Solda, katılım ve şeffaflık ile öncülüğü karşı karşıya getirmeyi tercih eden iki kesimin varlığından söz edilebilir.
Bunlardan birine göre, halkın karar alma süreçlerine katılımını ve şeffaflığı fazlaca önemsemek, öncülüğün önemini ve vazgeçilmezliğini ihmal etmekle aynı anlama gelir. Halkın temel beklentisi, katılımdan ve şeffaflıktan çok, yakıcı sorunlarına çözüm üretilmesidir...
İkinci kesim, öncülüğü fazlaca önemsemenin tepeden inmecilikle aynı anlama geldiğini ve katılımı da şeffaflığı da olanaksız kıldığını savunur. Solun temel görevi, öncülük etmeye çalışmaktan çok, halkta var olan potansiyeli serbest bırakmaktan ibarettir...
Gerçek yaşamda, ikinci kesim de, tepeden inmeci yaklaşımlar üretmeye en az birincisi kadar yatkın olabilir. Çünkü, katılımı sağlamaya ve şeffaflığı etkili kılmaya yönelik bir öncülüğün yokluğunda, biçimsel düzenlemelerin varlığı hızla anlamsızlaşır.
Örneğin, “söz, yetki, karar halka” diyerek bir halk meclisi kurulur. Bu ilk kez yapıldığında, bir araya gelen insanlar, sadece sorunlarını daha geniş bir topluluğun önünde dile getirebildikleri için bile mutlu olabilir. Aynı nedenle, halk meclisinin ikinci ve üçüncü toplantılarına daha çok sayıda insan katılabilir. Ama eğer söz konusu toplantılara katılımcıların önemli bir bölümünün anlamlı bulacağı, geliştirilmelerine ve hayata geçirilmelerine katkıda bulunabilecekleri karar önerilerinin sunulması sağlanamazsa, katılım giderek azalır ve halk meclisinde, örgütlü bireyler dışında pek az kimse kalır. Sayıca güçlü olan örgüt dilediği kararları aldırmaya başlar, ama halkı harekete geçirmesi zorlaşır. Oysa asıl amaç, halkı harekete geçirebilmekti!
Şeffaflık da, halk denetimi için özel bir çaba harcanmazsa, kolaylıkla kâğıt üzerinde kalabilir. “Gelir ve giderlerimizi dileyen herkes inceleyebilir” dersiniz, ama bu konuda öncülük yapıp örnek oluşturmazsanız, kimileri “ayıp olur” diye düşünür, kimileri yanlış anlaşılmaktan korkar, büyük çoğunluk da üşenir. Oysa halk denetimi, sadece yolsuzlukların önüne geçmek için değil, önceliklerin daha doğru bir şekilde belirlenmesini ve eldeki kaynakların daha verimli şekillerde değerlendirilmesini sağlamak için de gereklidir. İşin kötüsü, yeterli bir halk denetiminin yokluğunda, yolsuzluk yapılması da kolaylaşır.
Ülkemizi bir yana bırakırsak, Brezilya’daki İşçi Partisi’nden Yunanistan’daki Syriza’ya, katılımcılık ve şeffaflık vurgularıyla yola çıkıp bambaşka noktalara ulaşan sayısız örnekten söz edilebilir. Diğer yandan, çok daha ileri bir örnek olan Venezüella’da bile, halk katılımının yerelliklerle sınırlı kalmasından kaynaklanan sorunlarla ve bu arada çok ciddi yolsuzluk sorunlarıyla karşılaşıldı.
Ülkemizdeyse, katılımı ve şeffaflığı bir yana bırakarak “öncülük” yapmaya çalışan solcuların önünde iki seçenek var: Israrla kendi “doğru”larının propagandasını yaparken etkisiz kalmayı baştan kabullenmek ya da düzen güçleriyle (asıl olarak onların işine yaramaları kaçınılmaz olan) ittifakların peşinde koşmak...
Bunlara kimi kehanetler ekleniyor: Emperyalistler üzerini çizdiği için Saray/AKP rejiminin son bulması yakın, Suriye bataklığı rejimin sonunu getirecek, darbe olacak, restorasyon yaşanacak, halk er ya da geç ayaklanacak, vb. vb.
Her şey olabilir elbette... Ne var ki, halkı siyasal mücadelenin gerçek öznesi hâline getirme mücadelesi yürütmediğimiz sürece, olup bitenlerin izleyiciliğinin çok ötesine geçemeyiz. Halk, Gezi Direnişinde olduğu gibi ayaklandığında bile... Ve sonucu mevcut güçler dengesi belirler...
Halkı siyasal mücadelenin gerçek öznesi hâline getirmek için katılımı ve şeffaflığı önemsemek, katılımı ve şeffaflığı sağlamak içinse öncülük görevimizin hakkını vermek zorundayız.
Kanımca, bu konudaki başarı düzeyimizin göstergelerinden biri de, şu soruya verebildiğimiz cevaplar: Halktan neler öğrendik?