Amerika’nın son Ortadoğu çıkarmasının başladığı günlerde, Foreign Policy yazarlarından Thomas Ricks, aynı hafta içinde hem Amerika’nın hem de Hizbullah’ın Suriye içinde IŞİD’e vurduğunu haber vererek başladığı analizinde, durumun karışıklığını karısının şu sözleriyle dile getiriyordu: “Her şey çok tuhaflaşmaya başladı. Bu izlediklerimiz bir romanda yazılıyor olsaydı editör, yazarı ‘fazla ileri gitmişsin, inandırıcılığını yitirmişsin’ diye uyarırdı. Bayan Ricks, olup bitenleri gerçeküstü bir roman tadında izleyedursun, sadece bölge ve kafalar değil, Türkiye de karışıyor. Bir yanda tezkere yanlısı AKP ve İP ile diğer yanda Kobani tezkerecisi Kılıçdaroğlu, farklı gerekçelerle de olsa, Türk askerinin Suriye’ye girmesini savunuyor. Altan Tan 46 kişinin ölümünden sonra “Keşke Bahçeli gibi davranabilseydik” derken, Öcalan Kandil’e rağmen “hükümetle diyalog” istiyor. Kobani’den yükselen duman ise olup biteni görmeyi daha da zorlaştırıyor.
Kobani krizinin göz göre göre büyütülen bir kriz olduğundan başlamak gerekiyor. Hava saldırıları ile bölgeye dönen Amerika’nın, IŞİD karşısında kendi başına perişan olan peşmerge güçlerini, içine düştükleri çukurdan hızla çıkarırken, Kobani’deki IŞİD hedeflerine göstermelik saldırılar yapmakla yetindiği, çok geçmeden çıplak gözle dahi görünür hale geldi. Hemen arkasından, IŞİD’e karşı savaşı, sayfalarını modern Kürt kadın savaşçılarının boy boy resimleriyle donatarak tanıtan Amerikan gazeteleri, PYD’ye yardım için şartları sıralamaya başladı. Şartların başında, Esad’la gizli-açık tüm bağların koparılması; Türkiye, Barzani ve ÖSO ile daha yakın işbirliği geliyordu. Şartlar yeni değildi, ancak koşullar yeniydi. Fotoğrafları Amerika’nın ışıltılı gazete ve dergilerinin sayfalarını süsleyen modern Kürt kadın savaşçılarına açıkça “Ya ABD ve AKP’ye biat, ya IŞİD ve ölüm” deniyordu. Kürt kadınları, Amerikan gazete ve dergilerinin sayfalarında, öldükçe, güzelleşiyordu.
Marie Claire’den Kobani’ye
Bayan Ricks, kahvaltısını yaparken, Marie Claire ve Elle dergilerinde Kürt kadın gerilla giysilerinden esinlenerek yapılan kreasyona da göz atma fırsatı buldu mu, o sırada IŞİD Kobani’de ilerliyor ve Salih Müslim Ankara’ya geliyordu. Önce Davutoğlu ile görüşmesinde, Müslim’in önüne daha önce Amerikan gazetelerinin saydığı şartların konduğu yazıldı ve ardından “şartlar meselesi” hem Karayılan hem de Müslim tarafından yalanlandı. Karayılan, Müslim'e Ankara'da Serekaniye-Kobani koridoru sözü verildiğini, ancak tutulmadığını söylerken, koridor sözü karşılığında Ankara’nın şart koşmadığını söyledi ki, gerçekçi görünmediğini not etmek durumundayız. Müslim, Türkiye’nin şart ileri sürmediğini tekrarladı ve ancak, Suriye topraklarında koridor yerine, mühimmat ve silah geçişi için Türkiye’nin topraklarını açmasını istediklerini söyledi. AKP’nin Suriye içinde tampon bölge kurulması, dolayısıyla Türk askerinin Suriye’ye girmesi önerisinin ise, ikinci açıklamasında geri adım atan Hollande dışında kimse tarafından, bu arada HDP’den, Kandil’e ve PYD’ye kadar Kürt hareketi tarafından da kabul görmediğini biliyoruz.
Hangi koridor
Koridor talebi nedir, Karayılan’ın açıklamasında “PYD kontrolündeki bölgede” düşünülecek bir tamponun, gene Türk askerinin Suriye’ye girmesi anlamına gelecek bir seçenek olduğu açık; dahası hâlâ IŞİD besleme peşinde olduğu tüm dünya tarafından kabul edilen AKP’nin kontrolünde bir koridordan kimin silahlandırılacağı sorusu, kendiliğinden gelen cevabıyla birlikte, ortada duruyor. Suriye topraklarında bir koridor söyleminin ne savunulabilir, ne de Amerika bile Suriye ile açık savaşı göze almazken gerçekçi bir yanı var. Müslim’in “revize ettiği” haliyle Türkiye topraklarında koridoru ise, bir başka programa işaret ediyor ve Perşembe günü Milliyet gazetesi, programın bir anlamda uygulamaya konduğu haberini veriyor. Amerika’nın zoruyla olduğunu anlayabiliyoruz ve ikinci noktaya geliyoruz, “koridor”dan mühimmat dışında ne geçiyor; geçen ya da geçecek olan Amerikalı özel savaş uzmanları ile peşmergedir ve PYD’nin yeni yaşam kordonu oluyor.
PYD, Suriye’ye Amerikan müdahalesinin başından bu yana, Esad’a cephe açmamasıyla ön plana çıktı. Savaşın başında Esad, kuzey bölgelerini PYD kontrolüne bıraktı ve diğer cephelere yöneldi; karşılığında PYD, kuzeyi, ılımlısından radikaline “muhaliflerin” doldurmasını engelledi. Amerika da başından bu yana PYD ile ilişki içinde oldu ve önce Esad’la işbirliğini ortadan kaldırmaya, ardından beceremeyince farklı “Kürt birliği” projeleriyle etkisini kırmaya çalıştı; PYD’den zaman zaman gelen “Barzani ile birliğe evet”,” ÖSO ile birliğe evet” açıklamalarına rağmen, imzalanan anlaşmalar hep kağıt üzerinde kaldı. Uluslararası Kriz Grubu’nun Erbil ve Brüksel’de hazırladığı son PYD raporu, “İkarus’un Uçuşu: PYD’nin Sallantılı Yükselişi” başlığını taşıyor.
İkarus’un uçuşu
Yunan mitolojisinin unutulmaz kahramanlarından İkarus’un öyküsünü anımsamak gerekiyor. İkarus, babasıyla birlikte hapsedildiği kuleden, balmumu ve kuleye konan kuşların kanatlarından yaptıkları iki çift kanatla kaçıyor. Babasının, uçarken kendisini uçuşun coşkusuna kaptırarak güneşe fazla yaklaşmamasına yönelik uyarılarını göz ardı eden İkarus, özgürlüğün verdiği coşkuyla yükselip güneşe fazla yaklaşınca balmumu eriyor ve İkarus da Ege Denizi’ne düşerek hayatını kaybediyor.
Pek hazin bir öykü ve Uluslararası Kriz Grubu uzmanları, modern İkarus PYD’yi anlatmaya koyuluyor. Grubun birinci saptaması, PYD’nin son yıllarda, ve özellikle IŞİD’e karşı mücadele verdiği son aylarda Barzani’ye karşı da, büyük bir yükselişte olduğu, ancak bunun özgücünden değil, bölgesel aktörlerin desteğinden kaynaklandığına yönelik. Elbette, başta “rejim” geliyor ve rapor, Esad’ın PYD’ye hem kuzey topraklarını bıraktığını, ama bununla da yetinmeyerek maddi, ve birkaç örnekte, Rasulayn’da ve Yerubiye’de, askeri destekte bulunduğunu vurguluyor. Varılan sonucu buraya olduğu gibi almakta yarar bulunuyor: “state resources without which the Rojava Project would wither”, “Suriye devletinin kaynakları ve desteği olmasa, Rojava Projesi ölüme yazgılıdır.” Kriz Grubu raporunda Esad, PYD’nin hem gücü, hem de güneşi ve günahıdır.
‘İlla Barzani ile’
Ancak elbette, PYD’nin günahları bununla sınırlı değil. Modern İkarus’un ikinci önemli günahı Barzanileştirilmeye inatla direniyor olmasından ileri geliyor. Kuşkusuz bu, rapordaki formülasyon değil ve ben ekliyorum. Raporda ise, özetlediğimizde, şöyle deniyor: “PYD ve 2011’de PYD’nin etkisini dengelemek üzere Barzani himayesinde diğer küçük Suriyeli Kürt partilerinin de katılımıyla oluşturulan KUK (Kürt Ulusal Konseyi); Suriyeli Kürtler’in geleceğini belirleme konusunda rekabete girdi. KUK’un, hem ordusu, hem de Esad’ın da desteğiyle yönetebilme kabiliyeti bulunan PYD karşısında pek şansı olmadı.” Devam ediyor, “2012’de Barzani, Erbil deklarasyonuyla politik bir atak denedi. KUK ile PYD’yi, eşit üye sayısı ile aynı çatı altında toplayan KYK (Kürt Yüksek Konseyi) ilan edildi. Amerika’nın ısrarıyla imzalanan anlaşmaya göre, Kürt topraklarını PYD ile peşmerge birlikte koruyacaktı. Ancak deklarasyon, başından ölü doğdu. PYD diğerlerinin, kendi kurumlarına katılımına itiraz etmedi, ancak kendi ideolojik çerçevesi içinde hareket edilmesini şart koştu. KUK, PYD’nin gücünün yarısını teslim etmesini beklerken, PYD Barzani liderliği altında peşmergenin bölgeye girmesine izin vermedi; üstüne “tek bir savaşçı girerse savaşacağını” açıkladı ve KUK savaşçılarının YPG liderliği altına girmesini dayattı.” PYD “uslanmadı”.
KYK, PYD’nin etkisini kırmak için yola çıktı ve sonuçta PYD’yi güçlendirdi. Barzani’nin girmesine izin verilmeyince, Kürt partileri bölgede var olmanın tek yolunun PYD’den geçtiğini görmüş oldu ve ikisi PYD ile işbirliği saflarına katıldı.
Emperyalizmin koridorları
Şimdi, Kobani’de, Amerika’nın Kürt Birliği dediği, ve bizlerin “Kürtler’in Barzanileştirilmesi” ya da “koşulsuz Amerikancılaştırılması” diyebileceğimiz projeyi bir kez daha hayata geçirme yollarının aranışını izliyoruz. Savaşın başlangıcından bu yana, her söyleminde Esad’a karşı olduklarını dile getirirken, bölgede “Esad karşıtlığının gereklerini” yapmamakta direnen Salih Müslim, geçtiğimiz hafta içinde de açıkça Esad’a karşı AKP’nin ya da Amerika’nın askerliğini yapmayı kabul etmeyeceklerini açıkladı. Ancak politikanın güç işi olduğunu hiç unutmamak gerekiyor; proje ortadadır ve PYD mahkum bırakılıyor. Mahkum bırakılmış olması ise, bölge aktörleri açısından sonucu değiştirmiyor. Emperyalizmin “koridorlarını” kabul edilebilir kılmıyor.
Amerika, Kürt kadınlarını “kırdırarak” dergilerine alma peşinde; zorla Barzanileşmelerini ya da zorla uslanmalarını amaçladığı artık ortada. Önce, Esad’ın eritmediği balmumunun IŞİD ateşiyle erimesini beklediler, ve Kobani’ye geç müdahale budur.
Kandil tasfiyesi arayışı
Peki, Bayan Ricks ile birlikte herkesi afallatan karışık durumun Türkiye ayağında neler oluyor, uzun zaman Davutoğlu’nun basın sözcülüğü görevini üstlenmiş izlenimi veren Aslı Aydıntaşbaş’tan alıyoruz haberi, “Salih Müslim’le Kobani pazarlığı” başlıklı yazısında Aydıntaşbaş, söyleyiveriyor: “PYD’den Kandil’den ziyade İmralı’dan gelen mesajlara daha dikkatli kulak kabartması isteniyor”. Ardından açıklamalar sökün ediyor; Abdülkadir Selvi, “Türkiye’deki Kobani eylemlerinden HDP değil, Kandil sorumludur ve Kandil bu hareketiyle Öcalan’ın misyonuna darbe yapmaya çalışıyor,” diyor ve birkaç gün sonra ekliyor, “Öcalan sorumluluk sahibi” ve “ durumu yeniden tartışılmalı”. Salih Müslim, Ankara’daki görüşmesinin ardından hükümetin oyalama taktiği izlediğini ve Dışişlerine “ulaşamadığını” söylerken, Öcalan’la telefon görüşmeleri ve “sokaktakilere sükunet” çağrıları yapıyor; Kandil HDP’yi “meşru eylemleri kurban etmekle” suçlarken Öcalan HDP’ye “hükümetle görüşün” diyor.
“Çözülüş” süreci
Bu yazıya Erbil-Brüksel raporunu aldım, ancak başka yazılarımda Amerikan raporlarına konu olan, elbette kendi gözlerinden, soldan ve hatta Kemalizm’den kopamamakla suçladığı Kandil ekibine karşı rahatsızlığı, “çözüm süreci” ile Sakine Cansız cinayeti arasındaki muhtemel bağlantıları ayrıntılarıyla aktarmıştım. Uzatmamak için, buraya almıyorum, internette bulunabiliyor.
Vardığımız nokta şudur; Türk-Kürt kimsenin sevinebileceği bir durum olmadığını açıkça söylemek gerekiyor. Çözüm süreci denilen, hem Türkiye’deki Kürt hareketinin, hem de Türkiye’nin “çözülüş sürecidir”. Kürtlerden istenen Kandil ekibini kurban ederek Barzanileşmek ve Türklerden istenen Diyarbakır’ın de facto Amerikan yönetimine verilmesidir, yol katettiklerini kabul etmek gerekiyor. Ve şimdi kuşatma, ilk kez güçlü olarak, PYD’yi de içine almış durumdadır. Sosyalistlerin, Kürt hareketinin, ister zorunlulukla, ister hesapla, AKP ve ABD’ye bağlanması sürecine “hoşgörü” ya da “anlayış” göstermesi düşünülemez; şimdi PYD’yi de kuşatan ve daha geniş bir anlam kazanan “süreç”, Ortadoğu halklarının yanı sıra, Türk ve Kürt halkına çekilmiş silahtır ve iki halkı şimdiye dek görülmemiş boyutlarda bir düşmanlığa doğru sürüklemektedir. Daha kötüsü, böylesi bir düşmanlığın nesnel koşullarını oluşturmaktadır.