Sanırsınız ki köşke çıktıkları andan itibaren cumhurun başı şöyle dursun saltanat mekanıymışçasına döşemeler yapan kendisi değil. Sanırsınız ki lüks düşkünü değil yoksul halkın kahramanı. Sanırsınız ki “paha biçilmez!” giyimiyle değil halkın sözcüsü olarak yıllardır gündemde. Asıl intifada onunla başlayacakmış, hadi oradan!
28 Şubat döneminden bile daha zor günler geçirmişler. Her zaman mağdur, dost kazığı yemiş ne gam, o her daim mağdur. Bu halk nisyan ile malul ya, o da hep mağdur!
Hayrünisa Gül’ün geçtiğimiz günlerde yaptığı “cesur” çıkışının bana ilk anda hissetirdikleri yukarıda yazdıklarımdır. Hanımefendilerin mağduriyeti bana başka şeyler de hatırlattı. Neler mi? Biraz açayım.
Kadınlar sözkonusu olduğunda en fazla gündeme gelen kavramlardan biri, belki de ilk sıradaki özgürlükler sorunudur. Bu aslında hiç de yeni bir durum değil. Kadın mücadelelerinden bahsedebileceğimiz son iki yüzyıllık yakın tarihte de özgürlük ile beraber anılabilecek mücadele veya tartışma başlıklarının çokça önemli olduğunu söyleyeyibiliriz. İşçi sınıfı hareketi veya ulusal bağımsızlık hareketleri içerisindeki özgün ama genel konumlanış ile uyumlu pozisyonlarını elbette ihmal etmiyorum ama hem burjuva aydınlanması ve feminist hareketin doğuşuna baktığımızda hem de sosyalist aydınlar içerisindeki kadın tartışmalarına baktığımızda tartışılan başlıkların özgürlük kavramına bağlanması için gereken yol oldukça kısa.
Peki bu karşımıza almamız, eleştirmemiz gereken bir durum mu? Çok klasik olacak ama hangi bağlamda tartıştığımıza göre değişir. İki yüzyıldır köprünün altından çok sular aktığını ve kadınları sadece özgürlükler sorunu ile ele aldığımızda kimi bağlamlarda hiç de savunamayacağımız sıkıntılar ortaya çıktığını söylemem lazım. Dünyada Sovyetler Birliği’nin çöktüğü, Türkiye’de 12 Eylül karanlığının yaşandığı yıllara denk gelen kadın tartışmaları zaman zaman sosyalizm karşıtlığının, örgüt düşmanlığının, liberalizmin adresi haline geldi. Bu savrulmaları yaşamayıp sözkonusu tartışmaları sağlıklı bir şekilde sürdürenler ise burada gündem dışı ama iyi ki varlar...
Liberalizm ile malul ve kendinden menkul “kadın özgürlüğü” gündeminin daha sonraki yıllarda nereye varabileceğini hep birlikte gördük. Türban üzerinden yürütülen tartışmaların bir ayağını mağduriyet oluşturuyorsa diğer ayağını da kadınların özgürlüğü oluşturuyordu. Buralardan yola çıkarak bugün gelinen “yaşam tarzına müdahale”cilerin özgürlükçüler ve mağdurlar olması oldukça ironik!
Bu ironiyi o günlerde öngöremeyenlerin dün islamcılarla liberalizm durağında buluşmaları, bugün ise yaya kalmış olmaları başka bir talihsizlik!
Kadın özgürlüğünde ayracımız ne olacak peki? Kadın özgürlüğü olarak önümüze her konanı yemek zorunda mıyız? Burada sanıyorum feminist literatürün kavram setindeki “ataerkil pazarlık” kavramından türetilebilecek yeni pazarlıkları görünür hale getirmek çok önemli. Örneğin “dinci gerici pazarlık”ı ya da “sermayeci pazarlık”ı...
Hayrünisa Hanım’ın çıkışı, benim aklıma bunları getirdi. Bu hanımefendinin özgürlükler sorunuyla, pazarlıklarla ne ilgisi mi var? Çok ilgisi var. On beşinde evlendirilmiş bir kız çocuğunun ilk kapalı cumhurbaşkanı eşi olmaya giden yükselişi, kendi kişisel hayatındaki “türban mücadelesi”, bu “pazarlık”lar dışında neyle açıklanabilir? Başta kapanmayı reddeden Emine Hanım’ın bugün geldiği noktadan son derece memnun bir first lady olması da benzer bir sürecin sonucudur.
Kadınların özgürlüğü, tarihsel, bilimsel, cinsel olarak son derece geri olan hayat tarzları ile ideolojiler ile siyasal çıkışlar ile sağlanamaz. Bu şekilde olsa olsa pazarlık yürütülür. O pazarlık masasına ise kadınlar ancak özgürlüklerinden vazgeçerek oturabilirler.
Hayrünisa Hanım’ın intifadadan kastı ise olsa olsa bu kendi pazar tezgahı için direnmeye çalışmaktır. O tezgahı bir tekmeyle devirecek olanlar ise asıl intifadayı başlatacaklardır...