Türkiye Sosyalist Hareketi ve Kürt Hareketinin ittifakı konusunu tartışacağız. Hemen belirteyim, yazıda “ittifak” sözcüğünü günlük ve acil bir ihtiyaç anlamında kullanmıyorum. Örneğin, bir mahalleye yapılan gerici saldırıya karşı bir araya gelme gibisinden bir anlık ittifakı kastetmiyorum. Tartıştığım konu “stratejik ittifaklar”, yani “temel politikalar” alanına giriyor.
Şunu da vurgulayalım: İttifak, politik bir konu. İdeolojiler, dayanılan sınıfsal kesimler, hedeflenen toplum biçimi farklı olabilir; bunun ittifak yapıp yapmamakla doğrudan bir ilgisi yok. İttifak, tespit edilmiş bir politik süreçte aynı safta kalıp kalmamakla ilgili bir konu. Söz konusu sürecin temel politik mevzilenmesini tespit edersiniz, aynı mevzide kaldıklarınızla - gerekli görürseniz ve güç dengelerini de dikkate alarak - ittifak yaparsınız.
Şimdi somuta geçelim.
1980’lerin ikinci yarısından 90’ların da ilk birkaç yılını kapsayan dönemde Kürt Hareketi ile ittifak arayışı içinde olmuş bir gelenekten geliyorum. Çeşitli aşırılıklar, hatalar yapılmış olabilir, karşılıklı olarak -tarihsel ve güncel- pürüzler de vardı, ama bu politika o dönem için doğruydu. Türkiye sosyalistleri de Kürt hareketi de 12 Eylül rejimine karşı mücadele ediyordu ve temel stratejiler çakışıyordu. Ülkenin gerek batısında gerekse doğusunda “Zonguldak-Botan El Ele” sloganları atılıyordu.
1995 sonrasında ise bu ittifak arayışı ve girişimleri son buldu. Bunun nedeni Kürt hareketinin stratejisini değiştirmesiydi. ABD’nin ilk Irak saldırısından sonra Kürt Hareketi “ABD müdahalesinin yarattığı olanaklardan yararlanmak” diye özetlenebilecek bir strateji tespit etti ve uygulamaya başladı. Dolayısıyla nesnel olarak bölgedeki temel mevzilenmede emperyalistlerin yanında yer almış oldu. Bu noktadan sonra, “emperyalist müdahaleye ve bunun Türkiye’deki yansımalarına karşı mücadele etmeyi” gündeminin ilk sırasına koyan Türkiye sosyalistleri ile Kürt hareketinin ittifakı doğal olarak son buldu. Emperyalizm diye bir derdi olmayan bazı “sosyalistler” bu arayışı sürdürmüş ve uygulamış olabilir; ama bu başka bir konu.
Peki, günümüzde durum değişmiş midir? Türkiye Sosyalist Hareketi ile Kürt Hareketinin stratejileri -çeşitli pürüzler olsa da- yeniden çakışmaya mı başlamıştır?
Öncelikle içinde bulunduğumuz süreçte Türkiye sosyalist hareketinin temel stratejisini (temel mevzilenmeyi) saptamak gerekir. ABD emperyalizminin doğrudan müdahalede bulunduğu bir bölgede bulunuyoruz. Ülkemizde ABD’nin bölgedeki en sadık taşeronu olan gerici-işbirlikçi bir iktidar vardır. Yakıcı meselemiz ABD müdahalelerine göğüs germek ve AKP rejimine halk inisiyatifiyle son vermektir. Kalın hat bu biçimde çizilmektedir. (Temel mevzilenme dindarlar ile laikler arasında değildir. Kürt ulusunun özgürlüğünden yana olanlarla buna karşı çıkanlar arasında da değildir.) Bu süreç içinde kiminle ittifak yapılacağının kıstası söz konusu politik odakların ABD ve AKP’ye olan tavırlarıdır.
Kürt hareketi, bu temel mevzilenmede hangi safta kalmaktadır? 20 yıl önce girdiği “ABD müdahalesinin yarattığı olanaklardan yararlanma” stratejisinde bir değişiklik yapmış mıdır, yapmaya başlamış mıdır?
Tam tersini düşünüyorum. Kürt Hareketi, bugün, dünden çok daha fazla bir biçimde bu stratejiyi uygulamaktadır, deyim yerindeyse derinleştirmiştir. Bunu saptamak için ayrıntılı analizler yapmaya, fazla kafa yormaya gerek yok. Kürt hareketinin çeşitli odaklarının (Kandil, İmralı, BDP-HDP, PYD) açıklamalarına, güncel konulardaki politik tutumlarına bakıldığında durum bütün çıplaklığıyla görülebilir. (Kürt hareketinde bir zaaf arama peşinde değilim, peşin hükümlerle de hareket etmiyorum. Sadece herkesin görebileceği ve en az 20 yıldır ortada olan çıplak bir olguya dikkat çekiyorum.)
O halde günümüz koşullarında Türkiye sosyalist hareketi ile Kürt hareketinin ittifakından söz edilebilir mi? Kürt hareketinin ABD’nin bölgeye yönelik emperyalist müdahalelerine göğüs germek ve AKP rejimine son vermek diye bir derdi var mı?
Bu konuları çok yazdığım için kısa keseyim. Günümüzün politik koşullarında Kürt hareketi ile ittifak arayışını gündemine alan sosyalist bir odak ciddi bir politik konumlanış hatası yapıyor demektir. Hele bunu uygulamaya sokması, net yazayım, politik intihar anlamına gelir.
Bu saptamamız, Türkiye devriminin denklemlerinden biri olan “Türk ve Kürt emekçilerinin eşitlik ve özgürlük temelinde birliği”nden vazgeçmek anlamına gelmez. Bu denklem coğrafyamızın sosyal yapısının bir zorunluluğudur. Vazgeçmek -niyet ne olursa olsun- “ikinci bir Sevr” ile sonuçlanır. Dolayısıyla bu denklemde sebat edeceğiz ve çözüm yollarını arayacağız.
ABD’yi ve AKP’yi geriletmeye başladığımızda ve bu stratejinin arkasına ciddi bir güç yığınağı yapabildiğimizde koşulların değişeceğini ve yeni ittifak olanaklarının da doğacağını göreceğiz. İşimiz gücümüz bu olmalıdır.
Bu konuyu önümüzdeki yazılarda da tartışacağız.