Birkaç tespit:
1) Seçim süreci ve seçimler hem önemli hem de fazla bir önemi yok. Türkiye’deki çeşitli politik odakların güçlerini ölçecekleri bir arena olması açısından önemli. Ama sonuçları açısından değil. Çünkü belli olmuştur ki AKP seçimle gitmeyecek. Çünkü AKP iktidarı seçimle gidecek bir iktidar değil. Bütün belirtiler o yönde ki, AKP, iktidarını koruyabilmek için her yolu deneyecektir. Faşist diktatörlük, iç savaş, dış savaş dahil, her yolu (bu yolları deneyebilecek gücü de var)...
Çünkü AKP bir karşı-devrim operasyonu; bir suç makinesi. Gerek ulusal gerekse uluslararası çapta o kadar suçu birikti ki, iktidarı kaybettiği an, iddianameleri hazır olan bütün bu suçların tek tek önüne konulacağını biliyor. Hazırlığını, bu olasılığı her ne pahasına olursa olsun yok etmek hedefiyle yapıyor.
Seçimlerde ne yapılacağını tartışırken bu gerçeği kavramak gerekiyor.
2) Kürt sorunu da seçimle çözülemez. Tahminim o ki, Kürt hareketi, bu iki olguyu, yani Kürt sorununun seçimle çözülemeyeceği ve AKP’nin de seçimle gitmeyeceği olgularını tespit ederek stratejisini (seçimlere parti olarak girmek) belirledi. Parlamentoda yer almayı gözetseydi bu riski almazdı. Seçim sonuçlarının önemli olmadığını tespit ettiği için bu resti çekebildi: “Bölgede birinci parti olmama karşın meclise giremediğim zaman oluşacak durumu ben değil siz düşünün” resti. Topu karşı tarafa attı. Hem AKP’nin varlığı koşullarında onunla pazarlığı sürdürebilecek hem de AKP’nin devrilmesi koşullarında oluşacak yeni konjonktürde tekrar masaya oturabilecek bir pozisyon aldı. Dikkat edilirse, hem AKP ile pazarlık masasına oturmayı devam ettirecek bir pozisyon, hem de AKP’ye muhalif bir pozisyon. Kendi davaları açısından doğru ve her sonuçta (seçimde başarılı olunsa da olunmasa da) sürdürülebilecek bir strateji. Çünkü PKK da -tıpkı AKP gibi- biliyor ki, seçimle gelmediler ve seçimle de gitmeyecekler. Asıl güçleri parlamentodaki güçleri değil. PKK açısından seçimler, masaya (hangi masa olursa olsun) daha güçlü oturmak açısından önemli. Masaya, barajı aşarsa mağrur bir güç olarak, barajı aşamazsa hem mağdur hem de mağrur bir güç olarak oturacak. Tercih birincisi, ama ikincisi de fena değil. Güzel bir strateji!
3) Mevcut AKP iktidarı öyle veya böyle son bulacak. Türkiye AKP iktidarını bir beş sene daha kaldıramaz. Bunu küresel burjuvazi ve emperyalist odaklar da görüyor, halk da seziyor.
Peki, AKP nasıl gidecek?
AKP, kendi iktidarını tehdit eden güçleri becerebildiği kadar tasfiye etti veya zayıflattı. Mevcut koşullarda parlamento içi muhalefet veya ordu tarafından tehdit edilmiyor. AKP iktidarını devirebilecek iki güç kaldı: 1) ABD ve küresel burjuvazi, 2) Türkiye halkı. Dikkat edilirse bu ikisi de direkt olarak seçimlere katılmıyor; yani güçleri parlamento ile sınırlı değil, daha çok parlamento dışında. Seçim sonuçlarını etkisiz kılan faktörlerin en önemlisi de bu.
Seçimle gitmeyeceği belli olan bir iktidarı ancak seçimle gelmeyecek bir güç devirebilir. Yani AKP iktidarı ya yeni bir karşı-devrimle ya da gerçek bir devrimle son bulacak. İlk aşamada ikisinin karışımı (veya bilek güreşi de diyebiliriz) da olabilir…
4) Türkiye büyük bir devrime gidiyor. Bu bence sosyolojik bir olgu; seçimlerle veya Amerikan operasyonlarıyla direkt ilişkili değil. Türkiye’nin en az 150 yıldır çözülmeye uğraşılan ama bir türlü çözülemeyen sorunları bütün haşmetleriyle sahnede. Bu toplum ufalanıp yok olmayacaksa bir biçimde çözülecekler.
En taze örnekten, Özgecan cinayetinden yola çıkalım.
Günü gelmiş sorunlar toplumun gündemine böyle buldozer gibi girerler. Yıllardır marjinal ortamlarda tartışılan kadın sorunu birdenbire bütün toplumun tartıştığı bir konu haline geliverdi. Hem de bütün boyutlarıyla… Konu birdenbire bir hunharca cinayet ve bir sapık katil sorunu olmaktan çıktı, anında bir rejim, bir düzen, bir sistem, hatta bir uygarlık, hatta hatta bir kültür sorgulamasına dönüştü. Ve bu sorgulama toplantı odalarında değil, meydanlarda eylemli olarak yapıldı, yapılıyor. Devrimciler, sosyalistler, feministler olarak rüyamızda görsek inanmazdık. Kadın sorunu bütün boyutlarıyla sahnede…
Türkiye bir açıdan bakıldığında karanlıklar içine sürüklenmiş, giderek daha da gerilere düşen bir ülke. Ama diğer açıdan bakıldığında, bu sürüklenişe müthiş bir tepki gösteren ve ileriye atılımın dinamiklerini büyük bir hızla biriktiren bir ülke. Tarihte, kadın sorunu gibi netameli bir konunun, bu kapsamda, bu kitlesellikte, bu denli radikal bir içerikle tartışıldığı başka bir ülke var mıdır? İsveç mi? Danimarka mı? Kanada mı? Fransa mı? Hiç sanmıyorum. Belki devrim dönemi Sovyetler’de, Çin’de, Küba’da böyle bir durum yaşanmıştır ancak.
Türkiye kaynayan bir kazan. Kabına sığamayan bir ülke. Kendisine biçilen elbiseleri sürekli yırtıp atan bir ülke. Cumhuriyet mitingleriyle başladı bu süreç. Haziran Ayaklanmasıyla çok daha olgun ve geleceği isteyen bir raya oturdu. Berkin Elvan cenazesiyle hızından hiçbir şey kaybetmediğini gösterdi. Soma katliamı protestolarıyla lokomotif güç sahne aldı. Ve Özgecan eylemleriyle geleceğin aydınlık toplumuna uzandı. Bütün bunlar köklü, güçlü, istikrarlı, kararlı bir kitle hareketinin ve muazzam bir dinamizmin göstergeleri.
Büyük ve çok köklü bir devrim geliyor, bunu görelim. Direne direne, kanaya kanaya, biriktire biriktire, karanlıkları yara yara büyük bir devrim geliyor. Bir toplumda çelişkiler ne kadar derinse, çözümler de o kadar radikal olur. En az 150 yıllık çelişkilerdir bunlar. Emperyalistlerin saptırma çabaları bu büyük dinamizmi yok edemez, erteleyebilir ancak.
5) Bu noktada öncülerin rolü önem kazanıyor. Politik hatlar bu yaklaşan “tufan”a göre çizilmeli, örgütsel adımlar bu durum göz önüne alınarak atılmalıdır; sadece 5 ay sonraki seçimlere göre değil.
Bütün güçleriyle çullanacaklar. Bastırmaya çalışacaklar. Bastıramazlarsa saptırmaya çalışacaklar. Çok akıllı, çok berrak ve çok kararlı olmamız gereken bir döneme giriyoruz. Politik önderlik hiç olmadığı kadar belirleyicidir artık. Birincisi bu halk dinamizmiyle birleşmeli ve duygudaş olmalıyız. Hangi taleplerle, hangi hedeflerle, hangi temalarla geliyor bu hareket, bunu çok net tespit edip hemhal olmalıyız. İkincisi kararlı ve öncü olmalıyız. Saptırma çabalarına karşı çok net politik tavırlar almalıyız. Bunu becerebilen bir ekip ülkenin geleceğini de belirleyecektir.
Bir devrim stratejisi oluşturmalıyız; seçim stratejisi bunun sadece küçük bir alt başlığı. En temel sorun halkın güvenebileceği ve ardından gidebileceği bir odak yaratmak.
Bu konuya kaldığımız yerden devam edeceğiz.