Tayyip Erdoğan’ın Yıldız Sarayı Silahhane Binası’nda gerçekleşen “gençlerle buluşma”sı, TRT Haber’de canlı olarak yayınlandı.
Programın başında II. Abdülhamit’ten söz eden Erdoğan, şu “bilgi”leri vermiş: “33 yıllık o iktidarı döneminde, Osmanlı’nın en zayıf olduğu dönemde, hiçbir şey kaybetmeden, bu toprakları koruyan bir sultana, bir lidere bu reva görülmüş ve ondan sonra da hâl fermanını imzalayarak kendisini ne yazık ki idam etmişler.”
Birincisi, Erdoğan’ı her fırsatta savunmaya çalışan Murat Bardakçı, daha önce, II. Abdülhamit döneminde toprak kaybedilmediği iddiası hakkında Habertürk’te şunları söylemiş: “Sultan Hamit 33 senelik iktidarı boyunca tek karış toprak vermemiştir diyen yalancılar (maalesef bu ifadeyi kullanmak zorundayım); Sultan Hamit zamanında Osmanlı İmparatorluğu’nun 1 milyon 592 bin 806 kilometrekare toprak kaybettiğini ya bilmeyecek derecede cahil veyahut bunu gizleyecek derecede sahtekârdır.”
İkincisi, II. Abdülhamit idam edilmedi! 1909 yılında tahttan indirildi, 1918 yılında da Beylerbeyi Sarayı’nda öldü.
Sabah akşam “ecdat” edebiyatı yapan Erdoğan’ın ecdadı hakkında aktardığı yalan yanlış bilgiler, özenle seçilip karşısına çıkarılan gençler tarafından sorgulanmamış tabii ki.
Büyük çoğunluğu özel üniversitelerde okuyan 11 genç, program sunucuları tarafından bilindikleri anlaşılan ve büyük olasılıkla bir bölümü ellerine tutuşturulmuş olan soruları sormuş.
Soruların hiçbirinde en küçük bir zekâ parıltısı bulunmuyor. Tartışma, sorgulayıcılık vb. hiç yok, yüce lideri daha da yüceltme çabası var.
Genel olarak İnternet ve programın gerçekleştiği sırada Türkiye’den erişim hızı düşürülmüş olan Facebook ile Twitter söz konusu olduğunda, “yeni medya” alanında yüksek lisans yapmakta olduğunu söyleyen genç, dilinin dönebildiği kadarıyla, İngiltere, ABD ve Fransa’da bu alanlara yönelik daha ağır baskıların olduğunu iddia ederek, Türkiye’deki baskıların yetersiz olduğunu savunmaya çalışıyor.
Medya İletişim Platformu üyesi olduğunu söyleyen genç, insan haklarıyla ilgili olarak basın ve ifade özgürlüğüne fazlaca ağırlık verilmesinin yanlış olduğunu savunuyor ve Türkiye’deki Suriyeli göçmenlerin varlığının daha önemli bir kriter olduğunu iddia ediyor. Elbette, AKP/Saray rejiminin Suriye iç savaşındaki rolünü tartışmaya açmadan...
Bir başkası, Bilal Erdoğan’ın mütevelli heyeti üyeliği yaptığı okçuluk vakfını övüyor. Sonuncusu, çok büyük mücadeleler yürüttüğünü iddia ettiği Erdoğan’ın bu mücadeleler içinde kendisini nasıl hissettiğini ve gerekli enerjiyi nereden bulduğunu sorarak noktayı koyuyor.
Bu seçilmiş gençler, bir bütün olarak ülkemizin gençliğini temsil etmiyor elbette.
Ama AKP/Saray rejiminin yaratmak istediği yeni nesli en iyi şekilde temsil ediyorlar. Biliyorlar ki, bu rejim ayakta kaldığı sürece, cehalet ve yalakalık, bilgi sahibi olmaktan ve sorgulayıcılıktan daha fazla para etmeye devam edecek.
Aynı gençlerden birinin öğrencisi olduğu Sabahattin Zaim Üniversitesi’nin rektör yardımcısı da demiş zaten: “Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine (anlayış-sezgi) güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır.”
Üniversitelerin, bu tür profesörlerin yönetimi altında medreseleştirilmesi boşuna değil.
Sosyalistlerin uzun yıllardır savunduğu “herkese eşit, parasız ve bilimsel eğitim” talebi, yakın geçmişe kadar, pek çokları tarafından, görece soyut, gereksiz ya da ütopik bulunabiliyordu.
Bugünse çok daha açık bir şekilde görülebiliyor: “Bizim” çocuklarımız bir yana, “başkalarının” çocukları bilimsel eğitimden yoksun bırakıldığında da, ülkemizin ve tüm çocuklarımızın geleceği kararıyor.