Tayip Erdoğan 8 Aralık 2014 tarihinde gerçekleştirilen Din Şurası vesilesi ile dedi ki:
“...Başta Türkiye olmak üzere bazı İslam ülkeleri, Batılılaşma süreçleri içinde birçok şeyi taklit ettikleri gibi ne yazık ki kilise ile devlet, kilise ve bilim arasındaki tartışmaları da taklit ettiler. Batı'da Hristiyanlıktan oluşan boşluğa örneğin yurttaşlık dini ikame edilirken Türkiye gibi Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde de benzer bazı denemelere girişildi. Hristiyanlık tartışmalarında din bir afyon olarak tanımlanırken, aynı tavır ülkemize ya da başka İslam ülkelerine bir taklit olarak yerleştirilmek, ikame edilmek istendi….”
Ve devam etti:
“… Bunlar bilinçli ya da bilinçsiz, yurttaşlık dini benzeri dinler inşa ederek, İslam'ın karşısına kendi yapay dinlerini koymanın çabası içinde olduklarını bilmiyorlar ya da bilmek istemiyorlar….”
Ne derler: dil ağrıyan dişe gidermiş!
Tayyip Erdoğan’ın dilini değdirdiği bu ağrılı diş adına kentsel dönüşüm adını verdikleri şeyin de özeti: yurttaşların haklarının olmaması ancak yükümlülüklerinin misli ile arttırılması…
2005’te yürürlüğe giren 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun (Tarlabaşı, Sulukule, Emek Sineması) 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73'üncü maddesinin 2010 Haziranında yapılan değişiklikle ortaya çıkan yeni hali (Fikirtepe Kentsel Dönüşüm adı verilen garabetin ilk dönemki dayanağı); 2010 Eylül'ünde Anayasa’da özellikle yerindelik denetimi, planlamaya ilişkin düzenlemenin “esnekleştirilmesi” ve özellikle idari yargıçların başının üstüne demoklesin kılıcının yerleştirilmesine ilişkin düzenleme ve en nihayetinde 2012 yılında yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet Riskli Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun'da esas fikir aynıdır: kuralsızlaştırma…
Türkiye kapitalizmi mevcut tek parti devleti eli ile neoliberalizmin hukuku, özellikle piyasalaştırmanın önüne engel olabilecek hukuku kuralsızlaştırmayı tahayyül edilebilecek en uç noktaya taşımaktadır.
Zor kullanma tekelinin cisimleşmiş hali olan bu devasa aygıt (devlet) kentsel ve doğal varlıklarımızın yağmalanması için hukuku içinden çıkılması olanaksız bir labirent haline getirmektedir.
Yetmez, sermaye lehine istisna yaratmak için tasarlanmış olan bu aygıtı temsil eden görevlilerin yahut bu aygıtın lehine işlem yapmak için tasarlandığı bizzat sermayenin üzerine hiç bir yük düşmemelidir. Hiç bir yükümlülük öngörülmeyen bu devasa para makinasına tanınan yetki, takdir hakkı (!) sınırsıza yakındır.
Kuralsızlaştırma esastır. Yurttaşın kağıt üzerinde dahi olsa elde ettiği nerede ise tüm haklar ucu bucağı belirsizleştirilmiş gerekçelerle yurttaşın elinden alınır. Hakkın istisnası sınırsız değilse bile sınırsıza yakınsamıştır.
Örneğin, bütün düzenin meşruiyetini dayandırdığı mülkiyet hakkı dahi ikiye ayrılmaktadır:yoksulun mülkiyet hakkı ve zenginin yahut siyasi patronaja dahil olanın mülkiyet hakkı…
Yürürlükteki hukuk düzenin kendini meşruiyetini dayandırdığı en önemli hak mülkiyet(!) dahi bu haldeyken kentsel ve doğal müştereklerimizin hukuki durumunu varın siz düşünün …
2014 Türkiyesi’nde devlet yurttaşı yurttaşlıktan kaynaklanan tüm haklarından uzaklaştırarak ücretli/müşteri köle haline getirmektedir.
Kentsel dönüşüm ise bunun kent mekanında görünümünden ibarettir.
2014’ten 2015’e geçerken esas olarak TMMOB ile ilgili düzenlemeler ile gündeme gelen yeni “Torba Yasa” tasarısının sıradan yurttaşlar için mülkiyet hakkının altını iyiden iyiye boşaltan, kent mekanındaki taşınmazların piyasalaştırılmasının en üst boyuta taşınması sonucunda bir “borsa” kurulmasını öngören ve kamu idaresinin planlama yetkisinin hangi zorunluluğa dayandığını görmezden gelen “imar hakkı” düzenlemesi önemlidir.
Sadece 1960 Anayasacılığı yahut 1923’te kurulan Cumhuriyet ile ilgili değil 1908 2. Meşrutiyet düzeyindeki bir “yurttaşlık” dahi Erdoğan’a rahatsızlık vermektedir.
1908’de her dinden, her dilden halklarımızın yükselttiği o belgi dışında ne denebilir?
Hürriyet, musavvat, uhuvvet, adalet…