Yeni Şafak’ın “içeriden bilgiler” aktaran yazarlarından Cem Küçük, Pazar günkü yazısında, AKP-IŞİD ilişkisi hakkında itiraf niteliği taşıyan açıklamalar yaptı:
“Operasyon öyle dikkatli sürdürüldü ki, IŞİD bir şekilde rehineleri vermeye mecbur kaldı. Bunun detaylarını şimdilik yazamıyoruz ama IŞİD karşısına Türkiye’yi alırsa bütün kazanımlarının yerle bir olacağını gördü. Paralarından silah gücüne kadar ciddi bir sarsıntı geçirebilirdi. Bağdadi bu gerçeği gördü ve Türkiye’ye boyun eğmek zorunda kaldı. Gerçek budur, başka bir şey değildir”
Küçük’ün yazdıklarından şunlar anlaşılıyor:
1) Türkiye (yani Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti); IŞİD’in karşısında değil.
2) IŞİD, paraları konusunda da, silah gücü konusunda da Türkiye’ye bağımlı.
Bunlar, bilinen şeyler elbette. Örneğin, IŞİD’in dünyanın en zengin terör örgütü olmasının nedenlerinden biri olan petrol gelirleri, Türkiye’yi doğrudan doğruya ilgilendiriyor. Petrol kaçakçılığı, sadece IŞİD’e değil, bu işe aracılık edenlere ve göz yumanlara da gelir sağlarken, ülkeye ucuz petrol sokulmuş oluyor.
Cem Küçük, IŞİD’in Rojava’ya (Batı Kürdistan ya da Suriye Kürdistanı) yönelik saldırılarından duyduğu sevinci gizlemek için çok fazla çaba harcamıyor:
“ABD ve Batı hava saldırılarıyla IŞİD’e vuruyor. Bunlar palyatif çözüm. IŞİD hava saldırıları olunca mevzilerini bırakıyor ama saldırı bitince oraları tekrar geri alıyor. Arada PYD’ye, PKK’ya ciddi zararlar veriyor. Hatta onları hallaç pamuğu gibi atıyor. Yakında Rojava’yı da alırsa kimse şaşırmasın.”
IŞİD militanlarının sınır geçişlerine göz yumulurken onlarla savaşmak üzere Kobane’ye gitmek isteyen Kürtleri engelleme girişimleri de, AKP iktidarının kısa vadeli beklentisine ışık tutuyor: Rojava’nın tümüyle IŞİD’in kontrolü altına girmesi.
21. yüzyılın en gerici ve en vahşi terör örgütlerinden birinin, ülkemizde de militan toplayarak ve yanı başımızda katliamlar yaparak gücüne güç katması AKP iktidarını rahatsız etmiyor. Türkiye’deki yaklaşık 1 buçuk milyon Suriyeli göçmene birkaç yüz bin kişinin daha eklenmesinin yol açacağı toplumsal sorunları da önemsemiyorlar. Yeter ki Kürtler kazanım elde edemesin ve Esad iktidarı yeniden güç kazanamasın.
AKP iktidarının bu politikasını sadece bir “dar görüşlülük” örneği olarak değerlendirmek mümkün değil. Aksine, son derece bilinçli bir şekilde, Türkiye halkı da dâhil olmak üzere bölge halklarına düşmanlık ediliyor.
Örneğin, Suriyeli göçmenler konusunda bolca “misafirperverlik” edebiyatı yapılırken, gerçekte, AKP iktidarı yüzünden ülkemize gelmek zorunda kalan insanlar kendi kaderlerine terk ediliyor. Onlar da, hayatta kalabilmek için, zaten en düşük ücretlerle yapılan işleri daha da düşük ücretlerle yapmak zorunda kalıyor. Böylece emek gücü daha da ucuzlatılmış oluyor. İş bulamayanların bir bölümü dilencilik, hırsızlık, kaçakçılık vb. “sektör”lere yöneliyor. Hem iş bulanların Türkiyeli işçileri işsiz bırakması hem de iş bulamayanların yaptıkları, Suriyeli göçmenlere yönelik tepkilerin artmasına yol açıyor. AKP iktidarı da bundan pek fazla rahatsız olmuyor. Ne de olsa, yabancı düşmanlığı, toplumsal düzeyde ne kadar yıkıcı etkilerde bulunursa bulunsun, sermaye iktidarına düşmanlıkla karşılaştırıldığında, çok daha kolay manipüle edilir!
Suriye’den gelen Sünni Arapların fazla zorluk çıkarmadan, buna karşın örneğin Ezidilerin ya da Kürtlerin zoraki kabul edilmesi de, AKP iktidarının halk düşmanlığına ışık tutuyor.
AKP’nin şu andaki temel amacı IŞİD’e zaman kazandırmak.
IŞİD katliamlar gerçekleştirerek ilerlerken, ABD’nin askeri müdahalesi gündeme geldiğinde, AKP iktidarı ile yandaşlarının “sorunun kökenlerine inmek gerekir” edebiyatı yapmasının nedeni bu.
ABD, Irak’ta ve Suriye’de yaşanan tüm insanlık trajedilerinin ve bu arada IŞİD’in ortaya çıkmasının asıl sorumlusu tabii ki. Ama bugün gelinen noktada, asıl sorumlunun ABD olduğunu tekrarlayıp durmanın anlamı azaldı. Kürtlere, “ABD’yle ve işbirlikçileriyle işbirliği yapmayın sakın” demenin anlamı da...
İnsanlar katledilir, yüz binlerce insan daha göç etmek zorunda bırakılırken, IŞİD’e karşı gerçekten etkili olabilecek bir şeyler yapmanın yollarını aramak gerekir.
Örneğin, Kobane’deki ve genel olarak Rojava’daki direnişi desteklemek...
Örneğin, AKP iktidarının savaş suçlarını ve genel olarak halklara karşı işlediği suçları daha fazla deşifre etmek...
Örneğin, halkı IŞİD’in gerçek yüzü hakkında daha fazla bilgilendirmek...
Örneğin, sınırların IŞİD’e tümüyle kapatılması için mücadele etmek...
Örneğin, CHP’yi IŞİD’e karşı somut/gerçek adımlar atmaya zorlamak...
Örneğin, AKP-IŞİD ilişkilerinin uluslararası düzeyde daha fazla tartışılmasını sağlamak...
Belki bugün için elimizden daha fazlası gelemeyebilir. Kesin olan, IŞİD söz konusu olduğunda, ABD’ye ve diğer emperyalist güçlere bel bağlanamayacağı! Ne de olsa, emperyalistler, uygun ya da gerekli gördüklerinde, en gerici rejimlerle de kolaylıkla uzlaşabiliyor.
Bir başka deyişle, “nasıl olsa emperyalistler bu sorunu bir şekilde çözecek; genel bir emperyalizm karşıtlığı propagandası dışında herhangi bir şey yapmamıza gerek yok” dememizin maliyeti fazlaca yüksek olabilir.
Geriletilemeyen bir IŞİD’in orta vadedeki hedeflerinden biri de Türkiye’deki faaliyetlerinin kapsamını genişletmek olur. Ve büyük olasılıkla, (iktidarın en azından ilk aşamada pek fazla ses çıkarmayabileceğini hesaba katarak) Kürt illerine öncelik verirler.
Ama tartışmanın spekülasyon kısmını uzatmaya gerek yok. IŞİD ve AKP-IŞİD ilişkileri, bugünkü durumlarıyla da, halklar için fazlasıyla ciddi birer tehdit.
IŞİD’i geriletmenin yolu, AKP iktidarının bu örgütü destekleyemez duruma getirilmesinden geçiyor.