“İkinci Yeniden Toplumcu Şiire” uzanan edebiyat yolculuğunun büyük ustası Kemal Özer, 2009 yılının Haziran ayında aramızdan ayrıldığında, arkasında on altı şiir kitabı; deneme ve eleştirilerini bir araya getirdiği yedi ayrı yapıt; gezi, öykü ve anı kitapları, günlükler, antolojiler, söyleşiler ve çocuk kitaplarıyla birlikte Pablo Neruda’dan Federico Garcia Lorca’ya, Lubomir Levçev’den Erik Stinus’a yirmiye yakın (ortak) çeviri şiir kitabı bıraktı. Bütün bunlar Özer’in yaşamında kitaba dönüştürmeyi başardığı, diğer yayınevlerinin nefesi ve olanakları yetmediğinde kendi yayınevi Yordam’ı kurarak okurlarla buluşturduğu eserleriydi.
Şiirlerinin dört ayrı toplu basımı da gerçekleşti. Bunların ilk ikisini hayattayken kendisi gerçekleştirmişti. Ölümünün ardından Yaralı Karanfil adlı kitapta bir araya getirilen toplu şiirleri ise 2009’da Kırmızı Yayınları’nın yaptığı baskının tükenmesinin ardından, son olarak bu yılın Mayıs ayında Mylos Kitap tarafından yeniden yayımlandı. Tüm edebiyat ve şiir severlere, insani ve toplumcu bir duyarlılıkla yoğrulmuş has şiirle tanışmak isteyenlere, “şiir geldi sorumluluğa dayandı” sözlerinin ardında nasıl bir sanatsal inceliğin de barındığına tanık olmak isteyenlere… Kemal Özer’in bütün şiirlerini şiddetle tavsiye ederim.
Bugün burada, Kemal Özer’in eski eserlerini yeniden ele almak değil de, bir başka ve yeni kitabını kısaca tanıtmak istiyorum.
Ölümünden sonra anlaşıldı ki, Özer’in yayımlanmış eserlerinin yanı sıra bir de kitaba dönüştürmeye henüz fırsat bulamadığı, bir kenara ayırıp zulaladığı şiirleri, dergilerde yayınlansa da kitaplarına almadığı bazı denemeleri; ayrıca, kimi şiirlerini tamamladığı, kimilerini ise taslak olarak tuttuğu kitap dosyaları da vardı. Özellikle Özer’in ölümünün ardından çalışma odasında bulunan bazı el yazıları, “mavi kaplı bir defter”i ve daktiloya çektiği ya da bilgisayar çıktısını aldığı kimi şiir taslakları bu konuda ipuçları oluşturdu.
Bu not ve defterler, Kemal Özer’in eşi Georgina (Gülşah) Özer’in ve kızı Simge Özer Pınarbaşı’nın, onun çalışma odasında bulup benimle paylaştığı “belgeler” oldu. Ve onlardan da, “kitapsız” kalmış şiirleri, bir öyküyü ve bir çift sözü içeren yeni kitap Zula doğdu.
Zulada birikmiş şiir, öykü ve notları içeren kitabı “belgeler”in bulunmasıyla birlikte kısa sürede düzenledik ve ilk başta bu çalışmayı, Kemal Özer’in şiirlerinin toplu basımlarına bir son bölüm olarak düşündük. Ancak söz konusu toplu basımları gerçekleştiren yayınevlerinin bunu tercih etmemesi nedeniyle, şimdi ayrı bir kitap olarak Artshop Yayıncılık tarafından yayımlandı.
Kitap dört bölüme ayrılıyor. Birinci bölüm, “İlk Dönemden, 1950’li Yıllardan Kalanlar” başlığını taşıyor ve Kemal Özer’in 1959’da çıkan ilk şiir kitabı Gül Yordamı’ndan önce kaleme aldığı şiirleri ve bir öyküsünü içeriyor. 1955 ve 1956 yıllarında yazdığı şiirlerin çoğu, dönemin Yenilik dergisinde yer almış. Kuşkusuz henüz bu şiirlerde, Kemal Özer’in 50 yıl içerisinde geliştireceği ve giderek daha da durulaşacak şiir dilinin var olduğunu söyleyemeyiz ama onun nüvelerini barındırdığını belirtebiliriz.
Zula’da daha sonra, zorunlu ve çok uzun bir sıçrama gerçekleştirerek ikinci bölüme ve 2000’lere uzanıyoruz. Zira, Kemal Özer 24 yaşındayken 1959’da yayımlanan ilk şiir kitabı Gül Yordamı’ndan, ölümünden bir sene önce 2008’de, 73 yaşındayken yayımlanan Temmuz İçin Yaralı Semah’a, 49 yıl boyunca kaleme aldığı şiirlerin çok büyük bölümünü kitaplaştırdı. Yani onlar kitapsız kalmadılar. Söyleşilerinde ve bazı makalelerinde de belirttiği üzere, bir şiir dosyası ise yarım kaldı. Kitabın ikinci bölümünü ve omurgasını da bu dosya, “16 Haziran Kavşağı” oluşturuyor.
Özer, şiir yazma ve şiirlerini kitaba dönüştürme sürecini anlatırken, hep hazırlık ve planlama aşamasının uzunluğuna dikkat çeker, ilk şiirleri oluştururken ve diğer şiirlerle bütünlüğünü tasarlarken uygun sesi ve edayı yakalayabilmek, doğru biçimi geliştirebilmek için kafasında uzun süre tarttığına değinir; “Ama tüm bu meşakkatli süreci atlatırsam, finişim hızlıdır,” diye de eklerdi. “16 Haziran Kavşağı” ne yazık ki bu “finiş”i göremedi. Yine de tasarlama sürecinin önemli şiirlerini Zula’da bir araya getirdik.
Kitabın bu bölümüyle ilgili kişisel bir anımı aktarmama da izin verilirse, Kemal Özer’in hazırlık sürecinde yararlandığı kaynaklardan biri de, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu – DİSK’e ait, iki ayrı kasetten oluşan ve 15-16 Haziran işçi eylemlerine katılmış işçilerle yapılmış söyleşileri barındıran ses kayıtlarıydı. Bunları benimle de paylaşmış, özellikle söyleşilerden birinde bir Arçelik işçisinin eylem gününü anlatırken kullandığı ifadelere dikkatimi çekmişti. “O kutlu günde, görkemli yürüyüşümüze başlamadan önce…” diye anlatmaya başlayan işçinin, söze “O kutlu gün” diye girişi Kemal Ağabey’in aklına Homeros’un destanlarını getirmiş, bu sesi ve duyguyu yakalayabilmenin öneminden bahsetmişti.
Onun için tanıklıklar, canlı aktarımlar, deneyim paylaşımları, otantik anlatımlar, yaşanmışlıklar vb. bir “malzeme” olmanın çok ötesinde duygu ve düşünce yoğunluğu barındırmaktaydı. Bu anlatımların yön göstericiliğinde, o uzun yürüyüşü ve onun gizli kahramanlarını zihninde adım adım yeniden canlandırmaktaydı. Tarihî eylemi içindeki insanların, uzun ve zorlu yürüyüşlerin, bu eylemler içerisinde daha da yoğunlaşan duygu ve düşüncelerin yıllarca izini sürdükten sonra, en uygun sesini yakalayarak şiirine aktarabilmek ise onun ustalığıydı.
Sözü daha fazla uzatmadan ve Zula’nın son iki bölümünü oluşturan “Kitapsız Diğer Şiirler” ile “Mavi Defterden Kalanlar”a dair de “spoiler”lar verip, kitabı okuma zevkini tümüyle kaçırmadan, “16 Haziran Kavşağı”ndan bazı dizeler paylaşarak yazıyı tamamlayalım. Ve tabii Zula’yı da, tıpkı Yaralı Karanfil gibi yine “şiddetle tavsiye” ettiğimizi ekleyelim…
*
Adı Bayram’dı o güne değin,
çıkıp geldi Sivas’ın Kuşlu köyünden
Sivaslı Bayram oldu ananlar için.
O güne değin şimdi demeyi
hiç düşürmemişti ağzından
sabırsızsa şimdi derdi, sevdalıysa
şimdi çıksın örüklü saçlarıyla karşıma,
yitirdiyse şimdi derdi, unuttuysa
şimdi gelsin aklıma, bulayım yitirdiğimi
bir daha derdi, ardından bir kez daha
adı o sözcükle yan yanaydı sürekli.
Şimdi dedi o Haziran sabahı da
elini şaltere uzattı duraksamadan
kapılar açılacaksa şimdi açılsın,
çıkacaksak şimdi çıkalım yola,
önlerine engeller dikildikçe
şimdi dedi duraksayan ayaklara,
gün sona erdiğinde o sözcük de artık
o sözcükle anılan da değişmişti.
Gün sonra erdiğinde Sivaslı Bayram
ananlar için artık başka biriydi.
Arçelik’ten Bayram diye anıyorlar şimdi.
*
Sekizi vurunca saat, işte dedik
İncirli’de, Kartal’da, İstinye’de
geldi söz ve karar saati.
Verilmiş kararımız varsa
İşte saati geldi.
Söyleyecek sözümüz varsa
İşte saati.
Sekizi vurunca saat
üretmek söylemektir dedik
bir elden, bir ağızdan.
Ama gün büyüyecekse
gün benzemeyecekse başka günlere
üretmek yetmez söylemek için.
Sekizi vurunca saat
onları da deneyelim dedik
başka yolları varsa söylemenin.
İncirli’de, Kartal’da, İstinye’de
şalteri indirdik.
*
Kendi sözcüklerimle geldim buraya, kendi soluğumla,
kendi bakışımla. Ayrılırken bugünün akşamından, onların
sözcükleriydi ağzımda, göğsümün içinde onların soluğu,
onların gözleriyle bakıyorum artık.
(…)
Dünya sessizdi bu günün sabahında. Susmuş değildi belki,
ama ben duymuyordum. Ayrılırken bu günün akşamından,
sessizliğe sığmıyor onların söyledikleri. Dünya da konuşuyor artık.