle derinlemesine bağlar kurmuş, hem pratik meselelerle yaygınlaşmış, “sahici toplantılar” yapıp nabız tutabilen binlere dönüşmek mümkün hale gelebilir. Yaygınlaşma ve derinleşme birlikte yürütülebilir. Sonrasında, “sadaka” niyetine sürdürülen “yardım” mekanizmasının yerine, gerçek dayanışma örgütlerini oluşturup güçlendirerek, eğitimden sağlığa halkın ihtiyaçlarının toplumcu biçimlerle nasıl karşılanabileceği gösterilebilir. Daha sürekli, kalıcı, kapsamlı çözümler için halk iktidarına işaret edilerek, bu iktidar mahalleden başlayarak halkın yönetime katılımı ile adım adım örülerek…
Tabii tüm bunlar için, Beşiktaş-Kadıköy hattında devam edegelen çalışmalar ya da “eski kurtarılmış mahallelerden kalma” istisnaların; Kâğıthane, Bağcılar, Ümraniye gibi hatlara da uzanabilmesi önemli bir boyut. Bir mahalleden çıkan sesin, öbür mahalleye de geçebilmesi, etki edebilmesi ya da.
Hazır, “bizim mahalle, karşı mahalle” alanına girmişken ve yazı uzayıvermişken, son olarak internete de değinip bitirelim.
Herkesin küçük ya da büyük kendi mahallesinde durup onu gözünde büyüttüğü bir ortama dönüşebiliyor bazen sosyal medya. Herkesin sosyalliği kendine! Arkadaşlarının, yakınlarının, “aynı ya da benzer kafadaki insanlar”ın tercih ve düşüncelerini takip ediyor insanlar çoğunlukla; onlarla huzur ve anlam buluyor. Karşı mahalleyle ilişki sadece dalga geçme, küçümseme, hakaret, takılma, laf atıp kaçma, bloklama vb. vb. düzeyinde.
Birbirini etkileme, sözünü bir mahalleden öbür mahalleye duyurma oranı ya da geçirgenlik çok düşük. Sosyal medya uzmanları haritalandırma yaptığında da görülüyor bu; bir mahalledekiler aslında diğerlerine pek değmiyor, temas etmiyor.
Böyle olmakla birlikte, sanki bu “veri” değilmiş gibi davranıp, kendi mahallemizden çıkan seslerin coşkusuna kapılıp dolduruşa gelerek “bu defa oldu, oluyor galiba” hissini yaşıyoruz genelde. Moral bozmak ya da umutsuzluk yaymak gibi bir kastım kesinlikle olmamakla birlikte, son bir not düşeyim o halde: Buradaki “sanal mahalle”ye değil, yukarıda andığım “gerçek mahalle”ye ve “öteki mahalle”ye uğramadan olmaz bu işler, ona göre…