OHAL koşulları altında, “hayır” diyenler baskı altına alınarak, devlet olanakları sonuna kadar kullanılarak ve seçim hilelerine başvurularak (kısacası atı alanların Üsküdar’ı geçmesi yoluyla) elde edilen referandum sonucunun herhangi bir meşruiyetinin bulunmadığı ortada. Tam da bu nedenle, AKP/Saray cephesinde, zafer havasından çok, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında da gözlenen tedirginlik havası egemen. Buna bir de yandaşlar arasındaki gerilimlerin hızla artması eklendi. Ama tüm bunlar, kendi başlarına, AKP/Saray rejiminin sonunun geldiği anlamına gelmiyor. “AKP’nin bitmek üzere olduğu” iddiası, Gezi Direnişi öncesinde bile dile getirilebilmişti. Dolayısıyla, “Hayır daha bitmedi” sloganı, “Hayır, henüz nihai bir zafer kazanmış değiliz ve bunun için mücadeleye devam etmeliyiz” anlamıyla da doğru…
Peki ama, nasıl?
Bugüne kadar gündeme getirilen somut önerilerden bazıları şunlar:
“Referandum sonucunun gayrimeşru olduğu ısrarla vurgulanmalı ve bu konu gündemde tutulmalı”: Elbette böyle yapılmalı, bu doğrultuda çaba harcanmalı. Ama AKP/Saray rejiminin yeni ve daha büyük ya da yakıcı sorunlar yaratma potansiyeli de göz ardı edilmemeli. Bu rejim, bugüne kadar, karşılaştığı sorunları çözerek değil, daha büyüklerini yaratarak ayakta kaldı.
“Yeni bir rejim dayatmagirişimine karşı mücadelenin öncülüğünü CHP’den başka bir gücün üstlenemeyeceği kabul edilmeli ve bu kez uzlaşmaz bir siyasal çizgi izlemesi için bu partiye baskı yapılmalı”: CHP’ninreferandum döneminde görece etkili bir çalışma yürütmüş olduğu doğru. Ama bugünkü koşullarda, sermaye sınıfı ne kadar kararlı ve tutarlı bir şekilde AKP/Saray rejimi karşıtlığı yapıyorsa, CHP de en fazla o kadar kararlı ve tutarlı hareket edebilir. Az sayıdaki gerçekten solcu milletvekili, CHP’yi tam bir “düzen partisi” olmaktan çıkarmıyor. 7 Haziran seçimleri sonrasında “istikşafigörüşmeler”le oyalanmayı kabul eden, “Yenikapı ruhu” oyununun figüranlığını kolaylıkla benimseyen, 16 Nisan sonrasında meclisten çekilmek konusunda blöf yapmaktan bile korkan bir partiden söz ediyoruz. CHP’den bağımsız ve güçlü bir siyasal odağın yokluğunda, bu partiyi sola çekme girişimleri, bu işe girişenleri sağa çekmekten ve AKP/Saray rejimi karşıtlarını yeni hayal kırıklıklarına sürüklemekten başka bir işe yaramayacaktır.
“Yukarıdaki öneriyle de bağlantılı olarak, ‘Hayır bloku’ konsolide edilmeli”: Eğer “Hayır bloku” ile, “hayır” oyu verenlerin tümü kastediliyorsa, ortada böyle bir “blok”un bulunmadığı bilinmeli. Bir “blok”tan söz edilebilmesi için, başkanlık rejimi karşıtlığıyla sınırlı kalmayan bazı ortaklıkların (ortak hedeflerin) var olması gerekir. Evet, 16 Nisan referandumunda “hayır” oyu veren, haksızlığa uğradığına inanan ve CHP’nin muhalefetini yetersiz bulan insanlardan oluşan geniş bir kesim var. Evet, bu kesimin mücadelesi, ülkemizdeki siyasal dengeleri kolaylıkla değiştirebilir. Ama bunun için, “hayır”cılık eksenindeki bir konsolidasyona değil, “hayır”ın ötesine geçen siyasal hedefler doğrultusundaki bir mücadeleye ve asıl önemlisi bu hedeflerle uyumlu bir siyasal odağın yaratılmasına ihtiyaç var.
“Referandum sonucunun pek az ülke tarafından tanınmış olması dikkate alınarak, ülkedeki gerçekler ‘dünyaya’ da anlatılmalı, AKP üzerindeki baskı bu yolla artırılmalı”: En sorunlu ve riskli önerilerden biri bu olsa gerek!“Emperyalist ülkeler AKP/Saray rejiminin üzerini çizdi/çizecek” tezi, uzun yıllardır, farklı somut örnekler gösterilerek savunuluyor. Bu tez, bir yandan boş umutlar yaratırken, diğer yandan AKP/Saray rejimiyle mücadele edenlerin emperyalistlere hizmet ettiği demagojisine güç kazandırıyor. Emperyalist ülkeler, pek doğal olarak, Türkiye gibi ülkelerdeki iktidarları zayıflatacak her tür gelişmeden yararlanmaya çalışır. Pazarlık güçlerini artırabilmek, daha fazla taviz koparabilmek için! Dolayısıyla, onlara ülkedeki olumsuz gelişmeleri “anlatmak” gerekmez; bulamasalar bile uydururlar. Örneğin, “kitle imha silahları var” diyerek ülkeleri işgal edebilirler. Diğer taraftan, istedikleri tavizleri elde ettiklerinde, Suudi Arabistan’dakine benzer rejimlerle hiçbir sıkıntı yaşamazlar. Daha özel olarak Avrupa Birliği’nden demokrasi bekleyenler, yakın geçmişte Yunan halkının başına gelenlere yeniden bakabilir…
“Yukarıdakilerin çıkar yol olmadığı ya da yetmeyeceği bilinerek, sokaklardaki mücadele öne çıkarılmalı”: Sokaklardaki mücadele, ancak belirli uğraklarda ve belirli süreler boyunca öne çıkabilir. Bu mücadelenin süreklileştirilmesi (ve/veya durmadan büyütülmesi) kendi başına bir amaç olamaz. İktidarı hedefleyen bir siyasal odağın güç kazanmasını sağlamayan sokak mücadeleleriyle kalıcı siyasal kazanımların elde edilmesi mümkün değil.
16 Nisan referandumunun ortaya koyduğu gerçeklerden biri şu: Türkiye’de, emekleriyle geçinip onurlarıyla yaşamak isteyenlerden oluşan ve AKP/Saray rejimine tam da bu nedenle karşı çıkan geniş bir toplum kesimi var. Tek başına “istikrar” ya da “ellerindekileri koruma” kaygısıyla oy vermiyorlar. Bu arada, çocuklarının nitelikli ve bilimsel eğitim almasını, topluma ve insanlığa yararlı olmalarını istiyorlar.
CHP, bu kesimi “temsil” etmekten çok, “kötülerin iyisi” rolünü üstleniyor. CHP’li “siyasetçi”lerin çoğunluğunun, her şeyden önce kendi kişisel çıkarları için “siyaset” yaptıklarını biliyor, görüyorlar…
Bu kesimin herkese iş güvencesi için, insanca yaşamaya yetecek ücretler için, sosyal güvenceli ve güvenlikli çalışma için, eşit, parasız ve bilimsel eğitim için, eşit, parasız ve nitelikli sağlık hizmetleri için, insanca barınma hakkı için, her tür ayrımcılığın ortadan kaldırılması için ve devletin tüm bu konularda birinci derecede sorumluluk sahibi kılınması için harekete geçmesi, bu konularda yürütülen siyasal mücadelelerin gerçek öznesi hâline gelmesi, sadaka benzeri sosyal yardımlarla AKP/Saray rejiminin oy deposu hâline getirilen yoksul kesimler üzerinde, CHP’ye göre çok daha etkili olacaktır.