Sümeyye Erdoğan’a suikast girişimi iddiası, pek doğal olarak, faşizmin “büyük yalanlar”ını getirdi akla. Hani şu, “hiç kimse gerçekleri bu kadar rezilce çarpıtacak kadar alçalamaz” türü düşünceler de uyandırarak, ama asıl önemlisi eldeki güce yaslanarak ve sürekli tekrarlanarak inanılmaları sağlanan yalanları...
Suikast girişimi yalanının içine bir CHP milletvekilinin de katılması, Reichstag Yangınını getirdi akla. Hani şu, Hitler’in “komünistler darbe hazırlığında” yalanına başvurarak başta komünistler olmak üzere çok sayıda muhalifini hapse attırmasına vesile olan yangını...
“İç güvenlik paketi”nin meclise getirildiği, AKP’nin 7 Haziran seçimlerini kazanamamaktan korkarak sıkıyönetim ilan etme olasılığının da akla gelebildiği bir dönemde başka türlüsü olamazdı elbette.
Ne var ki, Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin büyük yalanlara başvurma politikasıyla ilgili temel bir sorun var: Halkın direnişiyle karşılaşıyorlar.
İnsanlar, Gezi Direnişi döneminde olduğu gibi sürekli olarak sokakta değil belki. Ama direniş ruhu sürekliliğini koruyor. Ve tam da bu nedenle, söz konusu yalanları sürekli olarak tekrarlaması gerekenler bunu yapamıyor!
Örneğin, diğer yandaş gazetelerdeki köşe yazarları bir yana, yalanı ortaya atan gazetelerdeki köşe yazarları bile, birkaç istisna dışında, Sümeyye Erdoğan’a suikast girişimi yalanını savunamadı. Ne de olsa, henüz Kabataş yalanının yaralarını bile sarabilmiş değiller...
Havuz medyası dışındaki büyük medya kuruluşlarına bağlı gazeteler ve televizyon kanalları, onca baskıya rağmen, bir türlü Tayyip Erdoğan’ın istediği çizgiye sokulamıyor. Çünkü halkın süreklileşmiş baskısıyla karşı karşıyalar. İktidar yalakalığında sınır tanımamak, tiraj ve rating kaybettiriyor. Havuz medyasının tirajları ve ratingleri olduklarından çok yüksek gösterilebiliyor, ama para karşılığında propaganda yapan “Ak troller”in tüm çabalarına rağmen, yandaş yazarlar sosyal medyada alay konusu olmanın çok ötesine geçemiyor. Acun Ilıcalı gibi bir iktidar yalakası bile, halkın tepkisinden çekinerek, bir başka iktidar yalakasını programından çıkarmak zorunda kalabiliyor.
Kuşkusuz, bu durum, Tayyip Erdoğan’ın daha da delice şeyler yapmaya/yaptırmaya kalkışması riskini artırıyor.
Ama delice girişimlerin direnişi şiddetlendireceği de açık.
Örneğin, “iç güvenlik paketi”, başka koşullar altında, sadece düzenin en kararlı muhaliflerini ilgilendiren bir paket olarak görülebilir, halkın gündemine pek fazla girmeyebilirdi. Bugünse, MHP’yi bile pakete karşı çıkmak zorunda bırakan bir halk tepkisiyle karşılaştı. Ayrıca, paketin mecliste kabul edilmesi, istendiği şekilde uygulanabileceği anlamına gelmiyor. Önümüzdeki dönemde, meşru bulunmayan uygulamalar nedeniyle halkın sokağa dökülmesi olasılığı yüksek.
Düzenin geçmişte az çok “olağan” sayılan suçları da, ciddi toplumsal tepkiler yaratabiliyor. Direnen halk, erkek şiddetine de daha güçlü tepkiler veriyor, iş cinayetlerine de, çevre katliamlarına da, iktidarın haksız uygulamalarına da. Ayrıca, her tür gelişmeyi (henüz önüne hazır “analiz”ler koyulmadan) tartışan, sorgulayan, iktidarın yalanlarını deşifre eden ve yeri geldiğinde mizahıyla bile boşa çıkarabilen hayli geniş bir kesim var. Bir başka deyişle, direniş, halkın kendi kendisini eğitmesini de sağlıyor.
Peki ama, AKP’ye oy vermeye devam edecek olan çok büyük bir kitle yok mu?
Var elbette... Ama yapılan şeylerin haklılığına duyulan inanç açısından, üstünlük, direnenlerin elinde.
7 Haziran seçimleri öncesinde, AKP seçmenleri, büyük olasılıkla, önceki seçimlere göre daha büyük bir baskıyla karşılaşacak. Tanıdıkları insanlardan, “bari bu seçimlerde oyunu AKP’ye verme” çağrılarını daha fazla alacaklar.
Gerçekten de, önümüzdeki genel seçimlerin en önemli sonucu, AKP’nin oy oranı olacak. Bu partinin oy oranındaki ciddi bir gerileme, direnenlerin mücadele azmini güçlendirir ve önümüzdeki dönemde halkın önüne daha ileri siyasal hedeflerin koyulmasını kolaylaştırır. Tersi, az ya da çok, moral bozucu olur.
Sosyalist solun gündemindeki ittifak tartışmalarına da bu açıdan bakmakta yarar var.
Örneğin, Birleşik Haziran Hareketi üyesi bazı arkadaşlarımızın önerdiği CHP-Birleşik Haziran Hareketi-HDP ittifakı, bence de, AKP iktidarından kurtuluş yolunu açabilir. Böylesi bir ittifak, katılımcılarından hiçbirinin bağımsızlığının sorgulanmasına yol açmaz; tek derdin ülkeyi AKP karanlığından kurtarmak olduğu herkesçe kolaylıkla anlaşılabilir. Ne var ki, bugünkü koşullarda, CHP ve HDP yönetimlerinin böylesi bir ittifakı kabul etmesi olasılığı yok görünüyor.
Birleşik Haziran Hareketi’nin tek başına CHP’yle ya da HDP’yle merkezî bir ittifak kurması ise, kanımca, ne CHP’ye anlamlı bir oy desteği kazandırabilir ne de HDP’ye. Dahası, CHP’nin ya da HDP’nin bazı politikalarını ve sağcı adaylarını destekleme konumuna düşmek, hem Birleşik Haziran Hareketi’ni hem de dolaylı olarak bu partileri yıpratacak tartışmalara yol açabilir.
Buna karşın, bazı seçim bölgelerinde (Gezi ruhunu da temsil eden) bağımsız adaylar göstererek normalde sandığa gitmeyebilecek olan seçmenlerden de oy alan, kendi ilkeleri temelinde bazı seçim bölgelerinde CHP’yle, bazılarında HDP’yle, bazılarında başka güçlerle ittifak kuran bir Birleşik Haziran Hareketi, hem AKP’nin oylarının geriletilmesi mücadelesine katkıda bulunabilir, hem kendi bağımsızlığını koruyabilir, hem de bu arada CHP’nin ve HDP’nin oylarının artmasına katkıda bulunabilir.
Kısacası, bana kalırsa, Birleşik Haziran Hareketi, kendisini direnen halkla ne kadar özdeşleştirebilirse o kadar iyi! Elbette, yine direnen halkla birlikte daha ileri adımların yolunu açabilmek için...