Bugünkü iktidar, malum, 2001 ekonomik krizinin üzerine geldi. Ecevitgiller, koalisyonlar Dervişli denemeler, Dervişli yanılmalar vb. oldu bitti… oyların % 34.28’iyle Meclis’teki sandalyelerin % 72’sini elde edebildiği, o barajlı muhteşem seçim ve demokrasi sistemiyle gerekli gücü elde etti… üzerine, Siirt’te bağımsız adayı postalayarak çevrilen hile hurda derken, geldiler, yerleştiler ve genelde bugüne dek hep “yükselerek” devam ettiler. (7 Haziran seçimleri hariç tabii.)
Bu “devamlılık” ve yükselişte en önemli etkenlerden biri, sanırım “ekonomide fiyakalarının hiç bozulmaması” oldu. 14 yıllık süre boyunca, ekonominin hep iyiye gittiği söylenemez elbette. Arada dalgalanmalar, huzursuzluklar, sıkıntılar, tökezlemeler vb. yaşandı. Ama bunlar 2001 krizi seviyesinde olmadı, tökezlense de birtakım iç ve dış kaynaklarla devrilmeden idare edildi. En ağır darbenin yaşandığı 2008 krizinde, bir yandan “teğet” söylemiyle içerisi idare edilirken, dışarıdan da, özellikle Körfez bölgesinden sıcak/soğuk para girişi sağlanarak ya da bugün taaa Amarikalarda yargılanan Reza Zarrab gibi kanallar yaratılıp İran sermayesininin “sistem”e kazandırılmasına aracılık yapılarak ve elbette kamusal varlıkları satıp savmaya dayalı temel politikaya abanılarak, hep “yırttı” bu sistem. Fiyakayı ve imajı bozdurmadı.
Yırta, yırta bugüne geldi. Bugün ise işler biraz değişik ya da karışık sanki.
Civarımdaki, kimi doğrudan bana dokunabilen, kimi ise sadece teğet geçen çeşitli çap, boy ve ebatttaki ikitsatçı dostlarıma baktığımda; bankacılar, finans danışmanları, ekonomistler bir yanda, esnaf, zanaatkârlar ve KOBİ temsilcileri diğer yanda ve hepsinden önemlisi felaket tellalı solcular, liberal goygoycular, marksist-pesimist arkadaşlarım, tam zamanlı twitter ve whatsapp canavarları, kısacası, ciddi yahut gülünç tüm ekonomi ajanları ve uzmanları, ilk defa bir konuda birleşiyorlar sanki: Bu defaki kriz - son devalüasyonun da ardından - çok çok feci. Öyle bildiğiniz gibi, bildiğimiz gibi değil yani….
Bu kıymetli vatandaşların ön ve kısmen de son görülerine göre, resmen büyük bir depresyona girilecek, girilmekte. Neler demiyorlar ki? Kısa vadede, yıl sonu olmadan iki üç banka topu atar diyeni; onların birbirine borcunu ödeyememesi ve perakende gibi sektörlerde biriken borçlar, dönmeyen krediler nedeniyle zincirleme kazalar yaşanacak diyeni; bankada para varsa çekin, dört beş ay yetecek kadarını evde tutun diye önereni; bir sürü iflaslar, çöküşler olacak, ortalık toz duman vb. vb. hepsi de pesimist mi olur be kardeşim? Hiç mi okumuyor musunuz Meryem Gayberi Hanımefendi gibi Aydınlık yüzlü insanların tweet’lerini? Dolar yükseliyorsa, Amerika’nın sorunudur bu, bize ne?! (Bir de “değişik” olma hususunda Meryem hanım’la yarışan ulusalcı birkaç arkadaş şöyle şeyler diyor; “Ekonomi iyi aslında, söylenenler uluslararası komplonun bir parçası”, “Erdoğan ve Trump, uluslararası dev sermaye güçlerinin oyununu bitirmekte”)... Tövbe, tövbe…
İşsizlik, talep daralması, yabancı sermaye akışının durması, devasa borç stokunun dönmemeye başlaması, ekonomi yönetimindeki Babacan gibi Batı onaylı “ehil idareciler”in dışlanması, siyasi ve bölgesel kavgaların ekonomiye belirsizlik olarak yansıması vb. iç dinamikler yetmiyormuş gibi, bir de Trump belası geldi başa şimdi. Hem de “It is the economy, stupid” (“Aslolan ekonomidir, sersem kafa”) diyerek yıllaaaaaar önce başa gelen Bill Clinotn Bey’in eşi Hillary Hanım’ı mağlup ederek… “It is the discrimination, stupid” (Aslolan ayrımcılıktır, şapşal”) gizli sloganıyla geldi.
Ama burada –her türlü ayrımcılık yapılsa da, son tahlilde– hâlâ Bill Bey’in sloganı yankılanmakta; “It is the economy, stupid!”
Konut balonu başta olmak üzere patlamaya hazır balonlar, zincirleme borç krizleri, dönmeyen krediler, topu atan bankalar, yani balondan sonra patlayabilecek bombalar, alacaklarının/canlarının peşine düşecek mudiler, huzursuzlaşan işçiler ve işsizler, her gün yoksullaştığını fark eden orta hâlli emekçiler, üniversiteliler başta isyan hâlinde gençler, irili ufaklı iflaslar, fırlatılan kasalar, devrilen masalar… Allah korusun! Bildiğiniz, iş/aş meselesi ayol!
E ama kamusal olan her şeyi satıp savarak; Körfez bölgesi sermayesi ağırlıklı yabancı sermayeyi vaat üstüne vaatle çekerek; sanayiyi büyük ölçüde terk ederek; tarımı ve hayvancılığı bitirerek; arazi ve inşaat rantına ve sürekli kentsel yağmaya abanarak; mevcut ve potansiyel tabanına, yakınlığına göre, rant ve sadaka kanalları yaratarak; kamu kaynaklarını “mega projeler”de fütursuzca harcayıp üstüne borçlanarak vb. işleyen bir “model”in birçok noktadan birden tıkanabileceği zaten aşikârdı.
Peki, elde “krize karşı savunma mekanizması” olarak ne var şimdi? Verili durumda pek reel bir şey yok, imaj yahut adlı adınca, “ideoloji” var. Öncelikle “dış güçler”e yüklenecekler tabii ki. “Bakın hep onlar yapıyor” diye birtakım “dış ve iç güçler”e yahut “globa ve bölgesel tehditler”e, ABD ve AB’ye işaret edip, zaten aptallaştırılmış bir kitleyi konsolide edebileceğini düşünüyor olabilir iktidar.
Elbette bu şekilde ikna edebileceği “kemik bir tayfa” olacaktır. Ama halk yahut geniş halk kesimleri yemez bunu sanki! Kıt kanaat geçinen kesim, bıçak kemiğe dayanınca zaten bir şey yiyemez. Orta katmanlarda ise, günlük/aylık kazancından, küçük çıkarından olan, orta hâlli tasarrufları ve orta vadeli planları riske giren, geleceğinden endişelenmeye başlayan “taban” da yemez.
Benden söylemesi. Meryem hanımın optimizmi değil de, pesimist-marksist arkadaşlarımın dediği doğru çıkar da kriz bu kez tam patlarsa, Yalçın Küçük hocamızın ünlü devalüasyon yasası işlerse (büyük hükümet değişikliklerinden ve darbelerden önce hep büyük devalüasyonlar yaşandı); daha önce tökezleyip doğrulanlar bu defa takla atıp yuvarlanırsa (rahmetli Demir Demirgil hocamız, Ekonomi 101 dersinde, “ekonomi tepetaklak gidiyor” diyip takla atardı mesela!); çağırıp yararlanabilecekleri bir Arap sermayesi, “kurtar beni ya dış yatırım” vb. diyebilecekleri bir rezervleri pek kalmadıysa yahut hızla erimekteyse, özetle fiyaka bozulduktan sonra, üstüne bir de kaporta dağılırsa; 2001 kriziyle 2002’de geldikleri gibi, 2016-17 kriziyle önümüzdeki dönemde yallah giderler sanki…