Hani olmaz ya, diyelim ki oldu... Halkın ya da temsilcilerinin oylarıyla seçilen bir devlet başkanı, saçma sapan davranışlar sergilemeye, yandaşlarının bile savunmakta zorluk çektiği, kendisini ve ülkesini rezil eden şeyler yapmaya başladı... Görev süresinin bitmesine kadar beklemekten başka çareler de olmalı, değil mi?
Küba’da, devletin bir numaralı kişisi olan Devlet Konseyi başkanı, Halk İktidarı Ulusal Meclisi tarafından seçiliyor. Ve bu meclis, seçtiği tüm kişileri görevden alma yetkisine sahip.
Venezüella’da, devletin bir numaralı kişisi olan devlet başkanı, ülkenin yüksek mahkemesinin atadığı bir tıp heyetinin fiziksel ya da zihinsel yetersizliğine karar vermesi durumunda, Ulusal Meclis’in onayıyla görevden alınabiliyor.
Almanya’da, yetkileri sembolik olan cumhurbaşkanının eylemlerinin anayasaya ya da federal yasalara aykırılığı iddiası, Federal Meclis’in ya da Federal Konsey’in üyelerinin dörtte birinin oylarıyla, bu devlet organlarının gündemine sokulabiliyor. Meclis ya da Konsey üyelerinin üçte ikisi cumhurbaşkanının anayasaya ya da federal yasalara aykırı davrandığı yönünde oy kullanırsa, konu Almanya Federal Almanya Mahkemesi’ne gidiyor ve bu mahkeme cumhurbaşkanını görevden alabiliyor.
Fransa’da, hükümet, devletin bir numaralı kişisi olan devlet başkanının iş göremez duruma geldiği yönünde karar verdiğinde, Anayasa Konseyi bu kişiyi görevden alabiliyor.
ABD’de, devletin bir numaralı kişisi olan devlet başkanı, görevi kötüye kullanma, vatana ihanet, rüşvet ya da ağır suçlar nedeniyle Senato üyelerinin üçte ikisi tarafından görevden alınabiliyor.
Rusya’da devlet başkanını görevden almak biraz daha zor. Hem Devlet Duması’nın (temsilciler meclisi) hem de Federasyon Konseyi’nin üçte ikişer çoğunlukla ağır suç işlediğine karar verdiği bir devlet başkanı ancak Rusya Federasyonu Yüksek Mahkemesi’nin kararıyla ve Anayasa Mahkemesi’nin onayıyla görevden alınabiliyor.
Türkiye’de ise, yakın geçmişe kadar yetkileri büyük ölçüde sembolik sayılan cumhurbaşkanını görevden almak (neredeyse) olanaksız!
Anayasada, cumhurbaşkanının görevden alınmasını mümkün kılan hiçbir madde yer almıyor.
Sadece, “Sorumluluk ve sorumsuzluk hali” başlıklı 105. maddede şu cümle var: “Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.”
İşin güzel tarafı, olası bir “suçlandırma” durumunda, bunun somut sonucunun ne olacağı tarif edilmiyor! Örneğin, “vatana ihanet suçu işledikleri kesinleşmiş sayılanların devlet görevleri de son bulur” türü bir şey denmiyor.
Sadece, Anayasa Mahkemesi’yle ilgili maddede, konuyla “bağlantılı” sayılabilecek olan şu cümle var: “Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.”
Yargılama sonucunda nelerin olabileceği yine belirsiz bırakılıyor...
Kısacası, Osmanlı döneminde olduğu gibi bugün de, devletin başında bir delinin bulunmasının önünde herhangi bir engel bulunmuyor.
Kuşkusuz, halkın oylarıyla seçilen bir devlet başkanının, delirdiği iddia edilerek ve halka rağmen görevden alınabilmesinin daha tehlikeli sonuçlar doğurabileceği iddia edilebilir. Gerçekten de, örneğin halkın oylarıyla komünist bir devlet başkanı seçilse, düzen siyasetçilerinin ilk yapacağı şeylerden biri, onu görevden almanın “hukuki” yollarını bulmaya çalışmak olurdu.
Ama, “hukuk” denen şey, halkın iradesinden ve özellikle de mücadelesinden o kadar da bağımsızlaşamıyor.
Yine örneğin, Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, “vatana ihanet” de dâhil olmak üzere her tür suçlamayı yöneltmiş olmalarına karşın, en azından şu ana dek, “Geziciler”e karşı pek az somut hukuki karar aldırabildi.
Peki, bir devlet başkanı gerçekten de delirirse, ne yapmalı?
Herhalde, her şeyden önce, halkı buna ikna etmeye ve somut bir halkçı seçenek yaratmaya çalışmalı... Çünkü halk ikna olmadıkça ve somut bir seçenek görmedikçe, en deli devlet başkanı bile, ondan çıkar sağlayan kişiler tarafından yerinde tutulabilir...
“Halk zaten delilerin peşine kolayca kapılır, önemli olan, halkı değil, etkili odakları ikna etmek” diyenler de var.
Ne var ki, siyasetin, halk yerine “etkili odaklar”ı ikna etmeye dayalı bir faaliyet olması gerektiğini kabullenirsek, halkçı bir siyasetin güç kazanması iyiden iyiye zorlaşır.
Ve o zaman, delilerce olmasa bile halk düşmanlarınca yönetilmekten kurtulmamız hiç kolay olmayabilir!