2017’de Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Orta/Sağ (Cumhuriyetçiler) grubunun iki turluk önseçiminin galibi François Fillon oldu.
Bana öyle geliyor ki, bu sonuç, Mayıs 2017’de Millî Cephe (MC) lideri Marine Le Pen’i Cumhurbaşkanlığı’na taşıyacaktır.
Peş peşe sıralayınız: Brexit şoku, 4 Aralık referandumunda İtalya Başbakanı’nın (beklenen) yenilgisi; altı ay sonra da Élyseé Sarayı’na Marine Le Pen’in yerleşmesi… Avro Bölgesi’nin, belki de AB’nin bu çözülme belirtilerine Başkan Trump’ı ekleyin. Dünya kapitalizmin siyaseti yeniden mi biçimleniyor? Le Pen, Fillon’u yenilgiye uğratırsa, yanıta iyice yaklaşmış olacağız.
Çalkantıların ardında, Batı’nın toplumsal gerilimleri vardır: Sermayenin sınırsız tahakkümüne dayalı “merkez siyaset”, halk sınıfları nezdinde iflas etmiştir.
Fransa’yı hatırlatalım. “Merkez siyaset”, son beş yıl boyunca Sarkozy’ye tepkiler sayesinde Cumhurbaşkanlığını kazanan Hollande ve sosyalist hükümetler tarafından uygulandı. Neoliberalizme teslimiyet hafiflemeden sürdürüldü. Cumhurbaşkanlığı son bulurken Hollande’ın itibarı çökmüştür; kamuoyunca desteklenme oranının yüzde 4’e düştüğü haberleşmiştir.
Orta/Sağ siyasetinin Hollande’a önerdiği alternatif ise, büyük sermayenin gözdesi, kemer sıkma politikalarının fanatik, aşırı partizanı François Fillon oldu. Fransız halkının, neoliberalizmin farklı aktörlerine kesintisiz mahkûmiyeti gündeme geldi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu mahkûmiyete baş kaldırma ve halk tepkisini temsil etme fırsatı, Le Pen’e verildi. Fransa neo-faşizminin partisi olarak bilinen MC, bu fırsatı iyi kullanırsa ve Sosyalist Parti dışındaki Fransa solu etkili bir toparlanma gösteremezse, Cumhurbaşkanlığı, altın bir tepsi içinde Bn. Le Pen’e ikram edilecektir.
Ayrıntılara göz atalım.
Sosyalist Parti’nin iflası
François Hollande 2012’de Cumhurbaşkanlık seçimini sola dönük bir platformla kazanmıştı. Seçim kampanyasında finans kapital hâkimiyetinin, kemer sıkma politikalarının eleştirisine öncelik vermişti. Büyük şirketlerin vergi yükünü artıran ve kamunun sürükleyeceği bir büyüme vadetmişti.
Cumhurbaşkanlığı’nın ilk yılından itibaren bu program terk edildi. Büyük şirketlerin vergi yükü hafifletildi; kamu harcamaları frenlendi; işverenlere istihdam ve işten çıkarma konularında esneklikler getirildi; toplu sözleşme düzeni sendikalar aleyhine değiştirildi. 2014’te Sosyalist Parti dışından “serbest piyasacı” Emmanuel Macron Ekonomi Bakanı oldu; iki yıl boyunca sermaye çevrelerinin programını yürütmeyi üstlendi.
Seçilmesinin ilk yıldönümünden başlayarak Hollande, Fransa meydanlarında bu politikalar nedeniyle sık sık protesto edildi. Son dalga ise Mayıs-Haziran 2016’da Nuit Debout (“Gece Ayaktayız”) diye adlandırılan (Mayıs 1968’i hatırlatan) yaygın eylemlerden oluştu.
Şubat 2016’da soldan ortak bir Cumhurbaşkanı adayının önseçimle belirlenmesi için bir kampanya başlatıldı. Hollande, önseçim önerisine yan çizmekte; Sosyalist Parti, adayını belirleyememektedir.
Bu parti, Batı Avrupa’daki sosyal demokrat/sosyalist partilerin ortak kaderini paylaşmaktadır. “Sol” kimliği tamamen tarihe karışmıştır; moral çöküntü içindedir. Bu tarihten sonra, kim olursa olsun Sosyalist Parti adayının ikinci tura yükselmesi mümkün görülmemektedir.
İzleyebildiğim kadarıyla, Fransa sosyalizminin, komünizminin tarihsel değerlerini, devrimci geleneklerini taşıma iddiasındaki hareketlerde de toparlanma yoktur. Sol Parti ile Fransız Komünist Partisi’nin oluşturduğu Sol Cephe dağılmıştır. Bunların, Troçkist örgütlerin ve Yeni Antikapitalist Parti’nin seçimlere ilişkin konumlarından, tartışmalarından haberdar değilim.
Bu durumda 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki “aşırı sağ” akım arasında geçeceği söylenebilir mi? Burjuvazinin, özellikle büyük sermayenin gözdesi “aşırı neoliberal” François Fillon ile “aşırı milliyetçi”, neo-faşist Marine Le Pen…
Aşırı neoliberal, muhafazakâr François Fillon
Önseçimlerde François Fillon, bir yandan muhafazakâr, katolik değerleri yücelterek; bir yandan da aşırı neoliberalizmi savunarak iki rakibini, Nicholas Sarkozy ile Alain Juppe’yi yenilgiye uğrattı.
Fillon hangi tutucu değerleri taşıyor? Kişi olarak kürtaja ve eşcinsel evliliklerine karşıymış; ama bunları sağlayan yasaları değiştirmeyi önermiyormuş. Radikal İslamcılara ve göçmenlere karşı daha sert önlemler alınmasından yanaymış. Koyu bir katolikmiş.
Bu özellikleriyle, Fillon’un, Fransa’nın taşra burjuvazisini ve aşırı sağ eğilimli seçmenlerini çekeceği umulmaktadır.
Ekonomik ve sosyal konularda ise Margaret Thatcher’ı örnek aldığını açıkça ifade etmiştir. Emek-karşıtı bir şok tedavisi önermektedir: Haftalık 35 saatlik çalışma süresi kaldırılacak; emeklilik yaşı yükseltilecektir. Gelir vergisi oranları düşürülecek, servet vergisi kaldırılacak, tüketim vergileri yükseltilecek; devletin sağlık harcamalarına katkısı kısılacak; 500.000 kamu personeline yol verilecektir. İş Kanunu emeği koruyan kimi öğelerden ayıklanacaktır.
Önseçimlerde kazandığı oyların yüzde ellisinin emeklilerden, üçte birinin ise yüksek gelirli yönetici, profesyonel insanlardan aldığı belirlenmiş. Ve elbette, sermaye, işveren çevrelerinin tam desteğini almıştır.
Avrupa sendika hareketinden bir yazar (Wolfgang Kowalski); Fillon’un önseçim başarısını, “Fransız İşverenler Sendikası Medef dünyadaki benzerlerinin en budalasıdır. Fransız sağı da onlarla yarışmaktadır” diye nitelendiriyor (Social Europe, 29 Kasım). Liberation’da Grégoire Biseau ise, bu siyasetçi için, “kendi cephesini birleştirdi; ama yarın ülkeyi bölecek” değerlendirmesi yapıyor.
Bu değerlendirmeler, Fillon’un başarısız olacağı öngörülerine dayanıyor. Kamuoyu anketlerine göre Fransızlar, Fillon’un ekonomik önerilerinden her birine %60-%70 arasında değişen bir çoğunlukla karşı çıkmaktadır. Biseau’nun ifadesiyle “[Sarkozy-Hollande’ın] on yıllık kemer sıkma dönemini izleyen beş eziyet yılını daha sineye çekmeye hazır değiller.” (Liberation, 27 Kasım)
Peki, aynı Fransızlar, Mayıs 2017’de bu itirazlarını sandıklara nasıl taşıyacaklar? Aşırı neoliberal Fillon ile “neo-faşist” Le Pen arasında nasıl karar verecekler?
2002’de ikinci tur seçimlerinde baba Le Pen ile Jacques Chirac karşı karşıya gelince, oylarını kitle halinde Chirac’a yönelten sol seçmenler, benzer bir tepkiyi tekrarlayacaklar mı? De Gaulle geleneğini iyi-kötü temsil eden Chirac, büyük sermayenin insafsız programına açıkça angaje olan Fillon’dan farklıdır. Benzer bir tercih güç görünmektedir.
O zaman, “Gece Ayaktayız” eylemlerinde meydanları işgal eden yüzbinlerce sol seçmen, halk muhalefetinin sözcülüğüne soyunan Le Pen’e mi yönelecek?
“Sola” açılan bir neo-faşizm mi?
Bu noktada, Marine Le Pen’in, partisini (MC’yi); babasının Yahudi düşmanı, ırkçı, açıkça neo-faşist çizgisinden önemli ölçüde arındırdığını belirtmek gerekiyor.
Göçmen karşıtlığından, beyaz-Fransız tabanlı milliyetçi, tutucu bir değerler sisteminden vazgeçilmemiştir. Fillon’un muhafazakâr platformu, MC’yi bu alanlarda zorlayabilir. Ne var ki, Le Pen, bu reaksiyoner öğeleri, Fransa toplumsal tarihinin kimi birikimleriyle birleştirmeye de çalışmaktadır.
Bu dönüşümde Marine Le Pen’in 2012’den beri Başkan Yardımcısı olan; parti stratejisini biçimlendiren Florian Philippot önemli rol oynamıştır. Solcu bir geçmişi olan bu zat, MC’yi, refah devleti geleneğini, müdahaleci, korumacı politikaları sahiplenmeye yönlendirmiştir.
MC, şimdi, emeklilik yaşını aşağı çekmeyi; refah devleti kurumlarını, kazanımlarını geliştirmeyi, Fransa sınırlarını ithalata ve göçmenlere karşı korumayı; devlet destekli sanayileşmeye dönmeyi; bu politikaları köstekleyen AB üyeliğini de referanduma sunmayı düşünmektedir. Fransa hükümranlığı adına NATO üyeliğini de eleştirmektedir.
Le Pen, Fillon’u “halk sınıflarına karşı” olduğu için eleştirmeye başlamıştır. Philippot da vurguluyor ki, “Fillon’un programı, serbest piyasacı, kemer sıkmacı, insafsızdır. 500.000 kamu çalışanına yol verip tüketim vergilerini artırırsanız, işsizlerin sayısını 700.000’e çıkarısınız; polis ve güvenlik güçlerinin sayısında da 12.500 kesinti yaparsınız.”
Mavi yakalı işçilerin yüzde 45’inin ve işsiz gençlerin yüzde 38’inin ilk tercihi MC olarak belirlenmiş. Toplam seçmenlerin yüzde 40’ını oluşturan bu iki grubun seçime katılma oranı ise düşük kalmaktaymış.
Kamuoyu yoklamaları, ikinci turda Fillon’u önde göstermektedir. Ne var ki, ekonomik ve sosyal politikalardaki karşıt konumlar, kampanya ilerledikçe bu öngörüyü Le Pen lehine değiştirebilecektir.
Brexit ve Trump sürprizleri, Mayıs 2017’de, AB’nin merkezinde de tekrarlanacak mı? MC, Fransa sosyalizminin birikimlerinden yararlanarak, Trump’ı ve Brexit’i destekleyenlerde görülmeyen bir sınıfsal platform oluşturmaktadır. Sosyal bilimci Bruno Cautrès bu durumu, “Sol, işçi sınıfını koruma işlevini Bn. Le Pen’e devretmeyi göze alamaz; ne var ki, bugün için MC işçi sınıfının partisi olmuştur” diye özetliyor (Financial Times, 21 Ekim).
Sermayenin sınırsız tahakküm tasarımı, halk sınıfları tarafından reddedilmekte; bu tepki siyasete, bazen iktidara taşınmaktadır.
Ne yazık ki, işçi sınıfının yerli-göçmen öğeleri arasındaki karşıtlığa odaklanan ve geleneksel faşizmle akrabalık taşıyan akımlar, şimdilik bu tepkinin siyasî öncülüğünü üstlenebilmektedir.
Bu ortamda, her ülkeye özgü sınıf mücadeleleri mirasını taşıyan sol, sosyalist, devrimci akımların yeni baştan yeşermesi, günümüzün âcil sorunudur.