GEREKSİZ CHP TARTIŞMALARI...
Solcu, liberal, Kemalist meşrepte okur-yazar takımı, zaman zaman bir araya gelir ve siyaset tartışır. Kapışmadan, kırgınlık yaratmadan konuşabilmek için sohbet, “CHP’nin hali ne olacak?” sorusu ile başlatılmalıdır.
İşin tuhafı, CHP yönetimini kendi meşrepleri doğrultusunda eleştiren taraflar, birbirlerine hak da verirler. Nedenleri çok farklıdır; ama, (“nefret objesi” olan) ortak bir hedefte birleşmek yeterlidir. Gerekçelerdeki ayrışma ile fazla ilgilenmezler.
Bu tür tartışmaları fazlasıyla gereksiz, sorumsuz bulurum. Uzak durmayı yeğlerim. CHP, yukarıda değindiğim üç akımı (seçmenleri, tabanı, örgütleri, milletvekilleri ile) bünyesinde barındıran bir partidir. Bu farklılıkların yönetime yansımaması mümkün değildir. “Uzlaşmacı” bir yönetim anlayışı, “ne İsa’ya, ne de Musa’ya” yaranacaktır. Akımlardan birine fazlasıyla yaklaşmak, diğerlerinin insafsız saldırısını tetikler.
Bu gerilimleri doğal olarak bünyesinde barındıran bir partiyi yönetmenin çok güç olduğuna hak verelim. Sorunların çözümünü CHP’lilere bırakalım; parti-içi gerilimlere taraf olmayalım. Yorumlamaktan kaçınamayız; ama bunları “dışarıdan” yaptığımızı; parti yönetimine “akıl vermek” gibi bir işlevimizin olmadığını unutmayarak…
REFERANDUM KAMPANYASI...
Bu söylediklerim, CHP’nin 16 Nisan referandumu kampanyasında ve sonrasında izlediği çizgi için geçerli değildir. Zira, anayasa referandumu, OHAL ve KHK’ların özel koşulları içinde gerçekleştiği için, görsel, yazılı medyada CHP muhalefeti öne çıkarıldı. Cumhurbaşkanı, AKP, MHP liderleri anayasa değişikliğini savunurken CHP’ye saldırmaya öncelik verdiler. Böylece CHP, “Hayır” cephesini temsil etmiş oldu.
Halk sınıfları saflarında, tabanda yaygın bir muhalefet, CHP örgütlerinin dışında da sürdürüldü; başta sosyalistler olmak üzere çeşitli akımlar muhalefet yükünü paylaştı. CHP, bu nedenle “Hayır” cephesini temsil etmeyi tamamen hak etmedi. Yine de, kamuoyu algılamasında öne çıktı.
Bu durumda CHP’nin referandum kampanyasında sürdürdüğü çizgi, parti-içi bir konu olmaktan çıkar; muhalefet cephesinde yer alan herkesi ilgilendirir. Değerlendirilmeye, eleştiriye açılır.
Daha önce yayımlanan bir tespitimi tekrarlayacağım: Referandumda bizlere aslında iki soru sorulmuştu. Birinci soru: “Cumhuriyetin İslamcı bir rejime dönüştürülmesini kabul ediyor musunuz?” İkinci soru: “Türkiye’yi yönetecek olan Cumhurbaşkanı’na fiilen sınırsız dokunulmazlık sağlanmasını kabul ediyor musunuz?”
“Hayır” cephesini kamuoyunda temsil eden CHP ise, referandum kampanyasında bu iki soruyu gündeme getirmedi. İktidar cephesinin İslamcı rejime geçiş ve yolsuzluklardan kalıcı olarak aklanma tasarımlarını eleştirmekten kaçındı. Bunun yerine, muhalefeti “tek adam yönetimine karşı parlamenter demokrasiyi savunma” gündemi üzerine yoğunlaştırdı.
CHP’nin 16 Nisan 2017 arifesindeki konumunu eleştiri dışı tutarsak, referandum kampanyasındaki çizgisini de haklı görmemiz gerekir.
Zira, Kılıçdaroğlu yönetimi, önceki yedi yıl boyunca, AKP’yi “cumhuriyet değerleri” açısından eleştirmemeyi bir ilke haline getirmişti. Keza, Aralık 2013’te ortaya çıkan yolsuzluk dosyalarını, “FETÖ’cü, darbeci” suçlamalarıyla karşılaşmamak için gündem dışı tutmayı yeğlemekteydi.
Referandum kampanyasını “parlamenter demokrasiyi savunma” çizisi ile sınırlamak yanlış değildi; ama eksikti. Yedi yıllık bir gecikmeden, yani iş işten geçtikten sonra, yeni (ve kendilerine göre “çok riskli”) bir platforma geçiş göze alınamazdı.
BUGÜN TEK SEÇENEK: CUMHURİYETÇİLİK...
Ancak, bugün durum değişmiştir. Madem ki OHAL ve KHK’lar ortamının özel koşulları CHP’ye “Hayır” cephesini temsil etme işlevini (hak etmediği halde) yüklemiştir; önümüzdeki dönemin muhalefet platformu da bu partinin iç işi olmaktan çıkar.
Türkiye’nin âcil gündemi “Hayır” cephesini korumaktır. Bu gündemi, “2019’da CHP kimi aday göstersin?” sorusuna indirgemek, bu sorumluluktan kaçmaktır. Bugünün toplumsal muhalefetini, iki yıl sonrasının bir CHP sorununa dönüştürmektir..
“Lidere sınırsız dokunulmazlık sağlayan İslamcı bir rejime geçiş” teşhisi geçerliyse, “Hayır” cephesini korumak, genişletmek için, doğrudan doğruya bu olguyu açığa çıkaran bir muhalefet, bir karşı saldırı gerekir.
Referandum kampanyası sırasında iktidar cephesinin “rejim değişikliği planlıyorsunuz” eleştirisine karşı aşırı tedirginliğini hatırlayınız. Referandumda içerilen “iki örtülü soru” o cephenin zayıf noktasıdır. Yeter ki açığa çıkarılsın.
Muhalefet platformu basit tutulmalıdır: “Cumhuriyet rejimini İslamcı rejime dönüştürmek ve yolsuzluklara karşı sınırsız dokunulmazlık istiyorsunuz. Neden?” Bunları tekrar ve tekrar sormak; laiklik karşıtı tüm uygulamaları ısrarla vurgulamak; AKP’nin astronomik yolsuzluk dosyalarını, “yetimin hakkını koruma” adına gündemde tutmak…
Yüzde 49’luk “Hayır” cephesini bir arada tutmak, genişletmek sadece bu gündemle “sınırlı” kalınırsa mümkündür. “Sınırlı” sözcüğünü kasten tırnak içine aldım. Aslında çok daha geniş bir gündemin filizleri içerilmektedir: Cumhuriyetçi öğesi ile tam aydınlanmaya, yani sınırsız demokrasiye uzanabilen; diğer öğesi ile kapkaççı, vurguncu ilkel kapitalizmi kamucu bir açıdan eleştiren çok daha yaygın bir filizlenme potansiyeli…
SAHTE BİR GÜNDEM: SOSYAL DEMOKRASİ...
Buna karşılık, CHP’de odaklanan; ancak bu partiye özgü olmayan bir başka, sahte bir gündemin “Hayır” cephesini pekiştireceğini, genişleteceğini düşünenler var: Sosyal demokraside birleşmek…
İnsafsızlık suçlamasını göze alalım ve sosyal demokrasi tutkunu CHP’li dostlara birkaç soru yöneltelim: “Sosyal demokrasi, cumhuriyetçilikten kaçmanın bahanesi midir? Özgün fikirlerden yoksunluğun, bu çaresizliğin ürünü müdür? Gerici merkez/çevre analizini, tepeden inme sahte devrimcilik suçlamalarına dönüştüren ‘laikçilik’ eleştirilerine katılmak mıdır? Sosyalizme husumetinizi perdeleme kurnazlığı mıdır?”
Devam edelim: Şanlı tarihinin tüm birikimlerine adım adım ihanet ederek geçen yüzyılın son çeyreğinde defteri tamamen kapanmış olan sosyal demokrasiden hâlâ nasıl söz ediyorsunuz; medet umuyorsunuz?
1980 sonrasında sermayenin tahakkümünü hedefleyen neoliberalizmi sahiplenen iki akımdan biri (geleneksel burjuva partilerinin yedeği) olan sosyal demokrasi mi? 2008 krizinin finans kapital emrinde yönetilmesinin suç ortağı olan Avrupa sosyal demokrasisi mi? Orta Doğu’da rejim değişikliğini hedefleyen emperyalist saldırganlığın öncüleri Blair’in, Hollande’ın sosyal demokrasisi mi? Tarihsel isimlerinden başka “sol” ile hiçbir bağı kalmamış olan, ana muhalefet konumlarını dahi yitiren, güdükleşen partiler mi?
CHP’LİLERE HATIRLATMALAR...
CHP’nin iç sorunlarından uzak kalmakta ısrar edelim. Ancak, bugün bir genel seçim arifesinde değiliz; İslamcı bir rejime geçişin eşiğinde dolanıyoruz. Parti çıkarlarını aşan Türkiye sorunlarıyla karşı karşıyayız. Referandum ortamında muhalefeti (hak etmeden olsa dahi) temsil ettiği için CHP’lilere ülke sorumluluklarını hatırlatmakla yükümlüyüz.
Partinizin cumhuriyetçi sicilini tamamlayan bir özgünlüğü daha var: CHP’nin aydınlanmacı geleneği, 1972 sonrasında sola, yani halk sınıflarına açılarak önemli bir senteze ulaşmıştı. Bu dönüşümün inşacısı olan Bülent Ecevit, tarih bilincine sahip olduğu için partisini “sosyal demokrat” değil, “demokratik sol” olarak nitelemeyi yeğledi. Cumhuriyetçilik ile emekçi sınıfların taleplerinden, özlemlerinden oluşan bir bileşkenin Türkiye’de kök salabileceğini kanıtladı. 1970’li yıllarda halk sınıflarının oylarıyla birinci parti oldu; iktidara getirildi.
Sosyal demokrasi tutkunu CHP’lilere şunu da hatırlatalım ki, Haziran 2013 kalkışmasından bu yana Türkiye’de aydınlanmacı, cumhuriyetçi değerleri; laiklik kazanımlarını savunan, emekçilere taşıyan, hatırlatanlar, bu ülkenin sosyalistleridir.
Partinizin kazanımlarını sahiplenmek, canlandırmak, geliştirmek, onlara, yani sosyalistlere, devrimcilere düşmüştür. Gafletten vazgeçin; yüzde 49’luk “Hayır” cephesini onlarla birlikte el ele büyütün; cumhuriyetin kazanımlarını birlikte kurtarın; aydınlanmacı doğrultuda sonuna kadar genişletin.
Demokrasiyi sonuna kadar genişletmek mi istiyorsunuz? Sınırsız bir demokrasiye açılan bir güzergâha girmek için, öncelikle bu adımların atılması gerekecektir.