Bir devrim hareketi (düzen dışı iktidar girişimi) için nesnel koşulların olgunlaşması gerekli. Lenin’in söylemiyle “yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri, yönetilenlerin de eskisi yönetilmek istemediği” devrimci durum koşullarının oluşması... Bu koşullar henüz oluşmamışsa, istediğimiz kadar “devrim” diye bağıralım, kitlelerin gözü-kulağı bu anlamda bize kapalı olacaktır.
Peki, koşulların olgunlaşıp olgunlaşmadığını nasıl tespit edeceğiz? Bunun genel-geçer bir yasası yok. Toplumbilim çok yeni ve henüz gelişmemiş bir bilim dalı. Bir sonraki Güneş tutulmasının tarihini saniyesi saniyesine tespit edebiliriz; ama devrimci durumun ne zaman oluşacağının böyle bir hesabı-kitabı yok. Belki de o bilim dalının niteliği gereği, hiç olmayacak.
Bu noktada devrimcilerin “bilim”leri kadar “sezgi”leri de rol oynar; devrimi sezmek diye bir şey vardır.
Sezgi, kâhinlik değildir; sezginin altında bilim yatar. Ancak ciddi bir bilimsel bilgi birikiminin (tartıştığımız konuda kuramsal, ideolojik, politik, örgütsel birikimin) temelinde yükselir sezgi. Güçlü kuramsal altyapımız, gerçekçi devrim stratejimiz, doğru eylem deneyimimiz, sağlam örgütsel yapımız yoksa, ya sezemeyiz ve fırsatları kaçırırız ya da büyük olasılıkla sezgilerimiz bizi yanıltacaktır.
Fakat bilimi de fazla abartmamak gerekir. Sezgi, bilginin doğal bir uzantısı değildir; kendine özgü bir mekanizması, cıvıltısı vardır. Nice ilim-irfan sahibi, eğer cıvıltı yoksunuysa, fırsatı kaçırıverir de, o kadar bilgi birikimine sahip olmadığı halde sezgisi kuvvetli olan, bir bakmışsın aradan fırlayıp iktidarı alıvermiş. Çünkü birikim dediğimiz de statik değil dinamik bir süreç. Tarihin tekerleğinin hızlı döndüğü dönemlerde hızla oluşturulabilir. Kervan yolda düzülür diye de bir laf var.
Bütün bunlara devrimin/devrimcinin bilgi-sezgi diyalektiği diyelim. Bu iki yönün çatışmalı birliğiyle gelecektir başarı.
Doğru devrimci durum tespitini salt-bilimciler yapamaz; salt-sezgiciler de yanlış yapar. Adı üzerinde, devrimci olmak gerekir isabetli tespit yapabilmek için. Israrla devrimi aramak gerekir. “Arayan bulur” demiş ata(ana)larımız, aramayan bulamaz anlamında. Ama mevlamızı mı buluruz belamızı mı, onun bir garantisi yok. İşin heyecanı da burada zaten…
Tabii neyi arayacağımız çok önemli. İşte bu noktada bilim devreye girer; yani doğru bir sosyo-ekonomik analiz. Toplumun temel çelişmesi, ana mevzilenmesi, dostun düşmanın kim olduğu, karşı-devrimin neyi yıkmak ve neyi yapmak istediği (onlar da bir devrim yapmak istiyorlar, yani karşı-devrim); bizim de direnişi hangi mevzide örüp ileri atılımı hangi noktalarda yapacağımızın stratejisi isabetli tespit edilmelidir. Bunu yapamazsak yanlış strateji ve taktikler izler, gölge boksu yaparız. Atıl kalır ve fırsatı kaçırırız.
***
Kanımca Türkiye’de devrimci durumun koşulları hızla olgunlaşmaktadır. Sosyo-ekonomik analiz yapmak bir köşe yazısının işi değil. Ama olgulardan yürüyebiliriz. Cumhuriyet mitingleri bunun ilk sinyallerini vermişti. 2013 Haziran Ayaklanması ise bir devrimci durumun olgunlaştığını görmeyen gözlere bile gösterdi. Ama bu iki büyük kitle kalkışmasında da eksik bir yön vardı ki, bu da son bir yıl içinde hızla tamamlanma emareleri gösteriyor: İşçi sınıfı büyük musibetler sonucu da olsa -ki genellikle böyle olur- sahne almaya başlıyor. Soma katliamından ve son Mecidiyeköy faciasından sonra yaşananlar asıl aktörün ayak seslerinin işaretleridir.
İktidarı hedef alan Haziran benzeri bir işçi direnişi dalgası olasılığı vardır. Üstelik böyle bir dalga Haziran kitlesini de yanına alacaktır.
Devrimci durum tablosu tamamlanıyor. Çoğu iktisatçının işaret ettiği ekonomik kriz, bu tabloyu iyice belirgin hale getirebilir. “Sezgi”nin zamanı geliyor!
“Bağımsız, demokratik, laik bir Emekçi Cumhuriyeti”, kısa zamanda, stratejik bir slogan olmaktan çıkıp bir eylem sloganı haline dönüşebilir. Çünkü “emperyalizme bağımlı İslamcı burjuva diktatörlüğü”, karşı-devrimci odak tarafından nicedir bir eylem sloganı haline dönüştürülmüş ve uygulamaya girmiştir. İlla ki politik karşılığını bulacaktır.
Devrimci durumun nesnel koşullarla ilişkili olduğunu söylemiştik. Nesnel koşullar olgunlaşıyor. Şimdi mesele, devrimci durumu “devrim durumu”na dönüştürmenin adımlarını atabilmek. Yani, bu nesnelliği değerlendirebilecek bir öznel müdahale aracını örgütlemek ve pusuya yatmak.
Bu bir cepheyle mi olur, yoksa kararlı bir odağın sert bir çıkışıyla mı, kesin konuşmak için erken. Cepheleri deniyoruz şimdilik. Ama denedikçe de tüketiyoruz galiba…
Cephe mi çıkışı örgütleyecek, çıkış mı cepheyi zorlayacak; bunu zaman gösterecek. Hangisi olursa olsun, -erken ötmeyelim ama- İskender kılıcını hazırlayalım. Yoksa Demokles’in kılıcı tepemizde.
Kılıç kuşananın…