Şubat ayında bu sitede yazdığım bir yazıda “Kürt siyasi hareketi, bu ülkenin cumhuriyetçileri tarafından kabul görmüyorsa, bunun - istisnaları kuşkusuz olsa da genel planda - Ekmeleddinli cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş’ın aldığı oyların da gösterdiği gibi, “Kürtlük”le bir ilgisi bulunmuyor,” demiştim. 2015 seçimleri bunu bir kez daha ortaya koymuş bulunuyor. Kandil, fazla parlayan Demirtaş’ı uygun gördüğü yere oturtma açıklamasının bir parçası olarak “emanet oy” sözünü tartışmaya açmış da olsa, son seçimlerde oyların yüzde 6’sını alan HDP’nin barajı aşmasını sağlayanın son kertede cumhuriyetçilerin oyları olduğunu herkes biliyor. Cumhuriyetçi kesimi yakından izleyen herkesin bildiği bir başka nokta ise, AKP’ye ve her adımını bir dua ile atmaya başlayan Kılıçdaroğlu CHP’sine duydukları öfke ile HDP’ye duydukları güvensizlik arasında bocalayan önemli bir kesimin, Demirtaş’ın “AKP ile koalisyon yapmayacağız” açıklaması üzerine HDP’ye oyda karar kıldıkları. Sonunda, FKF’nin açıklamasında pek yerinde bir şekilde ifade edildiği üzere, Tayyip Erdoğan bir büyük tokat yemiş bulunuyor; sersemlemiştir ve Haziran diliyle “Bu daha başlangıç” diyoruz.
HDP, seçime giden süreç içinde eline aldığı Türk bayrağını taşımaya devam edip etmeyeceğini ya da nasıl ve kimin için taşıyacağını, önümüzdeki dönemde gösterecek. Türkiye siyasetinde geldiği noktayı korumak ve hatta ileriye taşımak istiyorsa, bırakmaması şarttır ve “içerideki” koşullar da onu buna zorlamaktadır. Ancak, biz üç adım başına bir Atatürk resmi ya da heykeli kondurup okullarını tarikatlara, sahillerini üç beş zengine, politikasını Amerika’ya ve cumhuriyeti bir bütün olarak düşmanlarına bile isteye teslim edenlerle mücadele geleneğinden geliyoruz; “vitrine” gözümüz toktur. “Bu daha başlangıç” ve takip ediyoruz.
Amerika’nın yeni dönem politikasında, Erdoğan’ı “dizginsiz islamizasyon” ve “dizginsiz Suriye politikasında” yalnız bıraktığını ve Kürt siyasi hareketini ön plana çıkardığını sayısız yazıda yazdık; içeride 2013 başkaldırısı birincisinde ve dışarıda Rusya-İran-Suriye cephesinin direnişi her ikisinde etkilidir. Ancak Amerika’nın, son birkaç ayda açıkça bu programı benimsediği konusunda hiçbir kuşku bulunmuyor. Ve Amerikalı “stratejistler”, “think tank”çiler, HDP’ye çağrılarına şimdiden başlamış durumda. Sembolik olarak buraya Soner Çağaptay’ın seçim değerlendirmesini alıyorum: “Bu, Kürt ulusalcı hareketinin demokrasi yanlısı kanadının keskin kanadını sonunda alt etmesi için bir şanstır… Hareketin geleceği, liberal, demokratik Türkiye’ninki ile iç içe geçmiş bulunmaktadır.” Çağaptay’ın, radyo konuşmalarında da, HDP’yi “liberalliğini” güçlendirmeye çağırırken, HDP’nin bu yönde atması gereken adımlardan birinin, tasfiyelere ek olarak bünyesine, örneğin, daha fazla iş adamı almak olduğunu düşündüğünü pek zorluk çekmeden anlayabiliyoruz. “Bu daha başlangıç” ve takip ediyoruz.
Kuşkusuz, HDP’yi yükseltmenin Amerika’nın ve sermayenin programı olması, bu programı kendi gönüllerince uygulayabilecekleri garantisini beraberinde getirmiyor. Birincisi, örneğin bir Çağaptay da, niyetlerini medyası üzerinden okuyabildiğimiz sermaye de, daha şimdiden ortaya çıkan tablodan bir ölçüde ürkmüş görünüyor. Çağaptay, mevcut durumda artık Erdoğan’ın Amerika’nın Ortadoğu politikası önünde eskiden olduğu gibi engeller çıkaramayacağını söyleyerek Amerikan yönetimini Erdoğan’ı daha fazla cezalandırmamaya çağırırken, Hürriyet de bir süredir Erdoğan ile ihtilaflı Necdet Özel’e “vuruyor”. İkincisi, “Yeni Türkiye” yalnızca Erdoğan’a değil, ana medya ne kadar gizlemeye çalışsa da Kılıçdaroğlu’na da atılan bir “tokatla” başlıyor ve Kılıçdaroğlu’nun “mesajı almamadaki” ısrarı ile diğer yanağını da çevireceğini düşünebiliyoruz. Dışarıda güçlü bir muhalefet olduğu takdirde, CHP içinde de bir muhalefetin yeniden yükselmesine tanık olabiliriz. Ve üçüncüsü, HDP’nin gerçekten “Türkiyelileşebilmesi” ve bu kulvarda kalıcı olabilmesi için sola ihtiyacı bulunuyor. Sol, bunu Amerika ve sermayenin politikalarını izlerken Türkiye’ye espriler ve arada bir atılan güller bahşeden bir HDP’ye meşrulaştırıcı/rahatlatıcı destek olarak heba etmezse Kürt siyasetinde de yeni sayfalar açılması mümkündür.
Bu daha başlangıç. Sol/cumhuriyetçi kesimin HDP’ye umudunun da, başta “yeni anayasaya” tartışması olmak üzere güvensizliğinin de haklı nedenleri olduğu günlerdeyiz. Ve takip ediyoruz.
Ancak takip etmekle yetinemeyiz.
Demirtaş, “Sayın Erdoğan’a karşı kişisel bir husumetimiz yoktur. Hukuku, adaleti ihlal eden bir cumhurbaşkanı bizim açımızdan her zaman eleştiri alacaktır. Siyasetin önünü açacaksa bizden destek görür. Hataları vardı, bu hatalardan, yanlışlardan dönüldüğü oranda, tabi ki Türkiye’nin ve Türkiye halklarının yararına ortak işi, ortak çalışmayı parlamento olarak birlikte atmaya hazırız,” diyerek Amerika’nın ve özellikle sermayenin son duruşunu yankılayan açıklamalar yapabilir. Ve yaptıkça da tüm ilerici güçlerle mesafesini arttırır.
Amerika ve sermaye “dövülerek uslanmış” bir AKP, sol diye sunulan liberal bir HDP ve CHP dengesi aradığını saklamamaktadır. Sosyalistlerin işi ise kuşkusuz, hayatı boyunca CHP’ye oy verip de Kılıçdaroğlu’nun ılımlı İslam liberalizmine isyan eden seçmenin de açıkça reddettiği bu “suni dengeyi” kırmaktır. Sözü mü, muhalefet partilerinin seçim sürecinde hatırlayıp şimdi yavaşça bir yana bıraktıkları, 17 Aralık’tır; Suriye’ye giden silahlardır; yargının çetelere teslim edilmesi; açık anayasa ihlalidir: Tek bir başlık altında toplandığında, “Erdoğan yargılanmalıdır!” Seçim sonuçları, bir büyük kampanya çağırmaktadır.