Kitlelerin siyaseti kendilerinden uzakta, çok güçlü, çok paralı, akıl ermez saiklerle hareket eden insanların yahut çıkar çevrelerinin iştigal ettiği bir bahis olarak algılamasının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin başına gelebilecek en büyük felaket olduğuna hiç kuşku yok.
Sıradan yurttaşların, emekçi halkın taleplerini “yüksek siyaset” sahnesinde de talep etmesi bugün dünden hem daha olası hem de zorunlu…
Tüm toplumsal taleplerin devlet katında, siyasette de dolayımsız bir biçimde siyasetinin kurulmadığı bir halden kısmen dahi hayır çıkmayacaktır.
Doğrudur, emeği ile geçinen yurttaşların hak mücadelelerini neo liberalizmin meşruiyet kaynağı temsili demokrasi mekanizmalarını aşarak devlet katında siyasette bir –kenar süsü değil- esas mesele haline getirmeleri bizim için esastır.
Meşruiyetin düzenin meşrebinde değil kendi sözümüz ve eylemimizde kurulması önümüzü açacak biricik yöntem, tek olanaktır.
Kitlelerin söz, yetki ve karar hakkını (dolayısı ile iktidar perspektifini) talep etmenin ötesinde, fiili ve meşru olarak kullanan bir mücadele perspektifi Diyarbakır kadar İstanbul için de bir zorunluluktur.
Haziran Günleri’nin kitlesel, militan ve meşruiyeti yalnızca kendi fikrinde, eyleminde kurma özelliği önemlidir deyip geçmemeli, bu kabına sığmaz toplumsal kıpırtıların mayalanarak derinleşebileceği mecralar açmalıyız.
Uzun sözün kısası, her gün her yerde siyaset zorunludur ve temsili demokrasi mekanizmalarına hapsolmamak, gerektiğinde elinin tersi ile itebilmek umarız çok yakın bir geleceğin gündemi olur.
Ancak bugün birbirimize karşı samimi olmalı ve özellikle 2015 seçimleri öncesinde temsili demokrasi mekanizmalarını elimizin tersi ile itebilecek bir zemine, toplumsal yığınağa sahip olmadığımızı açık yüreklilikle -en azından dostlarımızla konuşurken- kabul etmeliyiz.
Tayyip Erdoğan’ın şahsında ifadesini bulan “Yeni Türkiye” iddiası, AKP hegemonyası açısından 2015 seçimlerinin ne denli önemli olduğu açık.
Temsili demokrasi mekanizmalarına sığmayan, onu her gün yerde zorlayan, aşan bir mücadele esastır.
Uzun sözün kısası, diktatörlüğe karşı her gün her yerde direnebilmek için karşımıza çıkan her bir soruya yanıt vermeye cesaret edebilmeliyiz.
2015 genel seçimlerinde de -tüm risklerine karşın- sorumluluk almaksızın “boykot” türevi tutumlar vaaz edilmesi devrimci siyaset açısından kabul edilebilir bir tutum olabilir mi?