“Demokrasi nöbetleri”ne katılımın artması ya da en azından azalmaması için yapılan tüm çağrılara, devlet kurumlarındaki ve belediyelerdeki baskılara, ücretsiz ulaşım hizmetlerine ve kumanya dağıtımlarına rağmen, Saray/AKP rejimini desteklemek için sokağa çıkanların sayısı, özellikle de Gezi Direnişi döneminde engellemelere ve polis şiddetine rağmen sokağa çıkanların sayısıyla karşılaştırıldığında, bir hayli düşük kaldı.
CHP’nin düzenlediği, bu partinin yönetiminin aksi yöndeki çabalarına rağmen rejim karşıtlığının damga vurduğu ve yaklaşık 200 bin kişinin katıldığı 24 Temmuz Taksim mitingi ise, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki en kitlesel eylem oldu. Üstelik, bu mitingde bombaların patlayabileceği endişesi katılımı bir hayli azaltmıştı...
Dolayısıyla, siyasal hedefler doğrultusunda harekete geçme potansiyeli bulunan kitleler göz önünde bulundurulduğunda, Saray/AKP rejiminin toplumsal tabanının o kadar da güçlü olmadığı görüldü.
Ne var ki, bu durum, Tayyip Erdoğan’ın, Taksim’de toplananları bile kendi çıkarları doğrultusunda kullanmasına engel olamadı. Çünkü, CHP yönetimini temsil eden Kılıçdaroğlu, “uzlaşma kültürü”nü savunma bahanesiyle ve karşı taraftan elle tutulur hiçbir uzlaşma adımının gelmemiş olmasına rağmen, kendi deyimiyle “Kaçak Saray”da yine kendi deyimiyle “diktatör bozuntusu”nun huzuruna çıkmayı kabul etti ve Erdoğan’ın şu dönemde ihtiyaç duyduğu “millî mutabakat” görüntüsünün oluşmasına katkıda bulundu.
CHP yönetimi, toplumsal muhalefetin temsilciliğini üstlenmeye çalışmıyor. Hem toplumsal muhalefeti hem de partinin tabanını, kaotik dönemlerde “istikrar” isteyen sermaye sahiplerine hizmet etmesini mümkün kılan kozlar olarak görüyor. 7 Haziran seçimleri sonrasında sadece muhalefeti oyalamak için başvurulan “istikşafi görüşmeler” sırasında olduğu gibi... Ve Saray/AKP rejiminin ülkeyi soktuğu yolda, “istikrar”, her seferinde daha da geri bir noktada sağlanıyor.
HDP de mitingler düzenliyor. CHP’nin mitingine katılıp bu mitinglere katılmayanları eleştirenler var. Sorun şu ki, Kürt sorununu başa koyan HDP, 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana, müzakerelerin yeniden başlaması durumunda Saray/AKP rejimi karşıtlığından vazgeçebileceği yönünde işaretler veriyor. “Saraya biz niye davet edilmedik?” diye soruluyor, “darbe mekaniği” analizleri yapılıyor. Bu nedenle, Tayyip Erdoğan’ın darbe girişimini kendi iktidarını güçlendirmek için kullanmasından rahatsız olanlara güven verilemiyor.
Bu arada, yolsuzluklar, cihatçı örgütlere sağlanan destekler, ülkenin yakın geçmişine damga vuran aydınlatılmamış katliamlar vb. gündemden düşerken, OHAL aracılığıyla fiilî bir başkanlık, daha doğrusu dikta düzenine geçiş zorlanıyor.
Bazı aydınlar ve köşe yazarları, Tayyip Erdoğan ile AKP yöneticilerini uyarmaya çalışıyor ve (biraz umutsuzca) demokratikleşme çağrıları yapıyor.
“Topçu Kışlası’nı yapacağız” diyen Erdoğan’ın bu çağrıları ne kadar ciddiye alacağı bir yana, halkın siyasal mücadelesine dayanmayan “demokratikleşme” adımları, tıpkı daha önce “yetmez ama evet” denerek desteklenen “demokratikleşme paketi” gibi, mevcut rejime hizmet edecektir. Ne de olsa, Saray ve AKP, olası bir paketin içeriğini büyük ölçüde, ne şekilde uygulanacağını ise neredeyse tümüyle belirleme olanağına sahip. “Uzlaşmacı görünme” adına attıkları en önemli adımın “küçük ölçekli bir anayasa değişikliği” için çalışma önerisi getirmek olması boşuna değil.
Kimileri, devletin içindeki bazı güçlerin (özellikle Kemalistlerin) hâlâ bir şeyler yapabileceğine ve/veya halkı siyasal mücadelenin öznesi hâline getirmeden de onlarla birlikte bir şeylerin yapılabileceğine inanıyor... Bugünkü güçler dengesi göz önünde bulundurulduğunda, Saray/AKP rejiminin bir tür darbeyle yıkılmasının tek bir sonucu olabilir: İktidara gelenlerin, kurmak zorunda kalacakları ittifaklar ve sermaye sahipleri ile emperyalistlere vermek zorunda kalacakları tavizler nedeniyle halktan hızla uzaklaşarak kendi sonlarını hazırlaması.
Halkı siyasal mücadelenin öznesi hâline getirebilmek içinse, soyut bir demokrasi hedefinin ötesine geçen, Saray/AKP rejiminin karşısına eşitliği, özgürlüğü, kardeşliği ve laikliği savunarak çıkan, iktidar alternatifi yaratmaya aday olan, şeffaf ve katılımcı bir mücadele platformuna ihtiyaç var.
Birleşik Haziran Hareketi, şu anda, bu doğrultuda atılmış olan en ileri adım. Çok daha iyisi, çok daha ilerisi için arayışlar, hem bu hareketin içinde hem de dışında sürecektir ve sürmeli elbette. Yeter ki, daha kolay ya da kestirme yollar aramaya çalışırken gerisine düşülmesin...