Charlie Hebdo neyin kurbanı?

Terör, politikanın devamıdır. Politikanın, belki savaştan bile daha keskin, sonuç alıcı ve kirli bir devamı. Çoğu zaman bir komplo ve kışkırtma yöntemidir, yani psikolojik savaşın bir aracıdır.

Terör, süregelen sıcak bir savaşın parçasıysa analize gerek yok. Çünkü savaşan taraflar bellidir. Ama bir psikolojik savaş yöntemi olarak gerçekleşmişse (ki Charlie Hebdo olayı böyle gözüküyor); o zaman iş karmaşıklaşır; genellikle ilk göründüğü gibi değildir.  

Böyle bir terör olayını analiz etmeye çalışırken, olayın hangi süreçleri başlatma potansiyeli taşıdığı, hangi politikanın devamı olabileceği, hangi politikaya yaradığı, hangi politikayı değişmeye zorladığı, hangi politik odaklara veya toplumsal kesimlere mesaj verildiği gibi soruların yanıtları gerçekçi bir biçimde aranmalıdır.

Gerçekçiliğe vurgu yaparken kastettiğim şu: Söz konusu terör olayının başlattığı süreçleri devam ettirebilecek, yönetebilecek ve o süreçlerden yararlanabilecek güce sahip olan politik odakların altı çizilmelidir. Terör bir savaş ilanıdır ve hedef aldığı tarafa da aynı yöntemi -hem de bu sefer bir öz savunma hakkı çerçevesinde- kullanma meşruiyeti verir (tıpkı birine silah çektiğinizde, yani öldürmeyi göze aldığınızda, ölümü de göze almanız gerektiği gibi). Dolayısıyla -eğer olay bir deli işi değilse- bunu ancak bu keskin ve kirli (meşru olmayan) savaşı yürütebilecek güce sahip olanlar gerçekleştirebilir.

Bir diğer nokta da şu: Tetiği veya pimi çekenlerin adresinin hem hiçbir önemi yoktur hem de önemlidir. Önemi yoktur; çünkü fail gerçekten tetiği çekense, bu sadece polisiye bir vaka demektir. Önemi vardır; çünkü görünen adres, gerçek failin ne yapmak istediği konusunda ipuçları verebilir.

Yaşadığımız iletişim çağında son derece karmaşık psikolojik savaş yöntemleri kullanılıyor ve güçlü devletlerin istihbarat örgütleri bu konuda uzmanlaşmış durumda. Terörü bir yöntem olarak benimsemiş örgütler içinde karşılıklı devletlerin gizli servisleri at oynatıyor, hatta sırf bu tür amaçlar için kurulmuş/kurgulanmış örgütler de var. Örneğin gerek El Kaide’nin gerekse IŞİD’in, bazı politikaları yürütmek, bazı kesimleri arzu edilen politikalara zorlamak amacıyla büyük devletler tarafından kurgulandığını, taşeron olarak kullanıldığını düşünmek için çok güçlü nedenler bulunuyor.

Şimdi biraz zihin jimnastiği…

Charlie Hebdo olayının, aydınlanma güçlerini yıldırmak hedefiyle gerçekleştirilen bir Siyasal İslam saldırısı -yani ilk bakışta göründüğü gibi- olduğunu sanmıyorum. Siyasal İslam’ın herhangi bir odağının bu politikayı Fransa’da ve Avrupa’da sürdürebilecek bir gücü bulunmuyor. Kaldı ki olay gerçekleştiği andan itibaren aydınlanmacı ve ilerici güçler, bırakın korkmayı ve yılmayı daha da kenetlendiler ve politize oldular. Bence bu olay İslamcılar tarafından kışkırtılan bir İslamcılık-Aydınlanmacılık çatışmasının unsuru değil. Hatta gerçek failler tarafından böyle gözükmesi arzulanıyor da olabilir.

Fransa’nın ve AB’nin Ortadoğu’da aktif olmasını istemeyen güçlerin (örneğin Rusya’nın, İran’ın, Suriye’nin); bir “ayağını denk al” eylemi olabilir mi? Ama bu son derece riskli ve geri tepme olasılığı çok yüksek bir eylem olurdu; pek gerçekçi gözükmüyor. Kaldı ki bu eylem Fransa’yı ve AB’yi Ortadoğu müdahilliğinden caydırmaktan çok, daha fazla müdahil olmasının kitle tabanını yaratıyor gibi. 

Fransız devletinin ve derin devletinin, ülkedeki Müslümanlara ve genel olarak göçmenlere yönelik yeni bir saldırı politikasının zemini hazırlanmak istenmiş olabilir mi? Ama böyle bir çatışmayı Fransa içinde kışkırtmanın -belki Fransız ırkçıları tarafından olabilir ama- Fransız devleti açısından rasyonel bir tarafı yok.

Fransa’yı İslam coğrafyasında daha müdahil olmaya kışkırtmak hedeflenmiş olabilir mi? Yan bir unsur olarak belki, ama esas hedefin bu olduğunu sanmıyorum. Fransa’nın bu noktada kışkırtılmasına pek ihtiyaç yok; zaten kraldan çok kralcı durumunda.

O halde geriye iki şık kalıyor:

Charlie Hebdo katliamı, ya başta Ortadoğu olmak üzere sıcak bölgeleri yeniden dizayn etmek için (başta ABD) emperyalist odaklar tarafından planlanmış çok daha büyük ve dünya çapındaki bir provokasyonun işaret fişeğidir. Tıpkı 11 Eylül gibi… Bu durumda benzer olayların devamı gelecektir (Paris katliamı yetmez) ve Batı toplumları “yeter artık” noktasına getirilecektir. Atlantik kanadı bunu göze alabilir mi, bu kadar sıkıştı mı, onu iktisatçılar söyleyecek. Ama böyle bir yola girilmesi Atlantik ile Avrasya güçlerinin karşı karşıya gelmesi ve dünyanın kana boğulması anlamına gelir ki en sıcak çatışma alanlarından biri de Türkiye olur.

Veya bir nokta atışı yapılmış ve Fransız hükümeti/devleti uyarılmıştır. “Seni her an karıştırabilirim ve istikrarını bozabilirim” mesajı verilmiştir. Böyle bir mesaj verilerek Fransız devleti bazı politikalarını değiştirmeye zorlanmıştır. Bu durumda olayın yüzeysel yorumu ve topluma nasıl lanse edileceği konusunda üst katlarda mutabakat sağlanır, ama mesaj illa ki alınmıştır! Peki, Fransa’yı kim uyarabilir ve bu uyarının devamını getirebilir? ABD’den başka bir adres gözükmüyor. Fransa ve ABD hangi noktada çelişiyorlar? Fransa’nın ABD açısından hangi noktada hizaya getirilmesi gerek? Fransa, Rusya’dan uzaklaşması yönünde uyarılmış olabilir mi? Fransa, ABD ile çakışmayan hangi politikalarını değiştirecek, bunu (özellikle Ukrayna konusunu) izleyelim derim.

Bu iki şıkta da (ki ikincisi birincinin bir ön adımı da olabilir) gerçek fail Amerikan derin devleti olarak görülüyor (çorbada İsrail ve İngiliz gladyolarının da tuzu olabilir). Adı geçen İslamcı örgütlerin (IŞİD ve Yemen El Kaide’si) ABD patentli oldukları da biliniyor.

***

Küçük bir not: Bizler, komplo ve kışkırtmaların, terörün politik mücadelede sıkça kullanıldığı bir ülkenin solcularıyız. Hayatımız boyunca Türkiye devletinin veya emperyalistlerin yürüttüğü psikolojik savaşın hedefi de olduk, korkunç olaylar yaşadık, çok tuzağa düştük, çok kayıp verdik Aslında müthiş bir deneyim sahibi olmamız gerekir. Ama bu konu üzerinde ne kadar düşündük, ne kadar ders çıkardık, ne gibi tedbirler geliştirdik, fazla iyimser değilim. Örneğin, 12 Eylül’le hesaplaştık ama 12 Eylül öncesiyle hesaplaşabildik mi? Genç kuşaklara deneyim aktarabildik mi? Bu da bir başka yazının konusu olsun.