Bizim öğrenciliğimizde iki kere iki kadar öğretilirdi; Cumhuriyet’in ilanı ile medeni kanunun değiştirildiği, tekke ve zaviyelerin kapatıldığı, latin harflerinin kabul edildiği, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildiği ve diğerleri. Cumhuriyet devrimleri adı ile değil Atatürk İnkılapları adı ile anlatılırdı. Devrim demek 12 Eylül öncesi “anarşi” ortamından çıktığımız, “huzur ve güvene en fazla ihtiyaç duyduğumuz” günlerde yanlış anlaşılabilirdi çünkü.
Solun ve işçi sınıfının toplumsal bir güç haline geldiği koşullarda çareyi kontrgerilla örgütlerini devreye sokmakta bulanların yavuz hırsız misali dönemi “anarşi” olarak adlandırmalarının üzerinden çok yıllar geçti. “Huzur ve güvene ihtiyaç duyduğumuz” günlerin hemen sonrasında “huzur islamda” sözüyle tanıştık. Ve oralardan bugünlere geldik.
Geldik de ne mi oldu? Cumhuriyet devrimleri buharlaştı örneğin. Çok örnek var ama en yakındakini söyleyelim. Daha dün iktidardaki partinin İzmir Kadın Kolları Başkanı dini ve resmi nikahların camide yapılması için Diyanet’e proje sunacaklarını söyledi. Bunu söylerken “yabancılar bunu yapıyor, biz niye yapamayalım, filmleri ile gözümüze sokuyorlar” diyerek taleplerine meşruiyet dayanağı aramayı da ihmal etmedi. Ne de olsa “muasır medeniyetler seviyesine erişmek” denince akan sular dururdu.
İmam Hatipleştirmelerden, türbanın ortaöğretime kadar indirilmesine kadar pek çok örnek ile devam edilebilir ama uzatmaya gerek yok.
Bir Cumhuriyet Bayramı arefesinde ise kadınların nereden nereye geldiklerinden ve nereye döndüklerinden bir miktar bahsetmek gerekiyor. Bu konunun iki ayağıyla ele alınması gerektiği çok açık. Bir tarafta kadın hareketleri, öbür tarafta kadına yönelik toplumsal dönüşüm adına atılan adımlar. Kadın hareketlerinin Cumhuriyet’in, hatta 2. Meşrutiyetin ilanını çok önceleyen bir geçmişi var bu topraklarda. Meşrutiyet, savaş koşulları ve Cumhuriyet’in ilanı döneminin kadın hareketleri açısından da her toplumsal altüst döneminde olduğu gibi bereketli olduğunu görüyoruz. Bu hareketliliğin Cumhuriyet’in ilanınından belli bir süre sonra yerini durgunluğa bıraktığını da. Bunun nedenleri tartışılabilir, tartışılmalıdır da. Ama ben asıl kadınların toplumsal dönüşümü ile ilgili atılan adımlara bakmak istiyorum. Cumhuriyet’in kuruluş döneminde kadınların toplumsal hayata, iş ve eğitim hayatına katılımları konusunda belki sembolik görülebilecek radikal adımların atıldığını biliyoruz. Bu haliyle bile başlangıç için oldukça değerli olan adımların; gerek sermayenin birikim modellerinin zorladığı yön, gerek toplumsal hayatta özellikle çok partili hayata geçiş ile paralel gündeme gelen gerici tahakküm ya da gericilikle işbirliği arayışı nedeniyle kadük oldukları bir süreç yaşanıyor. Bu durum elbette sadece kadınlar açısından değil Cumhuriyet’in kazanım olarak adlandırılabilek bütün başlıkları için geçerli.
Geriye gidişin kadük olmayla sınırlı kalmadığı, daha da geriye taşındığı hepimizin malumu. Yine kadınlardan bir örnek verecek olursak, otuz beş yıldır bu topraklarda kadın hakları ve özgürlüğü adına neler yapıldı sorusuna verilen cevapta tartışmasız ilk sırada islamcı kadın hareketi yer alıyorsa neyi kastettiğim daha iyi anlaşılacaktır.
Neyse ki tablo burada noktayı koyup gitmemizi gerektirecek kadar karanlık değil. Hatta tam tersine burada noktayı koyup “Ama...” diye devam etme cüreti gösterebileceğimiz kadar umut dolu. Çünkü o otuz beş yılın son iki yılında bu umudu körükleyen, karanlığı yırtıp atan Haziran kadınları var.
İşte bu nedenle, bir Cumhuriyet Bayramı arefesinde, bir iddiayı dillendirmenin tam sırası. Haziran’da sokağa çıkan, her ne şekilde olursa olsun tepkisini gösteren, içten içe bilenen kadınlar, yeni bir dönemin de taşıyıcısı olabilirler. Bu umut bugün önümüzde apaçık durmaktadır.