Hani üç çocuk yapacaktık?
Toplumun her kesimini derinden etkileyen ve yoğun bir biçimde hissetmeye başladığımız iktisadi kriz ortamında çoğu yurttaşımız çocuk yapıp yapmama kararını yeniden gözden geçirecektir.
Bilindiği gibi yurdumuz 2017 referandumuyla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018’den itibaren uygulanmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile yönetilmektedir. Türkiye’yi “uçuracağı” iddia edilen bu sistemle Türkiye ekonomisi sürekli kriz ortamında savrulmaktadır. Artan hayat pahalılığı ve işsizlik, gittikçe daha da bozulan gelir dağılımı ve hızlanan yoksulluk, bölgeler arası artan eşitsizlikler toplumun geniş kesimine yaşamı dar etmektedir. Bütün bunlara bir de Haziran 2023 sonrası uygulanmaya başlanan enflasyonu düşürme politikaları eklenince emekçiler, halkımız nefes alamaz hale getirildi. 2018 sonrası dönem uygulamalarından, gelişmelerinden -yoğun “üç çocuk çağrılarına” karşılık- en fazla olumsuz yönde etkilenen bir diğer gösterge de kadın doğurganlık oranları oldu: 2018’de 2 çocuk olan toplam doğurganlık hızı[1] 2023’te 1,51 çocuğa düştü.[2] Anlayacağınız doğurganlık hızı; “bir ülkede nüfusun azalma eğilimine girme eşiği olarak tanımlanan yenilenme düzeyinin”, ki bu oran 2,1 olarak kabul edilmektedir, oldukça altına indi.
2001 sonrası doğurganlık hızı sürekli azalmaktadır:
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan “2023 Doğum İstatistikleri” verilerine göre 2001’den beri doğurganlık hızında bir artış olmamıştır. İzleyen grafik 2001-2023 arası dönemde doğurganlık oranının (toplam doğurganlık hızı) gelişimini göstermektedir.
Kaynak: TÜİK verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.
Grafikten de görüldüğü gibi doğurganlık oranı 2001’den itibaren hiç artmamıştır. Her ne kadar doğurganlık oranının yenilenme düzeyinin üzerinde seyrettiği yıllar ve dönemler olmuşsa da, doğurganlık oranı 2014 sonrası dönemde sürekli azalmış; 2017’den başlayarak yenilenme düzeyinin altına düşmüştür. Doğurganlık oranlarındaki bu sürekli azalışın hem iktisadi hem de sosyolojik nedenleri vardır. İktisadi nedenlerin, örneğin iktisadi krizlerin, etkileri dönemsellik gösterirken sosyolojik nedenlerin etkileri kalıcı olmaktadır.
Kapitalizmin 1980 sonrası neoliberalizm aşaması ile sömürünün sadece işgücü ile sınırlı kalmadığını, doğal kaynaklar üzerinden de yoğun bir sömürü olduğunu biliyoruz. Bu nedenle bizim gibi yeni dönemde merkez ekonomilerin “ırgatlığına” soyunan birçok Asya ülkesinde olduğu gibi kırsal kesim, köyler boşaltıldı; bu ülkelerde yoğun bir demografik geçiş yaşandı ve bu geçiş halen devam etmektedir. Kent yaşamı ile birlikte artan geçinme sıkıntısı ve bunun beraberinde getirdiği kadının çalışma zorunluluğu, beceri ve eğitim eksikliği nedeniyle iş bulma koşullarının zorlaşması, geleceği görememe gibi nedenler çocuk sahibi olma kararlarında etkili olmaya başladı. Nasıl olmasın ki? İktisadi sorunlar nedeniyle geleceğe güvenle bakamayan, işsiz ve güçsüz, üstelik hiçbir sosyal güvencesi olmayan insan, ya çocuk sahibi olmaktan vazgeçer veya bu kararını erteleyebilir. Üst üste gelen iktisadi krizler de bu işin tuzu biberi olmuştur ve olmaya devam edecektir. Grafikten de görüldüğü gibi 2001 krizi ile birlikte doğurganlık hızında çok ciddi düşüş yaşanmıştır. Benzer biçimde Türkiye ekonomisinin bir türlü kriz ortamından çıkamadığı 2018 sonrası dönemde de bu düşüşler daha belirgin ve kalıcı hale gelmiştir.
Doğaldır ki doğurganlık düşüşünü sadece iktisadi nedenlere, krizlere bağlamak çok doğru bir yaklaşım değildir. Bunun toplumsal ve sosyal nedenleri de vardır. Artan kent yaşamı ile birlikte artan “eğitim”, “bilgi ve görgü” düzeyi ile karşılaşılan iktisadi zorluklar, iktisadi belirsizlik ortamı aileleri çocuk sahibi olma konusunda düşünmeye ve hatta tek çocuk sahibi olma yönünde kararlar almaya zorlamaktadır. Dönemsel olarak etkisini gördüğümüz seçimler gibi siyasal olaylar; başta deprem olmak üzere sel gibi doğal afetler de çocuk sahibi olma kararlarında son derece etkili olmaktadır. Zaten öyle olmasaydı; doğurganlık oranlarının yüksek olduğu başta Şanlıurfa olmak üzere Şırnak ve Mardin gibi illerde de önemli düşüşler yaşanmazdı.
Doğurganlık hızında Şanlıurfa en başta iken Bartın en sonda yer almaktadır:
İzleyen iki grafik 2023 verilerine göre doğurganlık hızı Türkiye ortalamasının üstünde (ilk grafik) ve altında kalan illerdeki (ikinci grafik) doğurganlık hızını göstermektedir.
Kaynak: TÜİK verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.
Kaynak: TÜİK verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.
Grafiklerden de görüldüğü gibi doğurganlık hızının en yüksek olduğu ilk üç il Güneydoğu Anadolu bölgesi illeri (Şanlıurfa (3,27), Şırnak (2,72) ve Mardin (2,40)) olurken doğurganlık hızının en düşük olduğu iller Bartın (1,13), Zonguldak, Karabük (1,14) ve Kütahya (1,16) olmuştur. İzleyen grafikte görüldüğü gibi 2023’te Türkiye ortalamasına göre oldukça yüksek doğurganlık hızına sahip Güneydoğu Anadolu bölgesi illerinde bile son yıllarda ciddi düşüşler vardır.
Kaynak: TÜİK verileri kullanılarak yazar tarafından üretilmiştir.
Bu gidişle doğurganlık oranları daha düşecektir:
Toplumun her kesimini derinden etkileyen ve yoğun bir biçimde hissetmeye başladığımız iktisadi kriz ortamında çoğu yurttaşımız çocuk yapıp yapmama kararını yeniden gözden geçirecektir. Krizin ikinci aşamasına geçilmesiyle, enflasyonu düşürmenin maliyeti de giderek daha fazla oranda emekçilere, yoksullara ödetilecektir. Bakın ne kadar artırırlarsa artırsınlar politika faiz artışları ile enflasyonla mücadelede bir arpa boyu yol bile alamadılar. Çünkü tüketim harcamalarını planladıkları oranlarda düşüremediler. Yani ekonomiyi “yeterince” soğutamadılar! Ekonomiyi “yeterince” soğutabilmek için sıra yatırım harcamalarını azaltmaya gelecek. Başka türlü büyüme hızını yüzde 3’lerin altına çekmeleri mümkün olamayacaktır. Yatırımlar azalır, büyüme oranı da yüzde 3’ün altına düşerse bu beraberinde, umarım olmaz, işyeri kapanmalarını ve işten çıkarmaları getirecek ve dolayısıyla da işsizliğin yeniden yüzde 10’un üzerine çıkmasına neden olacaktır. Böyle bir ortamda kimse çocuk yapmayı aklından bile geçir(e)meyecektir. Oysa sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme için nüfus artışı ile desteklenen işgücü arzı artışı ile verimlilik artışını tetikleyecek teknolojik yatırımlara ve teknolojik gelişmelere gereksinim duyduğumuz gerçeği gün gibi ortadadır. İşte bu durumda göçmenleri imdada çağırmak, yeni ırgatlara ülkemizde yaşama izni ve kolaylığı vermek sorunun çözümüne katkı sağlamıyor, sağlayamayacak. Ama “devleti şirket gibi yönetmek” arzusu yerine, gerçek bir sosyal devleti inşa etmek, bu konuda atılacak en önemli adım olarak karşımızda durmaktadır.
[1] Toplam doğurganlık hızı, bir kadının doğurgan olduğu düşünülen 15-49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade etmektedir.
[2] Daha fazla bilgi için bkz. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Dogum-Istatistikleri-2023-53708.